SON DAKİKA

#Diyarbakır

HABER DEĞER - Diyarbakır haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Diyarbakır haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Barışın Yarım Kalan Nefesi: Tahir Elçi Haber

Barışın Yarım Kalan Nefesi: Tahir Elçi

“İnsanlığın bu ortak mekânında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz.” Bazı insanlar vardır; zaman geçtikçe, tıpkı kökleri derine inen bir çınar gibi daha da görünür hâle gelirler. Unutulmazlar, aksine her yıl daha berrak bir hakikatin ortasında belirirler. Bu topraklarda her geçen gün büyüyen bir vicdan çağrısına dönüşen isimlerden biri de hiç kuşkusuz Tahir Elçi’dir. Dört Ayaklı Minare’nin gölgesinde kurşunlanan bedeni toprağa düşmüş olabilir; ama ruhu hâlâ Diyarbakır’ın, Amed'in semalarında dolaşıyor. Barışa uzanan bir el gibi süzülerek, bu coğrafyaya bir daha savaş, çatışma ve acı gelmesin diye fısıldamayı sürdürüyor. Bazen adaletin işlemediği bir an gelir; mahkeme salonuna bir güvercin konar. Lice davasında olduğu gibi… O narin beden, kapıya ilişen bir sessizlikle “Ben buradayım” der. O ses bugün hâlâ Tahir Elçi’nin sesidir. Tahir Elçi’yi yalnızca bir baro başkanı ya da bir avukat olarak tarif etmek yetersizdir. O, 90’lı yılların faili meçhul karanlığında ölümle burun buruna çalışan bir hukukçuydu. Ergenekon’un, JİTEM’in ve devlet içindeki hukuksuz yapıların karşısına dikilen bir adalet savunucusuydu. Yıllarca: • Yakılan köylerin izini sürdü, • Asit kuyularına atılan gençlerin dosyalarını açtı, • Kayıplarını arayan annelerin sesini duyurdu, • İşkence odalarının karanlığını raporlarla aydınlattı, • Ve Türkiye'nin, Türkiye Kürdistanı'nın dört bir yanında insanlığa karşı işlenen ağır suçları hukuk terazisine taşıdı. Kuşkonar’ın bombalanmasını milim milim inceleyen; tanıklarla, belgelerle hakikati ortaya çıkaran bir hafıza işçisiydi. Diyarbakır Barosu’nun başına geçtiğinde bir makam sahibinden çok, mağdurların dili oldu. Lice’nin, Cizre’nin, Şırnak’ın, Dargeçit’in acılarını kendi bedeninde taşıdı. Her dosyada bir halkın yükünü omzuna aldı. Bu nedenle Elçi, sadece bir baro başkanı değil; binlerce insanın Tahir abisiydi. Çözüm Süreci ve Son Çırpınış 2015’e gelindiğinde çözüm süreci çözülmenin eşiğindeydi. Siyasi açıklamalar umut verse de sahada karanlık bir hazırlığın izleri beliriyordu. Bunu herkesten önce fark edenlerden biri Tahir Elçi’ydi. Bir gün Silvan’da, ertesi gün Lice’de, sonra Cizre’deydi. Gerginliği düşürmeye, çatışmayı durdurmaya, devlet ile halk arasındaki yarılmayı onarmaya çalışıyordu. Baroya bile nadiren uğrar olmuştu; çünkü barış hızla elden kayıyordu. Yine de geri çekilmedi. Çünkü barışın kapısının kapanması demek, binlerce hayatın kararması demekti. O kapının kapanmasına bedenini koydu. Ve o yüzden, Dört Ayaklı Minare’nin ayaklarının altında şu tarihi cümleyi kurdu: “Bu ortak mekânda silah istemiyoruz.” Bu, halka bir çağrı, devlete bir uyarı, tarihe bırakılmış bir vasiyetti. Yarıda Kalan Barışımızdır Tahir Elçi 28 Kasım 2015’te, yıllarca faili meçhullerle mücadele ettiği bu kentin ortasında katledildi. Birçok kişi onun ölümünü “çatışmanın ortasında kalmış talihsiz bir an” diye açıkladı. Oysa yere düşen sadece bir insan değildi; barışın kendisiydi. Tahir Elçi o gün yalnızca bir basın açıklaması yapmıyordu. Barışa kasteden karanlığa sesleniyordu. Ve o karanlık, onu canlı yayında, herkesin gözünün içine bakarak susturdu. Unutulan Cesaret: İmralı Çağrısı Bugün Türkiye yeniden İmralı temaslarını tartışırken, hafızanın tozlu bir köşesine itilmiş bir gerçeği hatırlamak gerekir: 2015’te en cesur çıkışlardan birini yapan kişi Tahir Elçi’ydi. “İmralı ile görüşme yapılmalıdır; çözümün adresi bellidir” diyenlerden biriydi. O dönemki yoğun linç kampanyalarına rağmen bu cümleyi kurdu. Çünkü biliyordu: Barış, doğru adreslerden gelmeden gelmez. Bugün gelinen noktayı ise RED sorunsalı gölgelemektedir. Tahir Elçi, sadece anmalarda adı geçen bir figür değildir. Bu coğrafyanın vicdanıdır, hafızasıdır, barış ihtimalinin simgesidir. Bu topraklar barışı gerçekten konuştuğunda, en önde duran hep oydu. En cesur cümleleri o kurdu. En ağır bedelleri gerektiren zamanlarda bile geri adım atmadı. Ve kapanmak üzere olan barış kapısına kendi bedenini koydu. Bugün hâlâ Diyarbakır'ın, Amed'in sokaklarında, Sur’un taşlarında, Lice’nin dağlarında, Cizre’nin kavşaklarında yankılanan bir ses var: “Bu coğrafyada artık savaş değil, barış olsun.” Ve o ses hâlâ Tahir Elçi’nin sesidir. Sevgili Tahir abinin anısını, emeklerini ve cesaretini bir kez daha minnetle yad ediyorum. ŞİYAR KAYMAZ

