SON DAKİKA

#Blockquote

HABER DEĞER - Blockquote haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Blockquote haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

İngiltere’de şok rapor: 262 mahkûm yanlışlıkla serbest bırakıldı Haber

İngiltere’de şok rapor: 262 mahkûm yanlışlıkla serbest bırakıldı

Hapishane sistemindeki hata zinciri, yüzlerce mahkûmun tahliyesine yol açtı İngiltere’de cezaevi sisteminde yaşanan yönetim ve kayıt hataları, aralarında cinsel saldırı ve dolandırıcılık suçlarından hüküm giymiş isimlerin de bulunduğu 262 mahkûmun yanlışlıkla serbest bırakılmasına neden oldu. Resmî verilere göre bu sayı, bir önceki yılın iki katından fazla. Son vakalar arasında cinsel saldırı suçundan mahkûm Brahim Kaddour-Cherif ile dolandırıcılıktan hüküm giyen William Smith bulunuyor. Kaddour-Cherif 29 Ekim’de, Smith ise 3 Kasım’da hatalı olarak tahliye edildi. İngiliz polisi iki mahkûmu bulmak için arama çalışmalarını sürdürüyor. Hükümet: “Şimdiye kadarki en sıkı denetim başlatıldı” İngiltere Başbakan Yardımcısı ve Adalet Bakanı David Lammy, konuya ilişkin parlamentoda yaptığı açıklamada sistemdeki ciddi hataların kabul edildiğini belirterek şunları söyledi: “Bu olayın ardından hapishane sisteminde bugüne kadar uyguladığımız en sıkı denetimleri devreye aldım. Mevcut yapı geçmiş yönetimden kalan karmaşık bir sistemdi. Bunu düzeltmeye çalışıyoruz.” Lammy, eski Metropolitan Polis Yardımcı Komiseri Lynne Owens liderliğinde bir soruşturma yürütüldüğünü ve raporun kısa sürede kamuoyuyla paylaşılacağını duyurdu. Muhalefet: “Bu tam bir idari çöküş” Muhafazakâr Parti’nin Gölge Adalet Bakanı Robert Jenrick, hata zincirini “tam anlamıyla bir skandal” olarak değerlendirdi: “Mahkûmlar yanlışlıkla serbest bırakılıyor, hükümet günler sonra fark ediyor. Polis bir haftalık gecikmeyle aramaya başlıyor. Bu, Adalet Bakanlığı’nın yönetim krizidir.” Hapishane Görevlileri Derneği Başkanı Mark Fairhurst ise sistemde çöküş yaşandığını belirterek, “Ayda ortalama 22 mahkûm yanlışlıkla tahliye ediliyor, artık kraliyet soruşturması açılmalı” dedi. Yanlış tahliyelerde yüzde 128 artış İngiltere hükümetinin yayımladığı resmî verilere göre, Mart 2025’e kadarki 12 aylık dönemde 262 mahkûm yanlış tahliye edildi. Bu sayı, bir önceki yılın 115 kişilik verisine göre yüzde 128 artışa işaret ediyor. Eski Cezaevi Müfettişi Nick Hardwick, artışın nedenini “hızlı boşaltma baskısı” olarak açıklayarak şu değerlendirmeyi yaptı: “Cezaevleri aşırı doluydu, hükümet geçen yıl ‘erken tahliye programı’ başlattı. 40 bin mahkûm erken salıverildi. Bu da tarih hesaplamalarında büyük karışıklık yarattı.”

Bahis skandalı futbolu sarstı: Kulüplerden peş peşe açıklamalar!  Haber

Bahis skandalı futbolu sarstı: Kulüplerden peş peşe açıklamalar! 