DBB Kadın Meclisi, şiddetsiz bir yaşam için sahada Haber

DBB Kadın Meclisi, şiddetsiz bir yaşam için sahada

Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla yürütülen farkındalık faaliyetleri kapsamında belediye birimleri ziyaret edildi, bilgilendirme çalışmaları yapıldı ve otobüslere çok dilli pankartlar asıldı. DİYARBAKIR (İGFA) - “Şiddetsiz ve Özgür Bir Yaşam İçin Sözümüz Bitmedi, Şiddeti Birlikte Durduracağız” sloganıyla sürdürülen çalışmalar çerçevesinde, Büyükşehir Belediyesi Kadın Meclisi, belediye birimlerini ziyaret ederek meclisin çalışma amacı, yapısı ve hedefleri hakkında bilgilendirmelerde bulundu. Ziyaretlerde, kadınların karar alma süreçlerine katılımını güçlendirmeyi, kurumsal dayanışmayı artırmayı ve toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifini kurum genelinde yaygınlaştırmayı hedefleyen çalışmalar paylaşıldı. ‘Hedef, dayanışma duygusunu güçlendirmek’ Kadın Meclisi üyeleri, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne dikkat çekmek amacıyla kadın çalışanlara dayanışma bileklikleri dağıttı. Çalışmanın, kadına yönelik şiddete karşı farkındalık oluşturarak ortak dayanışma duygusunu güçlendirmeyi hedeflediği ifade edildi. Pankartlarla farkındalık oluşturuldu Öte yandan Ulaşım Daire Başkanlığı, şehir içi ve ilçelerde hizmet veren otobüslerin önlerine; Türkçe, Kurmanci ve Kirmanckî hazırlanmış kadına yönelik şiddete dikkat çeken pankartlar astı.

Zaza kimliği siyasete taşınıyor: Deza-Par resmen kuruldu Haber

Zaza kimliği siyasete taşınıyor: Deza-Par resmen kuruldu

Ankara’da 9 Mayıs 2016’da kurulan Demokrasi Zamanı Partisi (DEZA-PAR), Anadolu’nun kadim halklarından Zazaların kimliğini ve kültürel mirasını siyasi zemine taşıma amacıyla yola çıktı. Zazaca’nın statüsünün güçlendirilmesi, eğitimde seçmeli derslerin yaygınlaşması ve kültürel özerklik başlıklarıyla öne çıkan parti, Zazaların ayrı bir halk olarak görünürlüğünü artırmayı hedefliyor. Zaza kimliğinin siyasete taşınması tarihi bir adım olarak görülüyor Bingöl, Tunceli (Dersim), Elazığ, Diyarbakır, Siirt, Bitlis ve Muş illerinde yoğunlaşan, sayıları 2–3 milyon arasında tahmin edilen Zazalar, uzun yıllardır süren dil ve kültür mücadelesini artık parlamenter siyasetle buluşturmayı amaçlıyor. Parti, bu hamleyi “kendi renkleriyle demokrasiye katkı” olarak tanımlıyor. Parti, dil ve kültürel hakları programının merkezine koyuyor Parti manifestosu, Zazaca’nın resmi dil statüsü için adım atılmasını, okullarda Zazaca seçmeli derslerin yaygınlaştırılmasını ve kültürel özerklik tartışmalarının demokratik zeminde yürütülmesini savunuyor. “Zazalar ayrı bir halktır” vurgusu, programın temel cümlelerinden biri. İsim değişikliği yasal gerekçelerle yapıldı Kuruluş sürecinde, parti Mehmet Ali Şenel öncülüğünde önce “Zaza Halk Partisi” adıyla yola çıktı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “bölge veya ırk esasına göre parti kurulamaz” uyarısı üzerine isim “Demokrasi Zamanı Partisi” olarak değiştirildi. DEZA-PAR kısaltması, Zazaca’da “kuzen” anlamına gelen “deza” sözcüğünden esinlenerek seçildi; bu da topluluk içi birlik ve dayanışmayı simgeliyor. Zazaların tarihsel ve kültürel mirası çok katmanlıdır Zazaca (Dimilkî/Kırmanckî), Hint-Avrupa dillerinin İranî koluna mensup, Kürtçe ile akraba ama ayrı bir yapı sergileyen bir dildir. Dengbêjlik geleneği, saz, kaval, erbane eşliğinde aktarılan destan ve ağıtlarla yaşıyor; “çepik” ve “halay” gibi topluluk dansları sosyal bağları güçlendiriyor. İnanç dünyasında Alevilik ve Sünnilik (Şafiî) bir aradalık gösteriyor. Kilim dokumacılığı ve demircilik gibi el sanatları somut kültürel mirasın güçlü örnekleri arasında. Dersim 1937–38 gibi travmatik dönemler, kolektif hafızada derin izler bıraksa da kültürel direnç sürüyor. Kuruluş, Türkiye’de temsilde çeşitlilik tartışmasını canlandırıyor Genel Başkan Ali Demirel, kuruluş açıklamasında “Zazalar ayrı bir halktır; Kürt ya da başka bir kimliğin gölgesinde değil, kendi renklerimizle demokrasiye katkı sunacağız” dedi. Bu söylem, Türkiye toplumunun çokkültürlü yapısında temsilde adalet ve dil hakları tartışmalarını yeniden gündeme taşıyor. Parti, sahada miting ve kültürel etkinliklerle örgütlenecek DEZA-PAR, önümüzdeki aylarda Anadolu’nun çeşitli illerinde miting ve kültürel etkinlikler düzenleyerek tabanını genişletmeyi planlıyor. Hedef, meclis koridorlarında Zaza yurttaşların sesini daha güçlü duyurmak ve demokratik katılımı artırmak. Zaza kimliğinin siyasi görünürlüğü yeni bir eşiğe taşınıyor DEZA-PAR’ın tescili, Zazaca’nın korunması ve kimlik haklarının kurumsal düzeyde savunulması için yeni bir sayfa açıyor. Türkiye’nin çoğulcu demokrasi anlayışı açısından bu adım, dil ve kültür temelli hak arayışlarının siyasal temsille buluştuğu kritik bir dönüm noktası olarak öne çıkıyor.

Narin davasında sessizlik bozuldu: Müebbet alan amca tek ismi işaret etti! Haber

Narin davasında sessizlik bozuldu: Müebbet alan amca tek ismi işaret etti!

Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde 2024 yılında kaybolduktan sonra cansız bedeni derede bulunan 9 yaşındaki Narin Güran’ın cinayetine ilişkin davada verilen ağırlaştırılmış müebbet cezaları Yargıtay’a taşınırken, cezaevinde bulunan amca Salim Güran ilk kez konuştu. Güran, kardeşi aracılığıyla yayınladığı mesajda “Bu dava bitmedi, katil bellidir” diyerek Nevzat Bahtiyar’ı işaret etti. Dava Yargıtay aşamasında: Ağırlaştırılmış müebbet kararları masada Narin Güran cinayetinde anne Yüksel Güran, amca Salim Güran ve ağabey Enes Güran, “iştirak halinde çocuğa karşı kasten öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet cezası almıştı. Sanıklardan Nevzat Bahtiyar’a ise “delilleri yok etme” suçundan 4 yıl 6 ay hapis verilmişti. Mahkeme, olayın planlı şekilde işlendiğini ve sanıkların birlikte hareket ettiğini karara bağlamıştı. Ailelerin ve avukatların itirazı üzerine dosya Yargıtay’a taşındı. Cezaevinden gelen mesaj: “Susmayacağız, gerçek ortaya çıkacak” Eski muhtar olan ve olay tarihinde tutuklanan amca Salim Güran, sessizliğini bozarak cezaevinden mesaj gönderdi. Güran, paylaşımında “Bizi yalnız bırakmayan herkese teşekkür ederim. Deliller katilin kim olduğunu kabak gibi ortaya koyuyor. Biz kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğiz, susmayacağız” ifadelerini kullandı. Mesaj, kardeşi tarafından sosyal medya üzerinden paylaşıldı. Nevzat Bahtiyar iddiası: ‘Deliller ona işaret ediyor’ çıkışı Güran, olayda suçlandığı iddiaları reddederken tüm okları Nevzat Bahtiyar’a çevirdi. Mahkeme gerekçeli kararında tüm sanıkların birlikte hareket ettiği belirtilmişti ancak Salim Güran, “asıl failin saklandığını” ve dosyanın yeniden incelenmesi gerektiğini savunuyor. Aile, hem adli tıp raporları hem de telefon kayıtlarının yeniden araştırılmasını talep ediyor. Ailenin çağrısı: ‘Narin için adalet bitmedi’ Güran ailesi, Yargıtay sürecine dair “Son nefesimize kadar adalet arayacağız” açıklamasında bulundu. Dava sürecini yakından takip eden yurttaşlar ve kadın örgütleri de “çocuk cinayetlerinde cezasızlık kabul edilemez” diyerek sürecin kamuoyu baskısıyla takip edilmesi gerektiğini vurguluyor. Narin Güran cinayeti, Türkiye toplumunda infial yaratan çocuk cinayetleri arasında yer almaya devam ederken, Yargıtay’ın vereceği karar davanın seyrini belirleyecek.

Otizmli Veysel’den 3 gündür haber yok: Arama çalışmaları genişletildi Haber

Otizmli Veysel’den 3 gündür haber yok: Arama çalışmaları genişletildi

Aramalar sulama kanalları, dere yatakları ve ormanlık alanlarda yoğunlaştı Elazığ’ın Gümüşkavak Mahallesi’nde yaşayan otizmli Veysel Bilen, 5 Kasım günü öğle saatlerinde evden çıktı ve bir daha geri dönmedi. Ailesi ve mahalle sakinleri kendi imkânlarıyla yaptıkları aramada sonuç alamayınca durum 112 Acil Çağrı Merkezi’ne bildirildi. Bunun üzerine AFAD, Jandarma Arama Kurtarma, Polis Arama Kurtarma, UMKE, MEB AKUB ve sivil arama ekiplerinden oluşan yaklaşık 250 kişilik ekip bölgede çalışma başlattı. Suya ilgisi olduğu bilinen Veysel için özellikle sulama kanalları, dere yatakları ve gölet çevreleri öncelikli olarak tarandı. Termal dronlar ve iz takip köpekleriyle 30 kilometrelik alan tarandı Ekipler, termal kameralı dronlarla havadan, iz takip köpekleriyle karadan arama yapıyor. Mısır tarlaları, ormanlık alanlar, sazlık bölgeler ve su kenarları tek tek inceleniyor. Malatya ve Diyarbakır’dan destek olarak gönderilen termal dronlar da bölgede uçuşa başladı. AFAD Arama Kurtarma Şube Müdürü Süleyman Polat, şu açıklamayı yaptı: “3 gündür 30 kilometrelik alan taranıyor. Suyu sevdiği söylendiği için dalgıç ekipler su bölgelerinde arama yaptı. Henüz hiçbir ize ulaşamadık. Veysel bulunana kadar çalışmalarımız sürecek.” Aile ve ekipler umutlu, yurttaşlar kaygılı: “Bir iz bile yok” Veysel’in daha önce de birkaç kez evden uzaklaştığı bilinse de bugünkü süreçte kayıp süresi uzadıkça endişe artıyor. Arama bölgesine gelen yurttaşlar ve gönüllü ekipler, çalışmaların her saat daha geniş alana yayıldığını belirtiyor.

Demirtaş : Neler yapabilirdik ya da yapabiliriz? Haber

Demirtaş : Neler yapabilirdik ya da yapabiliriz?

HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun Abdullah Öcalan'ı ziyareti etmesi yönündeki tartışmalara yazı kaleme aldı. Edirne F Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, T24'te "Sürecin muhasebesi: Neler yapabilirdik ya da yapabiliriz?" başlıklı bir yazısında ilginç değerlendirmeler var. "Kardeşliğin hukuku, yasaları önce yüreklerde yapılmalı ki geri kalan normatif süreçler yeni bir iklimde, yeni bir atmosferde, yeni bir toplumsal ve siyasal zihniyette kolayca ve olumlu sonuçlar alacak şekilde ilerleyebilsin” diyen Demirtaş, “barış ve kardeşlik mutlaka kazanacak” ifadelerini kullandı. Selahattin Demirtaş’ın kaleme aldığı yazının tamamı şöyle: Sürecin kilit kavramı “silah” değil “kardeşlik”tir. Silah, kardeşlik hukukunu örselediği, kanattığı için tabii ki öncelikle silah aradan çıkmalıydı. Bununla eş zamanlı olarak da kardeşlik hukuku ve duygusu onarılmalıydı. İşte buna ilişkin etkili, sonuç alıcı tek bir adım bile atılmadı... Peki neler yapabilirdik ya da yapabiliriz? Ben aklıma ilk gelenleri sıralayayım, siz ekleyin, genişletin lütfen... Recep Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli ve Abdullah Öcalan’ın inisiyatifleriyle son bir yılda önemli gelişmeler yaşandı, ciddi adımlar atıldı. - Bahçeli’nin Ekim 2024’teki girişimi ve çağrısı - Öcalan’ın 27 Şubat çağrısı - Erdoğan’ın süreci sahiplenmesi - PKK’nin fesih kongresi - TBMM’de komisyon kurulması - Süleymaniye’de silahları yakma töreni yapılması - PKK’nin Türkiye’den tümüyle çekilmesi - SDG’nin Şam ile entegrasyon anlaşmasına varması Bunlar küçümsenecek, hiçleştirilecek adımlar değil. Hepsi de değerli ve tarihi hamleler. Tamamı da Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini yakından ilgilendiren ciddi, olumlu gelişmeler. Yani konunun “güvenlik” boyutunda, bir yılda büyük mesafe kat edildi. Bu, işin olumlu tarafı. Sürecin kilit kavramı “silah” değil “kardeşlik”tir Şimdi soru şudur: Süreç sadece “güvenlik” başlığından ve “güvenlik” başlığı da sadece silahtan mı oluşuyor? Bu soruya evet cevabı verenler ya “güvenlik” kavramını ya da süreci hiç anlamamış, en azından bizim anladığımız şekilde anlamamış demektir. Oysa sürecin kilit kavramı “silah” değil “kardeşlik”tir. Silah, kardeşlik hukukunu örselediği, kanattığı için tabii ki öncelikle silah aradan çıkmalıydı. Bununla eş zamanlı olarak da kardeşlik hukuku ve duygusu onarılmalıydı. İşte buna ilişkin etkili, sonuç alıcı tek bir adım bile atılmadı. Çıkarılması gereken yasalardan söz etmiyorum, henüz o konuda da ilerleme olmadı ancak yasadan önce yapılması gereken şey, duyguda birliği sağlamaya yönelik çalışmalardır, bunlar yapılmadı. Yasa Meclis’ten önce halkın bilincinde yapılmalıdır “Yasa nerede yapılır?” diye sorulsa herkes net bir şekilde “Meclis’te” diye cevaplayacaktır ancak bu cevap doğru değil. Yasa toplumda, halkta, millette yapılır; Meclis ise o yasayı norma dönüştürür ve bağlayıcı hale getirir. Dolayısıyla kardeşliğin yasaları önce halkın bağrında, yüreğinde, benliğinde ve bilincinde yapılmalıdır. İşin esası ideoloji, teori, norm değil duygudur. Kardeşlik önce duyguda kurulur, sonra Meclis onu norma, yasaya dönüştürür. Ortada duygu yokken yasa yapmaya kalkarsanız hem zorlanırsınız hem de halkın iradesinin tersine adım atmış olursunuz. Her şeyi getirip yasaya bağlamak ve sanki yasalar çıksa tüm sorunlar hemen o saat çözülecekmiş gibi bir beklentiye girmek büyük hatadır. Mesela Meclis yarın, “Kürtler ile Türkler kardeştir ve birbirlerini sevmek zorundadırlar” diye bir yasa yapsa mesele hallolur mu? Sabahına herkes birbirini sevmeye mi başlar? Evet, Kürt ile Türk kardeştir, birbirlerini kardeş gibi, ana gibi, yar gibi sevmelidir. Fakat son yüz yılın hataları nedeniyle araya kan girdi, silah girdi, ayrımcılık girdi. Tamamı Türk ve Kürt analarının evladı olan 50 bin kardeşimiz Türkiye’nin her mezarlığında toprağın altına girdi, bazılarının mezarı bile yok. Öfkeler, kızgınlıklar, kırgınlıklar, nefretler, intikam duyguları birikti, birikti, kardeşlerin arasına girdi. Bunları gidermek, yasımızı ve acımızı ortaklaştırmak, yaralarımızı karşılıklı sarmak, göz göze bakıp kardeşçe sarılmak, hüzün