Türk futbolunda kara gün: 152 hakemin bahis oynadığı ortaya çıktı Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu, dün yaptığı basın toplantısında futbol tarihinde eşi görülmemiş bir skandalı açıkladı: 571 hakemden 371’inin bahis hesabı bulunduğunu, bunlardan 152’sinin aktif olarak bahis oynadığını duyurdu. “Bir hakemin tek başına 18 binin üzerinde bahis oynadığı tespit edildi. Bu kişiler kısa sürede PFDK’ya sevk edilecek.” — TFF Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu Bu açıklama, hem spor kamuoyunda hem de kulüpler arasında şok etkisi yarattı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da konuyla ilgili soruşturmanın sürdüğünü açıkladı. Kulüplerden arka arkaya açıklamalar: “Türk futbolu için milat” Hacıosmanoğlu’nun açıklamasının ardından Türkiye’nin önde gelen kulüpleri — Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor, Ümraniyespor, Karagümrük, Kayserispor, Sarıyer ve Samsunspor — art arda resmi duyurular yayımladı. Hepsinin ortak mesajı: “Türk futbolunda adaletin yeniden inşası için tarihi bir fırsat.” Galatasaray: “Türk futbolunun temel değerlerine ağır bir darbe” Galatasaray Başkanı Dursun Özbek, açıklamasında skandalın “futbolda güven ve adalet krizini” gözler önüne serdiğini belirtti: “Sahada adaleti sağlamakla yükümlü hakemlerin bahis hesaplarının bulunduğu ve aktif olarak bahis oynadıklarının tespit edilmesi, yalnızca spor ahlakına değil, Türk futbolunun temel değerlerine de ağır bir darbedir. Federasyonun bu isimleri, yönettikleri maçları ve oynadıkları bahisleri şeffaf biçimde kamuoyuyla paylaşması büyük önem taşımaktadır.” Özbek, Galatasaray’ın sürece tam destek vereceğini vurgulayarak, “Temiz futbolun tesisi için üzerimize düşen her sorumluluğu alacağız” dedi. Fenerbahçe Başkanı Sadettin Saran: “Üzücü ama umut verici” Gaziantep’te gazetecilerin sorularını yanıtlayan Fenerbahçe Başkanı Sadettin Saran, yaşananları “vahim ama geç kalınmış bir yüzleşme” olarak tanımladı: “Bu açıklamalar hem bir spor adamı hem de Fenerbahçe Başkanı olarak beni mutlu etti. Çünkü biz bu konuyu yıllardır dile getiriyorduk. Şimdi haklılığımız ortaya çıkıyor. Bu süreç Türk futbolu adına bir milat olmalı.” Beşiktaş: “Bahis oynayan hakemleri ve maçları şeffafça açıklayın” Beşiktaş JK, yayımladığı bildiride TFF’ye doğrudan çağrıda bulundu: “Federasyondan, bahis hesabı bulunan ve aktif olarak kullanan hakemleri; bu hakemlerin bahis oynadığı maçları ve ne tür bahisler oynadıklarını şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşmalarını talep ediyoruz. Bu süreç, temiz futbol için bir milat olmalıdır.” Siyah-beyazlılar, ayrıca “Geriye dönük tüm haklarımızı arayacağız” diyerek hukuki mücadele mesajı verdi. Ümraniyespor: “Bu pisliğin üzeri örtülürse futbol biter” Trendyol 1. Lig temsilcisi Ümraniyespor, en sert tepkiyi veren kulüplerden biri oldu: “Bu pisliğin üzeri bir kez daha örtülürse, futbolun geleceği tamamen yok olur. Bahis skandalına karışan tüm hakemler derhal futboldan ihraç edilmelidir. Bu sezonun sportif bütünlüğü fiilen yok edilmiştir, küme düşme kaldırılmalıdır.” Kulüp ayrıca TFF’ye “bağımsız denetim mekanizması kurulması” çağrısı yaptı. Trabzonspor: “Tarihi bir fırsat” Trabzonspor’un açıklamasında, yaşananların “adalet sistemini temelden sarstığı” vurgulandı: “Bazı hakemlerin on binlerce kez futbol müsabakalarına bahis oynamış olması, Türk futbol tarihinin en karanlık tablolarından birini ortaya koymuştur. Bu süreç, adaletin yeniden inşası için tarihi bir fırsattır.” Karagümrük: “Bahis oynayanlar futbol camiasından temizlenmeli” Fatih Karagümrük, TFF’ye çağrısını açık biçimde dile getirdi: “Bahis oynayan hakemlerin kimler olduğunu, hangi maçlarda ve nasıl bahis oynadıklarını kamuoyuna açıklayın. Bugünü bir milat olarak görelim. Futbola gölge düşüren herkes bu camiadan temizlenmeli.” Kayserispor: “Futbolun doğasına neşter vuruldu” Kayserispor Başkanı Nurettin Açıkalın, açıklamasında yaşananları “utanç verici” olarak nitelendirdi: “Hakemlerin kişisel menfaatleri uğruna maçlara direkt etki etmeleri, futbolun doğasına neşter vurmuştur. Bu karanlık günler temizlenmeden futbolun adı bile anılmamalıdır.” Sarıyer: “Yanlış kararlarla kaybettiğimiz puanların nedeni ortaya çıktı” Lig’e yeni çıkan Sarıyer Spor Kulübü, adalet çağrısı yaptı: “Yanlış hakem kararlarıyla kaybedilen puanların nedeni bugün netleşmiştir. TFF’nin süreci dikkatle yöneteceğine inanıyoruz ve ortak bir açıklama için tüm kulüpleri birlik olmaya çağırıyoruz.” Samsunspor: “Toplumun vicdanı yaralandı” Samsunspor ise açıklamasında, yaşananların sadece futbolu değil “toplumun vicdanını” da yaraladığını belirtti: “Sahada ter döken futbolcuların ve tribünlerde inançla destek veren milyonların tek beklentisi adil bir rekabet ortamıdır. Bu nedenle bu iddialar yalnızca sporun değil, toplumun vicdanını derinden yaralamıştır. Türk futbolunun itibarını korumak için sürecin kararlı takipçisiyiz.” Ortak vurgu: Adalet, şeffaflık ve temiz futbol Kulüplerin tamamı, açıklamalarında üç ortak noktada birleşti: Adaletin yeniden sağlanması Bahis oynayan hakemlerin açıklanması Türk futbolunun şeffaf bir yapıya kavuşturulması Bu gelişmeler, Türk futbolu tarihinde “hakemlik sisteminin en kapsamlı soruşturması” olarak kayda geçti. “Bu kriz, temiz futbolun yeniden doğması için bir dönüm noktası olabilir.” — Spor yorumcusu Uğur Meleke, Kafa Topu programı “Temiz futbol” için kulüpler birleşti Türk futbolunda “bahis skandalı” yalnızca bir yolsuzluk değil, bir güven krizi yarattı. Ancak kulüplerin ortak tavrı, bu krizi temiz futbol hareketine dönüştürme potansiyeli taşıyor. “Türk futbolu bu lekeden arınacaksa, bu birliktelikle arınacak.” — Galatasaray Başkanı Dursun Özbek

Karadağ’da Türk karşıtı şiddet tırmandı: Restoran kundaklandı, araçlar yakıldı, 45 Türk gözaltında! Haber

Karadağ’da Türk karşıtı şiddet tırmandı: Restoran kundaklandı, araçlar yakıldı, 45 Türk gözaltında!