ve sevinç gözyaşlarını aynı anda dökmek yasadan çok daha öncelikli, yapıcı ve kalıcı olur. Zaten bunları yaptıktan sonra yasayı yapmak çok kolaydır ve o iş artık sadece küçük bir detaydır. Cumartesi Anneleri ile Barış Anneleri, Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nda Neler yapılabilirdi? Peki bu belirttiklerimi sağlamak için neler yapabilirdik ya da yapabiliriz? Ben aklıma ilk gelenleri sıralayayım, siz ekleyin, genişletin lütfen. Mesela Meclis Komisyonu aylarca “dinleme” adı altında top çevirmek yerine şunları yapsaydı çok daha etkili olmaz mıydı? Hatta siyasi parti liderleri de bu etkinliklerde yer alsalardı sonuç çok daha yapıcı olmaz mıydı? Neler mesela? • Liderler ve komisyon üyeleri; Adnan Menderes’in, Alparslan Türkeş’in, Orhan Doğan’ın ve Mehmet Sincar’ın mezarlarını ziyaret edip oradan Anıtkabir’e gitselerdi. • Konya’da Mevlana’yı, Doğubayazıt’ta Ehmedê Xanî’yi ziyaret etselerdi. • Diyarbakır’da Amedspor ile Trabzonspor arasında bir kardeşlik maçı organize etselerdi. Tüm Diyarbakır, Trabzonspor ve Amedspor bayraklarıyla donatılsaydı. Karadeniz’den akın akın gelen kardeşlerimiz Diyarbakırlıların evlerinde misafir edilselerdi, stadyuma maçı izlemeye birlikte gitselerdi. Vanspor, aynı şekilde Kayserispor’a konuk olsaydı ve Kürt kardeşlerimiz akın akın Kayseri’ye gidip evlerde misafir olsalardı. • Milli futbol takımı, bir maçını Diyarbakır Stadyumu’nda oynasaydı ve Diyarbakırlılar Milli Takım’a canı gönülden sahip çıksalardı. • Bir otobüs dolusu genç Edirne’den, bir otobüs genç de Hakkari’den yola çıksaydı, Anıtkabir’de buluşup Türkçe ve Kürtçe bir kardeşlik bildirisi okusalar, bildiriyi Anıtkabir defterine de yazsalardı. • Bir otobüs dolusu genç İzmir’den, bir otobüs de Kars’tan yola çıksa ve Çanakkale Şehitliği’nde buluşup kardeşlik bildirisini Türkçe ve Kürtçe okusalar, oradan beraberce Ankara’ya, Meclis’e gelip bildiriyi Meclis Başkanı’na teslim etselerdi. • Kültür Bakanlığı’nın girişimiyle yedi bölgede kardeşlik konserleri düzenlense ve TRT sanatçıları ile Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) sanatçıları aynı sahnede Türkçe ve Kürtçe kardeşlik türküleri, şarkıları söyleselerdi. • Milli Eğitim Bakanlığı’nın girişimiyle Kürtçe - Türkçe ve Türkçe - Kürtçe sözlük ile gramer kitabı basılsaydı ve tüm öğrencilere ücretsiz dağıtılsaydı. • Bursa Ulu Camide ve Diyarbakır Ulu Cami’de aynı anda Türkçe ve Kürtçe kardeşlik hutbesi okunsaydı. • Evlatlarını çatışmalarda kaybetmiş Türk ve Kürt anaları kol kola girip beraberce mezarlıkları ziyaret etselerdi, akşamına da Beştepe’de Cumhurbaşkanı tarafından ağırlansalardı. Bunlar yapılmadı ama Yazmaya devam etsem sayfalar yetmez ama derdimi anlatabilmişimdir umarım. Yani kardeşliğin hukuku, yasaları önce yüreklerde yapılmalı ki geri kalan normatif adımlar atılırken, yasalar yapılırken yeni kırılmalar, ayrışmalar olmasın. Eğer bu belirttiğim gibi çalışmalar yapılmış olsaydı Meclis Komisyonunun İmralı’ya gitmesi konusu da bir krize dönüşmezdi. Bunlar yapılmadı ama başta da belirttiğim gibi bol bol dinleme yapıldı. Orada burada gereksiz yere sloganlar atıldı, televizyonlarda konuşanlar ağızlarının ayarını tutturamadılar; hakaretler, tehditler, şantajlar, ekranlardan halkın üstüne boca edildi. Yetmedi, muhalefete yönelik ve özellikle CHP’yi hedefe koyan “mutlak butlan, iptal, tutuklama, kayyım, casusluk, rüşvet” operasyonlarıyla ayrışma iyice derinleştirildi. 30 yıllık hapis cezalarını bitirmiş siyasi mahpuslar, hasta mahpuslar bile cezaevinden çıkamadılar. Kayyım atanmış tek bir belediye bile halka iade edilmedi. Kürt – Türk kardeşliği pekiştirilmeden, üstüne Türk – Türk ayrışması eklendi. Sonuç olarak; Dost acı söyler, ben barışın ve kardeşliğin dostu olarak bunları 12 metrekarelik hücremden görüyor ve üzülüyorum. Hücredeki tek arkadaşım ve yerine kayyım atanarak altı yıldır suçsuz yere hapiste tutulan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanı Dr. Adnan Selçuk Mızraklı’ya ve onun dik duruşuna bakıp bakıp bu yazıyı yazarken umudumuzu koruyor, mücadele kararlılığımızı diri tutuyoruz. Biliyoruz, inanıyoruz ve çabalıyoruz. Barış ve kardeşlik mutlaka kazanacak.