Podgorica’da bıçaklı kavga sonrası sokaklar karıştı Cumartesi gecesi Karadağ’ın başkenti Podgorica’da yaşanan bıçaklı yaralama olayı, kısa sürede diplomatik krize dönüştü. Karadağ basınına göre, olayda 25 yaşındaki bir Karadağ vatandaşı bıçakla yaralandı. Saldırganlardan birinin Türk, diğerinin ise Azerbaycan vatandaşı olduğu iddia edildi. Polis iki kişiyi gözaltına aldı, ancak olayın ardından şehirde Türklere yönelik öfke büyüdü. “Türkleri öldürün!” sloganları atıldı, Türk restoranı kundaklandı Olayın ardından yüzlerce kişi Podgorica sokaklarında protesto gösterileri düzenledi. Reuters’ın aktardığı bilgilere göre kalabalık, Türk plakalı araçlara saldırarak camlarını kırdı, bazılarını yaktı. Pazar gecesi ise tansiyon zirveye çıktı: Podgorica’nın merkezinde Türklerin işlettiği bir restoran, saldırgan bir grup tarafından basılarak ateşe verildi. Tanıklara göre, kalabalığın arasında “Türkleri öldürün!” sloganları atıldı. Olay anı kameralara yansıdı; görüntülerde, dumanlar yükselirken çevredeki yurttaşların korku içinde kaçıştığı görüldü. “Saldırganlar ellerinde sopalar ve taşlarla geldi. Restoranı yağmalayıp ateşe verdiler. Polis geldiğinde her şey çoktan yanmıştı.” — Görgü tanığı, Podgorica yerel basınına 45 Türk gözaltına alındı, 8’i sınır dışı ediliyor Karadağ polisi olayların ardından yaptığı açıklamada, 45 Türk vatandaşının gözaltına alındığını duyurdu. Gözaltına alınanların çoğunun yasal ikamet belgeleri olmadığı açıklandı. Polis Sözcüsü, “Gözaltına alınan 7 kişiye para cezası verildi, 8 kişi ise sınır dışı edilecek,” dedi. Karadağ İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, olayların “kamu düzenini ciddi biçimde ihlal ettiği” belirtildi. Karadağ Başbakanı Spajic: “Türklere vizesiz giriş geçici olarak askıya alındı” Gerginliğin tırmanmasının ardından Karadağ Başbakanı Milojko Spajic, sosyal medya hesabından dikkat çeken bir açıklama yaptı: “Türk vatandaşları için vizesiz rejimin geçici olarak askıya alınmasına ilişkin kararı acil bir prosedürle alacağız. Ekonomik faaliyetlerin ve iyi ikili ilişkilerin korunması amacıyla, önümüzdeki dönemde Türkiye Cumhuriyeti ile yoğun görüşmeler başlatacağız.” Bu açıklama, Türkiye-Karadağ ilişkilerinde son yılların en ciddi diplomatik gerilimi olarak değerlendirildi. Dışişleri Bakanlığı devrede: “Vatandaşlarımızın güvenliği önceliğimizdir” Türkiye Dışişleri Bakanlığı, yaşanan olayların ardından yazılı bir açıklama yayımladı. Açıklamada, “müessif gelişmelerin” Türk vatandaşlarını da etkilediği vurgulanarak, Karadağ makamlarıyla anında temas kurulduğu bildirildi. “Türk vatandaşlarımızın güvenliğinin tesisi amacıyla gerekli tedbirlerin alınması sağlanmıştır. Gelişmeler tüm boyutlarıyla yakından takip edilmekte olup, Karadağ makamlarıyla temas kesintisiz sürdürülmektedir.” — T.C. Dışişleri Bakanlığı açıklaması Hakan Fidan’dan Karadağ yönetimine telefon diplomasisi AA’nın diplomatik kaynaklardan aktardığına göre, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Karadağ Başbakanı Milojko Spajic ve Dışişleri Bakanı Ervin İbrahimovic ile telefon görüşmeleri yaptı. Fidan, Türk vatandaşlarının haklarının korunması ve can güvenliklerinin sağlanması yönündeki beklentilerini iletti. Karadağ tarafı, bu konuda “güvence verdiklerini” bildirdi. Karadağ’da yaklaşık 13 bin Türk yaşıyor Karadağ İçişleri Bakanı Danilo Saranovic, ülkede 100 bin yabancı uyruklu kişinin yaşadığını, bunların yaklaşık 13 bininin Türk vatandaşı olduğunu açıkladı. Son yıllarda Karadağ’ın, Türk yatırımcılar ve dijital göçmenler için popüler bir yaşam ve iş merkezi haline geldiği biliniyor. “Ülkede Türk vatandaşlarının sayısında belirgin bir artış gözlemleniyor. Ancak son olaylar sonrası güvenlik kaygıları ciddi biçimde arttı.” — Karadağ basını değerlendirmesi Diplomatik kriz derinleşiyor Karadağ’daki şiddet olayları, iki ülke arasında gerilimi tırmandırırken, Türk Dışişleri olayın “yakın takipçisi” olduğunu duyurdu. Olayın seyrine göre vize muafiyetinin askıya alınması sürecinin kalıcı hale gelebileceği konuşuluyor. Uzmanlar, Podgorica’daki olayın tekil bir asayiş vakası olmaktan çıkıp iki ülke ilişkilerini etkileyebilecek boyuta ulaştığını vurguluyor. “Karadağ, Türk yatırımcılar ve göçmenler için cazibe merkeziydi. Ancak bu olay, iki halk arasında güvenin ciddi şekilde sarsılmasına yol açabilir.” — Bölge uzmanı, Balkan Insight değerlendirmesi

Ekrem İmamoğlu Çağlayan’da: “Casusluk” suçlamasıyla ifade veriyor, adliye önünde binler toplandı Haber

Ekrem İmamoğlu Çağlayan’da: “Casusluk” suçlamasıyla ifade veriyor, adliye önünde binler toplandı

İmamoğlu 7 ay sonra ilk kez cezaevinden çıktı 19 Mart’ta gözaltına alınıp 23 Mart’ta Marmara Cezaevi’ne konulan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP’nin tutuklu Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu, bugün Çağlayan Adliyesi’nde ifade veriyor. İmamoğlu, “casusluk” suçlamasıyla yürütülen soruşturma kapsamında savcılık tarafından çağrıldı. Cezaevinden çıkarılarak saat 10.55’te adliyeye getirilen İmamoğlu, uzun bir bekleyişin ardından 16.10’da ifade vermeye başladı. Adliye önünde yoğun güvenlik önlemi — yurttaşlar yasağa rağmen toplandı Sabahın erken saatlerinden itibaren Çağlayan Adliyesi çevresi polis ablukasına alındı. CHP’li milletvekilleri gece boyunca “demokrasi nöbeti” tutarken, yüzlerce yurttaş toplanma yasağına rağmen adliye önüne geldi. CHP İstanbul İl Örgütü’nün çağrısıyla çok sayıda kişi “İmamoğlu’na özgürlük, demokrasiye sahip çık” sloganları attı. CHP Ankara Milletvekili Umut Akdoğan, İmamoğlu’nun adliyedeki ilk sözlerinin “İstanbullu yurttaşlarımız yasağa rağmen Çağlayan’da toplandı, hepsine teşekkür ediyorum” olduğunu aktardı. Dilek İmamoğlu ve Özgür Özel adliyede İmamoğlu’nun eşi Dilek İmamoğlu, ifade sürecini takip etmek üzere adliyeye geldi. CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise saat 11.08’de Çağlayan Adliyesi’ne ulaştı. Özel, partililer ve İmamoğlu’nun avukatları tarafından karşılandı. Adliyede ayrıca CHP milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu, Bülent Tezcan, Yunus Emre, Gül Çiftçi, Cem Avşar, Suat Özçağdaş ve İBB Başkanvekili Nuri Aslan da hazır bulundu. Özgür Özel: “Casusluk suçlaması bir itiraftır” İmamoğlu’nun ifadesi başlamadan önce CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Çağlayan Adliyesi önünde toplanan kalabalığa otobüsün üzerinden seslendi. “Geçen sene Çağlayan’a ‘Ak Toroslar çetesini’ yolladılar, o gün bugündür huzurumuz yok. Hırsız dediler olmadı, yolsuz dediler olmadı, terör dediler olmadı. Şimdi de casus dediler, yazıklar olsun!” Özel konuşmasında, savcılığın çaresiz kaldığını öne sürerek şunları ekledi: “İmamoğlu’na ‘casus’ demek bir itiraftır. Yolsuzluk dediler, geri tepti. Terör dediler, geri tepti. Şimdi casusluk diyorlar; bu, başsavcının çaresizliğidir.” Özel ayrıca, soruşturmanın merkezinde yer alan Hüseyin Gün adlı kişinin “İngiliz istihbaratıyla çalıştığını itiraf ettiğini” söyledi. İtirafçı ifade verdi, İmamoğlu 5 saat bekletildi CHP’li Gökhan Günaydın, ilk olarak itirafçı Hüseyin Gün’ün ifadesinin alındığını, yaklaşık yarım saat sürdüğünü belirtti. İmamoğlu, 5 saat boyunca avukatlarıyla dahi görüştürülmeden bekletildi. Ardından Merdan Yanardağ, Necati Özkan ve İSTTELKOM A.Ş. Genel Müdürü Melih Geçek’in ifadelerinin de alınmaya başlandığı bildirildi. Soruşturmanın geçmişi: TELE1’e kayyum, “casusluk” suçlaması İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Ekrem İmamoğlu ve Necati Özkan hakkında “casusluk” suçlamasıyla soruşturma başlatıldığını açıklamıştı. Soruşturma kapsamında gazeteci Merdan Yanardağ gözaltına alınmış ve Genel Yayın Yönetmeni olduğu TELE1 televizyonuna kayyum atanmıştı. Savcılık kaynakları, soruşturmanın “yabancı bir ülke lehine bilgi paylaşımı yapıldığı iddiaları” çerçevesinde yürütüldüğünü belirtmişti. “Casusluk davası” politik mi, hukuki mi? İmamoğlu’nun ifade süreci, yalnızca bir yargılamanın değil, Türkiye’deki siyasal iklimin de kritik testi olarak görülüyor. CHP cephesi, davayı “siyasi bir operasyon” olarak nitelendirirken; hükümet çevreleri “devlet güvenliğiyle ilgili ciddi bir soruşturma” yürütüldüğünü savunuyor. Gazeteciler ve hukukçular, Çağlayan’daki sürecin, önümüzdeki seçimlerin seyrini ve muhalefet içi dengeleri doğrudan etkileyeceği görüşünde birleşiyor. Sonuç: Ekrem İmamoğlu’nun “casusluk” iddiasıyla verdiği ifade, Türkiye siyasetinde yeni bir kırılma anı olarak kayda geçti. Adliye önünde toplanan yurttaşların sloganları ise günün özetiydi: “İradeye dokunma, adaleti geri ver!”