20 yıl simit sattı, 14 yıl KPSS’ye girdi, 49 yaşında memur oldu: Azmin zaferi! Haber

20 yıl simit sattı, 14 yıl KPSS’ye girdi, 49 yaşında memur oldu: Azmin zaferi!

Diyarbakır sokaklarında yıllarca simit satarak yaşamını sürdüren 49 yaşındaki Abdulvahap Demircan, azmiyle Türkiye toplumuna ilham veren bir hikâyenin kahramanı oldu. Bitlis Eren Üniversitesi İnşaat Teknikerliği bölümünden 2010 yılında mezun olan Demircan, o günden bu yana 14 yıl boyunca KPSS sınavına girdi. Her başarısızlıkta yeniden denedi, her yıl “Belki bu defa olur” diyerek çalışmayı sürdürdü. Ve sonunda 2024 sınavında 81,321 puan alarak İstanbul Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne tekniker olarak atandı. Simit tezgahından memuriyet masasına: “Umudumu hiç kaybetmedim” Demircan’ın hikâyesi, sabahın ilk ışıklarıyla açılan simit tezgahlarından başlıyor. Gün boyunca sokak sokak dolaşıp simit satan Demircan, akşam eve dönünce ders kitaplarının başına geçiyordu. Bir yandan yaşlı annesine bakıyor, bir yandan da sınavlara hazırlanıyordu. “20 yıldır simit satıyorum. Hem çalışmak hem ders çalışmak kolay olmadı ama hiç pes etmedim” diyen Demircan, azmini şu sözlerle anlattı: “Sabah 05.00’te kalkıp namazımı kılar, 12.00’ye kadar simit satar, sonra eve gelip test çözerdim. Her sene olmadı ama inancımı hiç kaybetmedim. Bu sene arkadaşım tercihlerimi yaptı, ben sadece sonucu bekledim. Kazandığıma önce inanamadım.” “Annem de inanmadı, şaka yapıyorum sandı” Demircan’ın yıllar süren başarısız sınav tecrübeleri, ailesinin de umudunu kırmıştı. Atama haberini ilk duyurduğunda annesinin inanmadığını anlatan Demircan, “Her yıl olmadı deyince o da artık inanmıyordu. Kağıdı gösterdim ama okuma yazma bilmediği için şaka yaptığımı sandı. Ancak valizimi toplayıp İstanbul’a gideceğimi söyleyince ikna oldu” dedi. Demircan, annesini bir süre sonra yanına alacağını belirterek, “O olmazsa ben yaşayamam. Aklım hep onda” ifadelerini kullandı. “Selam vermeyenler bile tebrik etti” Yıllarca başarısız sonuçlarla karşılaştıktan sonra gelen başarı haberi çevresinde de şaşkınlık yarattı. “Beni tebrik edenlerin arasında yıllardır konuşmadığım insanlar da vardı. Bu başarı sadece benim değil, yıllarca emeğimi gören, bana inanan herkesin başarısı” diyen Demircan, şimdi asaletini alana kadar eğitimine devam etmeyi planlıyor. DGS sınavına girerek inşaat teknikerliğini mühendisliğe tamamlamak istediğini belirten Demircan, “Hayatım hep eğitimle geçti, bundan sonra da kopmayacağım” diyor. Azmin, inancın ve emeğin öyküsü Abdulvahap Demircan’ın 20 yıl süren emeği, Türkiye halkı için sadece bir başarı öyküsü değil; aynı zamanda umudun ve sabrın simgesi. Onun hikayesi, ekonomik zorluklar içinde bile eğitimden, çalışmaktan ve inanmaktan vazgeçmeyen binlerce yurttaşa cesaret veriyor. 49 yaşında gelen bu atama, bir kez daha gösterdi ki: “Azim, en geç gelen zaferin en güçlü alkışıdır.”