Balıkçılar 80 bin TL maaşa rağmen tayfa bulamıyor Haber

Balıkçılar 80 bin TL maaşa rağmen tayfa bulamıyor

Ege Denizi’nde av sezonu hızla devam ederken balıkçılık sektörünün kronikleşen bir sorunu daha görünür hale geldi: Tayfa krizi. Deniz Ürünleri Avcıları Üreticileri Merkez Birliği Başkan Vekili Mehmet Aksoy, sektörün en büyük darboğazının “nitelikli iş gücü eksikliği” olduğunu belirterek, “Gençler teknede değil, ofiste çalışmak istiyor” dedi. “Asgari ücretin 3-4 katını veriyoruz, yine de kimse gelmiyor” Balıkçılık sektörünün omurgasını oluşturan tayfaların maaşları asgari ücretin 3-4 katına ulaşmış durumda. Ancak Aksoy’a göre bu yüksek kazanç bile gençlerin ilgisini çekmiyor: “Tayfalar bir teknenin olmazsa olmazıdır. Kendilerine asgari ücretin 3-4 katı maaş veriyoruz fakat gençler masa başı iş istedikleri için tayfalığı tercih etmiyor. Gemi sahibi üç öğün yemek, yatacak yer ve sezon sonunda gelirden prim de veriyor. Buna rağmen tayfa bulmakta zorlanıyoruz.” Aksoy, mevcut tayfaların “futbolcu gibi transfer” dönemleri yaşadığını belirterek, iyi personelin her sezon farklı teknelere geçtiğini anlattı. “Bu sorunu çözmek için ara eleman yetiştiren meslek yüksekokulları açılması yönünde çalışmalar yürütüyoruz.” “Maaşlar 80 bin TL’ye dayandı ama eleman yok” İzmir Güzelbahçe Balıkçı Barınağı’nda çalışan Mustafa Baran, mesleği babasından devraldığını belirterek, gençlerin sektörden uzaklaştığını söyledi: “Son dönemlerde tayfa bulmakta zorlanıyoruz. Bulsak bile kalifiye değiller. Eğitmek için aylarca uğraşıyoruz. Maaşlar 80 bin liraya dayandı ama çalışacak kimse yok.” Baran’a göre tayfa eksikliği yalnızca Ege’ye özgü değil; Karadeniz ve Marmara’daki teknelerde de benzer tablo yaşanıyor. “Yüksek para veriyoruz ama gençler işi beğenmiyor” Balıkçılıkta 50 yılı geride bırakan Hüseyin Cambaz, deniz emeğinin ağır ama kazançlı bir iş olduğunu, buna rağmen gençlerin teknelere çıkmak istemediğini vurguladı: “Gençler teknede çalışmak istemiyor. Üç öğün yemek, kalacak yer ve 80 bin lira maaş veriyoruz, ama işi beğenmiyorlar. Bu sadece Ege’nin değil, Türkiye’nin sorunu.” Cambaz, “Tayfa olmadan gemi bir işe yaramaz,” diyerek sorunun sürdürülebilir balıkçılığı tehdit ettiğini dile getirdi. “Zor ama ekmeği denizde” 30 yıldır tayfa olarak çalışan Salih Peşmen ise emeğin karşılığının olduğunu ancak işin zorluğunun gençleri caydırdığını söylüyor: “Gemide çalışmak gerçekten zor. Maaşlar 70 bin liradan başlayıp 100 bine kadar çıkıyor ama deniz hayatı sabır ister. Gençler o sabrı göstermiyor.” Tayfalar, Eylül’den Nisan’a kadar tüm hava koşullarına rağmen denizde çalışıyor, ağları seriyor, balıkları ayrıştırıyor ve teknelerin bakımını üstleniyor. “Balıkçı tayfası denizlerin görünmeyen kahramanı” Uzmanlara göre tayfalar, Türkiye’nin balık üretim zincirinin en kritik halkası. Rota, güvenlik, bakım, temizlik ve ağ hazırlığı gibi görevlerle balıkçılığın sürdürülebilirliğini sağlıyorlar. Ancak bu emek, genç kuşak için cazibesini yitirmiş durumda. Denizin riskli doğası, uzun mesai saatleri ve şehir yaşamından uzak koşullar, yeni nesli masa başı işlere yöneltiyor. Ege’den Karadeniz’e uzanan tayfa sıkıntısı, Türkiye’de denizcilik meslek eğitiminin ve emek politikalarının yeniden ele alınmasını zorunlu kılıyor. Yüksek maaş, barınma ve prim imkânlarına rağmen gençlerin tekneden uzak durması, “emeğin kültürel dönüşümünü” de gözler önüne seriyor. “Balıkçı teknelerinde artık tayfa değil, boş ağlar bekliyor.”

Gazze Mahkemesi: Nihai karar çıktı — ‘Soykırım ve apartheid’ tespitiyle küresel çağrı Haber

Gazze Mahkemesi: Nihai karar çıktı — ‘Soykırım ve apartheid’ tespitiyle küresel çağrı

Gazze’de işlenen savaş suçlarını incelemek üzere bağımsız olarak düzenlenen “Gazze Mahkemesi”, İstanbul Üniversitesi’ndeki final oturumlarının dördüncü gününde nihai kararını açıkladı. Mahkeme, açlığın silah olarak kullanılması, tıbbi bakımın reddi, zorla yerinden etme gibi uygulamaların soykırım ve toplu cezalandırma araçları olduğunu; İsrail’in eylemlerinin Siyonizm kökenli üstünlükçi bir apartheid rejisi bağlamında değerlendirilebileceğini ilan etti. Kararda ayrıca Batılı hükümetlerin, özellikle ABDnin, diplomatik ve askeri desteğiyle “suç ortaklığı” yaptığı ileri sürülerek BM Genel Kurulu aracılığıyla acil kolektif önlemler alınması çağrısı yapıldı. Mahkemenin en kritik tespiti: İsrail’in uygulamaları soykırım vasfı taşıyor Gazze Mahkemesi karar metni, “Açlığın silah haline getirilmesi, tıbbi bakımın reddi ve zorla yerinden edilme” gibi uygulamaların tüm nüfusu hedef alan toplu cezalandırma ve soykırım araçları olduğunu beyan ediyor. Bu vurgu, mahkemenin delil değerlendirmesinin merkezinde yer aldı ve uluslararası hukukun en ağır suç kategorilerinden birine işaret etti. Mahkeme, bu tespitle İsrail uygulamalarının salt çatışma uygulamaları olmadığını, kitlesel yok etmeye varan politik sonuçlar doğurduğunu savundu. “Bu bir insanlık suçudur; araçları arasında açlık ve sağlık hizmetlerinin sistematik dışında bırakılması vardır,” şeklinde özetlenebilecek bu tespit, karar metninde vurgulanmış bulunuyor. Batılı aktörlerin rolü ve sorumluluk iddiası: ABD ve müttefiklerinin “suç ortaklığı” iddiası Mahkeme kararında Batılı hükümetlerin, özellikle ABD’nin, İsrail’e sağladığı diplomatik koruma, silah ve istihbarat desteği yoluyla sürece suç ortaklığı düzeyinde katkıda bulunduğu ileri sürüldü. Karar, bu destek zincirinin kimi hallerde fiili işbirliğine dönüştüğünü; dolayısıyla yalnızca İsrail değil, yardakçı aktörlerin de sorumluluk taşıdığını belirtiyor. Bu vurgu, uluslararası sorumluluk ve hesap verme yollarının genişletilmesi çağrısını beraberinde getiriyor. “Batılı hükümetler, özellikle ABD, diplomatik koruma, silah, istihbarat, askeri yardım ve eğitim sağlama ve ekonomik ilişkileri sürdürme yoluyla İsrail’in soykırımına suç ortaktır.” Mahkemenin somut önerileri: BM Genel Kurulu’na ve küresel harekete çağrı Karar metni, BM Güvenlik Konseyi’nin ABD vetoları nedeniyle etkisiz kaldığı vurgusuyla, BM Genel Kurulu’nun “Barış için Birleşme Kararı” (Uniting for Peace) mekanizmasını etkinleştirmesini öneriyor; amaç, Filistin toprakları için koruyucu bir güç kurulması ve soykırımın durdurulması yönünde kolektif adımlar atılması. Ayrıca karar, Siyonist yapıların güç kaynaklarının haritalandırılması ve bunlara karşı hukuki, ekonomik, kültürel ve teknolojik alanlarda koordineli küresel bir strateji inşa edilmesi çağrısını içeriyor. “BM Genel Kurulu’nun Barış için Birleşme Kararı etkinleştirilmeli; Siyonist yapıları ortadan kaldırmaya yönelik hak temelli bir strateji ile güç kaynakları haritalandırılmalıdır.” Hukuki mahiyet ve pratik etkiler: Bu kararın bağlayıcılığı ve olası yansımaları Gazze Mahkemesi bağımsız, sivil toplum odaklı bir girişim olarak kuruldu; uluslararası bir yargı organı statüsünde değildir. Dolayısıyla kararın hukuki bağlayıcılığı sınırlıdır; ancak politik ve normatif etkisi yüksek olabilir. Kararın pratik yansımaları şunlar olabilir: Siyasi baskı ve kamuoyu mobilizasyonu: Karar, hükümetleri ve uluslararası kurumları harekete geçirmek üzere küresel bir kampanyanın dayanak metni haline gelebilir. Hukuki strateji ve delil havuzu: Mahkeme tarafından derlenen deliller ve tespitler, uluslararası ceza yargılamalarında veya ulusal mahkemelerde kullanılmak üzere referans gösterilebilir; özellikle insan hakları örgütlerinin ve mağdur temsilcilerinin ileri sürecekleri davalarda etkili olabilir. Diplomasi ve yaptırım tartışmaları: Kararın “suç ortaklığı” iddiaları, bazı devletlerin İsrail’le ilişkilerini ve silah-ticaret pratiklerini gözden geçirmesine yol açabilir; ancak bunun gerçekleşmesi siyaset, ekonomik çıkarlar ve güvenlik değerlendirmelerine bağlıdır. Eleştiriler ve muhtemel itirazlar: Kararın meşruiyeti ve tarafsızlık tartışmaları Kararın savları, özellikle “soykırım” ve “Siyonizm’i ortadan kaldırma” gibi ifadeler nedeniyle yoğun tartışma doğuracaktır. Olası itirazlar şöyle özetlenebilir: Hukuki usul itirazları: Mahkemenin bağlayıcı bir uluslararası mahkeme olmadığı, metodolojisinin ve delil değerlendirme süreçlerinin tartışmaya açık olduğu iddia edilebilir. Siyasi karşı-ataklar: İsrail ve destekçileri, kararın siyasi amaçlı ve önyargılı olduğunu ileri sürerek itiraz edecek; ayrıca BM nezdinde benzer girişimler karşı kampanyalarla karşılaşabilir. Pratik uygulanabilirlik: Kararın öngördüğü geniş kapsamlı küresel izolasyon ve Siyonist yapıların “ortadan kaldırılması” çağrısı, uluslararası hukuk ve politika gerçekleriyle sınırlanacaktır; dolayısıyla somut adımlara dönüşmesi uzun ve karmaşık bir süreç gerektirir. Karar hem bir hukuk arayışı hem de uluslararası siyaset aynasıdır Gazze Mahkemesi’nin nihai bildirgesi, hukuki terimlerle ağır bir itham (soykırım, apartheid) getirirken, aynı zamanda uluslararası kamuoyunu harekete geçirme amacı taşıyan stratejik bir belge niteliğinde. Kararın gücü, delillerin kamuoyuna açılması, uzman ve gözlemci beyanlarının derlenmesi ve normatif bir çerçeve sunmasından geliyor. Ancak kararın uluslararası sistem üzerindeki etkisi, BM mekanizmalarının işleyişi, büyük güçlerin (özellikle ABD) tepkisi ve Avrupa devletlerinin politik tercihleri ile sınırlandırılacaktır. “Gazze Mahkemesi, soykırım iddiasını delilleriyle ortaya koyuyor; artık soru, uluslararası sistemin bu iddialara nasıl yanıt vereceğidir.” Ne değişti, ne değişebilir? Gazze Mahkemesi’nin İstanbul’daki final oturumunun nihai bildirisinin önemi şu iki düzlemde özetlenebilir: birincisi, hukuki ve vicdani bir belge olarak Gazze’de yaşananlara dair güçlü bir kayıt sunması; ikincisi, politik araç olarak küresel dayanışmayı ve kurumsal müdahaleyi tetikleme potansiyeli taşıması. Ancak unutulmamalıdır ki, kararın bağlayıcılığı sınırlıdır; gerçek değişim, BM organları, devlet siyasetleri ve uluslararası hukuk mekanizmalarının bu tespiti nasıl ele alacağıyla belirlenecektir. Türkiye halkı ve küresel kamuoyu, şimdi bu kararın izlerini diplomasi, sivil toplum kampanyaları ve hukuki takibatta arayacak.

Ünlü oyuncu Mehmet Yaşa: “Filistin kırmızı çizgim” diyerek Uzak Şehir dizisinden ayrıldı Haber

Ünlü oyuncu Mehmet Yaşa: “Filistin kırmızı çizgim” diyerek Uzak Şehir dizisinden ayrıldı