Lice Katliamı'nın 32. yıldönümünde: Acılarla yüzleşme zamanı Haber

Lice Katliamı'nın 32. yıldönümünde: Acılarla yüzleşme zamanı

Lice Katliamı'nın 32. Yıldönümünde: Acılarla Yüzleşme Zamanı Bugün, 22 Ekim, Türkiye'nin karanlık sayfalarından birinin yıldönümü. 1993'te Diyarbakır'ın Lice ilçesinde başlayan ve üç gün süren olaylar, 16 canın yitirilmesine, yüzlerce ev ve iş yerinin yıkılmasına yol açan bir trajedi olarak hafızalara kazındı. "Lice Katliamı" olarak anılan bu süreç, sadece bir ilçeyi değil, tüm ülkeyi derinden sarsan bir yaranın simgesi haline geldi. Yıldönümünde, bu acıyı yeniden hatırlamak ve devletten tüm katliamlarla kapsamlı bir yüzleşme talep etmek, barışın ve adaletin ilk adımı olmalı. Olayların fitili, 22 Ekim sabahı Lice Jandarma Komando Bölük Komutanlığı'na düzenlenen bir saldırıyla ateşlendi. Dönemin Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, ilçeye giderek durumu yerinde incelemek üzere helikopterle bölgeye indi. Halka yakınlığı, yasadışı şiddet yöntemlerini reddetmesiyle tanınan Aydın, görev bilinciyle hareket eden bir komutan olarak biliniyordu. Ne yazık ki, helikopterden iner inmez, keskin nişancı ateşiyle vurularak hayatını kaybetti. Aydın'ın ölümü, sadece bir askeri trajedi değil; aynı zamanda, o dönemde bölgede barışçıl yaklaşımları savunan bir figürün kaybı olarak değerlendiriliyor. Onun gibi, halkla diyalog kurmaya çalışan subayların eksikliği, bugün bile Kürt sorununun çözümü tartışmalarında yankılanıyor. Ancak Aydın'ın ölümü, trajedinin sadece başlangıcıydı. Suikastın hemen ardından başlatılan geniş çaplı operasyon, Lice'nin dar sokaklarını cehenneme çevirdi. Üç gün süren çatışmalar ve baskınlarda, 14 sivil vatandaş hayatını kaybetti; aralarında çocuklar, kadınlar ve yaşlılar vardı. Köyler boşaltıldı, 650'ye yakın ev ve iş yeri ateşe verildi veya yıkıldı. Gözaltına alınanlar arasında işkence iddiaları, faili meçhul kayıplar ve yıkılan umutlar birikti. PKK saldırıyı üstlenmedi; resmi tezler zamanla sorgulandı ve iddianameler, olayların karmaşıklığını ortaya koydu. Derin devlet unsurlarının rolü, itirafçı ifadeleri ve delil eksiklikleri, bu katliamı hala gizemle sarılı bir dosya haline getirdi. 32 yıl sonra, Lice'nin tanıkları hala yaralarını sarmaya çalışıyor. Mizgin Cantürk gibi hayatta kalanlar, kardeşlerini, evlerini ve çocukluklarını kaybedişlerini unutamıyor. "Havuzda saklanırken cenazeleri gördük, ama yardım yerine kurşunlar yağdı" diye anlatanlar, adalet arayışında. Bu olay, tek başına değil; Sivas, Başbağlar, Roboski gibi diğer katliamlarla zincirleme bir acının parçası. Her biri, etnik, dini veya siyasi ayrılıkların körüklediği şiddetin izlerini taşıyor. Devletimize sesleniyoruz: Bu yıldönümü, suskunluğun değil, yüzleşmenin günü olsun. Lice Katliamı'nı aydınlatmak, Bahtiyar Aydın'ın katillerini bulmak kadar, sivil kayıpların sorumlularını yargılamak da şart. Tüm katliamlarla –hangi kaynaktan gelirse gelsin– ulusal bir yüzleşme komisyonu kurun.Lice'den Başbağlar'a gerçekleri ortaya çıkarın, mağdurlara tazminat verin, toplumun yaralarını sarın. Adalet olmadan barış olmaz. Türkiye'nin geleceği, bu cesur adımla aydınlanır.Lice'nin dumanı dağıldı, ama acısı kaldı. Bugün, mumlar yakalım; yarın, el uzatalım.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.