Kanal D ekranlarında yayınlanan ve son dönemde yüksek izlenme oranlarıyla dikkat çeken Uzak Şehir dizisinde yaşanan bir sahne, sosyal medyada büyük tartışma yarattı. Dizide Filistin bayrağını andıran renklerdeki kıyafetlerin yerlere fırlatıldığı bir sahne, izleyicilerin tepkisine neden oldu. Tepkiler büyürken, dizinin oyuncularından Mehmet Yaşa projeden ayrıldığını duyurdu. “Filistin bizim kırmızı çizgimizdir” Mehmet Yaşa, sosyal medya hesabından paylaştığı video mesajında kararıyla ilgili şu ifadeleri kullandı: “Bu sahnenin ardından Uzak Şehir dizisini bırakıyorum. Filistin bizim kırmızı çizgimizdir. Filistin’de anneler ve çocuklar şehit düşüyor. Bunu ne benim vicdanım kabul eder ne de annem bana hakkını helal eder.” Oyuncu, açıklamasında hem vicdani hem de ahlaki bir duruş sergilediğini belirterek, “Evet biliyorum, bütün kapılar suratıma kapanacak ama Allah Teala bir kapıyı kapatır, diğerini açar. Bu saatten sonra benim için Uzak Şehir dizisi bitmiştir” dedi. Tepki çeken sahne sosyal medyada gündem oldu Uzak Şehir’in son bölümünde yer alan sahnede, Filistin bayrağının renklerine benzeyen yeşil, kırmızı ve siyah tonlardaki kıyafetlerin yere atıldığı bir sahne yer aldı. Görüntüler kısa sürede sosyal medyada binlerce paylaşım alırken, kullanıcılar dizinin yapımcısını ve kanalı eleştiren mesajlar paylaştı. Bazı yurttaşlar sahnenin “simgesel bir saygısızlık” olarak görülebileceğini dile getirirken, dizi ekibinden konuyla ilgili henüz resmi bir açıklama yapılmadı. “Annem bana hakkını helal etmez” Yaşa, paylaştığı mesajda duygusal ifadelerle ailesine de atıfta bulundu: “Filistin’de yaşananlar ortadayken ben o sahnede duramam. Annem bana hakkını helal etmez. Filistin’deki acı bizim acımız, oradaki insanlar bizim kardeşimizdir.” Oyuncunun açıklaması kısa sürede çok sayıda kullanıcı tarafından paylaşıldı. Sosyal medya platformlarında #FilistinKırmızıÇizgimizdir etiketi kısa sürede trend listelerine girdi. Dizinin geleceği merak konusu Mehmet Yaşa’nın projeden ayrılışı sonrası dizinin senaryosunun ve karakter yapısının nasıl şekilleneceği henüz bilinmiyor. Yapım ekibi tarafından kamuoyuna bir açıklama yapılmazken, diziye yönelik tepkiler sürüyor. Yaşa’nın kararının ardından sosyal medyada çok sayıda izleyici, oyuncuya destek mesajı paylaştı. Bazı izleyiciler ise, “Sanatçının sessiz kalmaması gurur verici” yorumunda bulundu. Mehmet Yaşa’nın “Filistin kırmızı çizgim” diyerek diziden ayrılması, Türkiye toplumunun sanat ve vicdan arasındaki sınır çizgisini yeniden gündeme taşıdı. Oyuncunun sözleriyle, “Bir rol gider, ama insanlık kalır.”

Li Qiang: Üst düzey açılım kararlılıkla teşvik edilecek Haber

Li Qiang: Üst düzey açılım kararlılıkla teşvik edilecek

Çin Başbakanı Li Qiang, ülkesinin ekonomik vizyonuna ilişkin yaptığı açıklamada, “Çin üst düzey açılımı kararlılıkla teşvik edecek, pazara erişimi kolaylaştıracak ve iş ortamını sürekli olarak iyileştirecek” dedi. “Açılım politikamız kararlılıkla sürecek” Li Qiang, resmi ziyareti kapsamında katıldığı Çin-Singapur İş Dünyası Sempozyumu’nda yaptığı konuşmada, Çin’in dışa açılım politikasının yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda “küresel barış ve refahın sürdürülebilirliği için bir zorunluluk” olduğunu belirtti. “Çin üst düzey açılımı kararlılıkla destekleyecek, pazar girişini daha da kolaylaştıracak ve yabancı yatırımcılar için adil, şeffaf bir iş ortamı oluşturacaktır. Ülkemiz, işletmelerin makul endişelerini aktif biçimde ele alacaktır.” Çin Başbakanı, açıklamasında “piyasa güveninin güçlendirilmesi” ve “uluslararası iş birliğinin derinleştirilmesi” vurgularını öne çıkardı. “İş ortamı sürekli olarak iyileştirilecek” Li Qiang, Asya ekonomilerinin birbirine bağlılığının her zamankinden daha güçlü hale geldiğini belirterek, Çin’in yatırımcı dostu politikalarını sürdürme kararlılığında olduğunu dile getirdi: “Çin ekonomisi küresel tedarik zincirinin ayrılmaz bir parçasıdır. Biz, reformları derinleştirerek, şeffaflığı artırarak ve uluslararası standartlara uyum sağlayarak iş ortamını daha da iyileştireceğiz.” Li, ayrıca Çin’de faaliyet gösteren yabancı firmalara yönelik yasal korumaların güçlendirileceğini, “adil rekabet” ilkesinin ekonomi politikalarının merkezinde yer alacağını ifade etti. “Singapur’la ekonomik bağlarımız örnek nitelikte” Sempozyuma Singapur Başbakan Yardımcısı Gan Kim Yong ile birlikte katılan Li Qiang, iki ülke arasındaki ekonomik ortaklığın “bölgesel istikrarın modeli” olduğunu söyledi. “Çin ve Singapur arasındaki karşılıklı güven, Güneydoğu Asya’nın ekonomik kalkınması için önemli bir dayanak oluşturmaktadır. Ortak projelerimiz dijital dönüşüm, yeşil enerji ve finansal entegrasyon alanlarında genişliyor.” Li Qiang, Singapur’un Asya-Pasifik bölgesinde Çin yatırımları açısından stratejik öneme sahip olduğunu belirterek, bu ortaklığın APEC çerçevesinde daha da güçlendirileceğini açıkladı. “Açılım Çin’in kalkınma modelinin temelidir” Ekonomik gözlemciler, Li Qiang’ın açıklamalarını, Çin yönetiminin küresel belirsizliklere rağmen reform ve dışa açıklık politikasında geri adım atmayacağı mesajı olarak değerlendirdi. Çin yönetimi, son dönemde hem APEC ülkeleriyle hem de Avrupa ve Güneydoğu Asya ekonomileriyle yeni yatırım anlaşmaları üzerinde çalışıyor. Li’nin sözleri, Pekin’in “korumacılığa karşı serbest ticareti savunan” tutumunu bir kez daha teyit etti. “Açılım, Çin’in kalkınma modelinin temelidir. Dünyaya kapalı bir Çin değil, dünya ile birlikte büyüyen bir Çin istiyoruz.” Başbakan Li Qiang’ın açıklamaları, Çin’in küresel ekonomiyle entegrasyonunu sürdürme ve uluslararası sermayeye güven verme yönündeki iradesini yeniden ortaya koydu. Çin yönetimi, reform ve açıklık politikasını “sürdürülebilir büyüme ve istikrarın garantisi” olarak görüyor.

Mehmet Uçum: Egemenliğin ve birliğin dili Türkçe! Haber

Mehmet Uçum: Egemenliğin ve birliğin dili Türkçe!

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, bu haftaki Pazar yazısında “Egemenliğin ve birliğin dili Türkçe” başlıklı makalesinde, Türkçenin devlet dili olarak taşıdığı milli ve anayasal önemi vurguladı. Anadolu Ajansı için kaleme aldığı yazısında Uçum, hem Türkçenin konumuna hem de Kürtçe ve diğer yaşayan dillerin özgürlük alanlarına değindi. “Türkçe dokunulmazdır” Uçum, yazısında Türkçenin yalnızca iletişim dili değil, aynı zamanda Türkiye halkının birliğini ve egemenliğini temsil eden kurucu unsur olduğunu belirtti: “Türkler, Kürt yurttaşlar, Araplar, Zazalar, Lazlar, Çerkezler, Gürcüler… Kısacası Türkiye toplumunun bütün unsurları bu ülkenin ayrılmaz parçalarıdır. Objektif bir realite olarak Türkçe de Türkiye halkının parçası, yani birliğin dilidir.” Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Türkçenin “devletin dili” olmasının değişmez ve tartışılmaz bir anayasal ilke olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi: “Milli birliğimizin harcı olan Türkçenin devletin dili yani tek resmi dil şeklinde muhafaza edilmesi bekanın gereğidir. Hiç kimsenin de bunu tartıştığı yoktur. Türkçe dokunulmazdır.” Uçum, Türkçenin “egemen tek dil” konumunun, millet egemenliği ilkesinin doğal sonucu olduğunu vurguladı: “Egemenlik Türkiye halkının oluşturduğu Türk Milletine ait olduğu için, milletin dili olan Türkçe de egemen tek dildir.” “Kürtçe ve diğer yaşayan diller insan özgürlüğünün parçasıdır” Mehmet Uçum, Türkçenin devlet dili olarak taşıdığı statünün diğer dillerle karıştırılmaması gerektiğini, ancak her anadilin öğrenilme ve kullanılma özgürlüğünün temel bir insan hakkı olduğunu belirtti. “Türkçe ile diğer dilleri aynı statüye koymak doğru değildir. Bununla birlikte bütün anadiller, bu dillerin öğrenilmesi ve kullanılması insanın özgürlüğüyle ilgilidir. Devletin görevi bu özgürlük alanını tanımak ve gerekli imkânları sağlamaktır.” Uçum, geçmişteki yasak ve inkâr politikalarına da değinerek, “12 Eylül Faşizmi döneminde anadillerin yasaklandığını, bu durumun demokratikleşme süreciyle aşıldığını” ifade etti. “Erdoğan devrimiyle dil özgürlüğü genişledi” Uçum, Türkiye’de farklı dil ve lehçelere yönelik özgürlük alanlarının genişlemesini “Erdoğan devrimi” olarak tanımladı: “2003 yılında başlayan ve 2014’te 2923 sayılı Kanun’la düzenlenen reformlarla, farklı dil ve lehçelerin öğretimi ve kullanımı güvence altına alınmıştır. Bu uygulamalar on yılı aşkın süredir devam ediyor.” “Yaşayan Diller ve Lehçeler” dersi kapsamında Kürtçe (Kurmanca ve Zazaca), Lazca, Gürcüce, Arnavutça, Boşnakça gibi dillerin devlet okullarında seçmeli ders olarak okutulduğunu hatırlatan Uçum, Kürtçe dil eğitimi ve yayıncılığında sağlanan özgürlükleri tek tek sıraladı. Kürtçe’nin kamusal alandaki yeri Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Kürtçe’nin eğitimden siyasete, kültürden medya alanına kadar geniş bir çerçevede özgürleştirildiğini belirtti: “Kürtçe dil dersi devlet okullarında ve özel okullarda seçmeli olarak alınabiliyor. Üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümleri kuruldu, Kürtçe dil kursları açmak mümkün. Q, X, W gibi harflerin kullanımına izin verildi.” Uçum, ayrıca devletin kültürel kurumlarında da Kürtçe üretimlerin desteklendiğini vurguladı: “Kültür Bakanlığı Kürt edebiyatının önde gelen eserlerini yayınlıyor. Devlet Tiyatroları Kürtçe oyunlar sahneliyor. TRT Kurdi’nin 24 saat Kürtçe yayın yapması da bu dönemin eseridir.” “Yeni anayasa, dil özgürlüklerini teminat altına almalı” Yazısının sonunda Uçum, yeni anayasa hazırlıkları kapsamında Türkiye’deki dil rejiminin hukuki güvenceye kavuşturulması gerektiğini belirtti: “Yeni anayasa hayata geçtiğinde, Türkiye’deki geleneksel ve yaşayan bütün dil ve lehçelerin kavuştuğu özgürlüklere anayasal dayanak sağlanabilir. Örneğin, ‘günlük yaşamda kullanılan başka dillerin öğretimine ilişkin hususlar kanunla düzenlenir’ hükmüyle bu durum güvenceye alınabilir.” Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Türkçenin egemen tek dil olarak varlığını koruyacağını, bunun yanında Kürtçe dahil tüm anadillerin öğrenilmesi ve kullanılmasının anayasal teminat altına alınabileceğini söyledi. “Türkçenin egemen ve birleştirici tek dil olması değiştirilemez bir kuraldır. Ancak bu, diğer dillerin özgürce yaşamasıyla çelişmez; aksine Türkiye toplumunun zenginliğidir.” Mehmet Uçum’un “Egemenliğin ve birliğin dili Türkçe” başlıklı yazısı, Türkçenin devlet dili olarak korunmasının milli egemenliğin temeli olduğunu, ancak Kürtçe ve diğer dillerin özgürlük alanlarının da insan hakları perspektifinden güçlendirilmesi gerektiğini savunan, hem merkeziyetçi hem çoğulcu bir yaklaşım sunuyor. “Türkçe egemen dil olmaya devam edecek, ama bu topraklarda konuşulan her dil de yaşama hakkına sahip olacak.”

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.