SON DAKİKA

#Hukuk

HABER DEĞER - Hukuk haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Hukuk haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Bir ihtimalin anatomisi: Aziz Nesin’i “Cuntacı” olmaktan Kars mı kurtardı? Haber

Bir ihtimalin anatomisi: Aziz Nesin’i “Cuntacı” olmaktan Kars mı kurtardı?

1941–42 kışında Kars’ta görev yapan genç bir subay, askeri depolardaki erzağı açlık içindeki köylülerle paylaştı; bu karar soruşturmaya, ihraç edilen bir askere ve doğan bir yazara dönüştü. Ordu ile vicdan arasında kalan Nusret Nesin’in tercihi, Türkiye toplumuna Aziz Nesin’i kazandıran kırılma oldu. Kars’ta yaşanan bir karar, bir hayatı değil bir ülkenin hafızasını değiştirdi İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde Türkiye savaşa girmedi ancak yoksulluk ve seferberlik, özellikle sınır kentlerini ağır biçimde etkiledi. Kars’ın Susuz ilçesine (Cilavuz) tayin edilen Üsteğmen Nusret Nesin, açlıkla mücadele eden köylülerle, dolu askerî depolar arasındaki çelişkiye her gün tanık oldu. Kışın sertliği çocukların yüzünde, yokluğun ağırlığı evlerin ocağında hissedilirken; devletin “savaş ihtimali” gerekçesiyle tuttuğu stoklar, halkın gündelik hayatta erişemediği bir bolluğa dönüşmüştü. Mevzuat yasakladı, vicdan buyurdu Askerî kurallar, ordu malının siville paylaşılmasını kesin biçimde yasaklıyordu. Buna karşın Nusret Nesin, depolardaki erzakın bir bölümünü —kimi anlatımlarda at yemi olarak tutulan arpayı, kiminde asker tayınını— açlık içindeki köylülere ulaştırdı ya da ulaştırılmasına göz yumdu. O an, kâğıt üzerindeki düzen ile insan hayatı arasında bir tercih noktasıydı; seçimini insanlıktan yana yaptı. Hukuk “zimmet”, toplum “insanlık” dedi Bu davranış askerî bürokrasi içinde “görevi kötüye kullanmak” ve “zimmet” başlıklarıyla dosyalaştırıldı. Erzağın satılmadığı, kişisel çıkar sağlanmadığı açık olmasına rağmen, yetkisiz paylaşım resmî kayıtlara suç olarak geçti. Vicdanın “zorunluluk” dediği yerde hukuk “yasak” dedi ve soruşturma süreci, genç subayın kariyerini hızlıca tüketti. İhraç kararıyla üniforma düştü, kalem kalktı 1944’te verilen ihraç kararıyla Nusret Nesin ordudan atıldı; rütbesi söküldü, hapis cezası aldı ve sivil hayata “sabıkalı” bir yurttaş olarak döndü. Bu kopuş, edebiyat açısından bir doğum anına dönüştü. Geçinmek için yazmaya başlayan Nusret Nesin, kısa süre içinde mizahın en keskin kalemlerinden biri oldu; bürokrasiye, adaletsizliğe ve ikiyüzlülüğe karşı sözün gücünü kullanan Aziz Nesin ortaya çıktı. Kars yalnızca bir durak değil, yazarlığın başlangıcı oldu Aziz Nesin’in eserlerinde sürekli geri dönen tema, Kars’ta tanık olduğu yoksulluk ve eşitsizlikti. Memur–yurttaş ilişkisi, bürokratik akılcılık, küçük insanın büyük sistemle mücadelesi; hepsi o kışın tortusunu taşıdı. Kars, yazar için coğrafi bir nokta olmaktan çıktı; düşünsel bir kırılmanın, kalıcı bir yarığın adı oldu. Atılmasaydı 27 Mayıs’ta nerede olurdu? Askerî terfi teamülleri dikkate alındığında, Nusret Nesin orduda kalsaydı 1960’a gelindiğinde büyük olasılıkla yarbay rütbesinde olacaktı. Yarbaylık, sahra ve karargâh düzeyinde söz ve yetki anlamına geliyor. Bu nedenle şu karşıt ihtimal dile getiriliyor: Eğer ihraç yaşanmasaydı, 27 Mayıs 1960 sürecinde karar mekanizmalarının içinde yer alabilecek bir subay olabilirdi. Bu iddia tarihsel bir gerçek değil; terfi sürelerine dayalı bir varsayımdır. Ancak varsayım bile, Kars’ta açılan bir kapının Türkiye toplumunun kaderinde nasıl yankı bulduğunu göstermeye yetiyor. Türkiye toplumu, bir darbeci değil bir vicdan kazandı Bugünden bakıldığında Kars’ta yaşananlar, tekil bir disiplin vakasından fazlasını anlatır. O kış, Türkiye toplumuna emirle değil sözle yönelen bir figür kazandırdı. Eğer o gün mevzuat galip gelseydi, bugün mizahın en güçlü isimlerinden birini değil; belki de askeri hiyerarşinin sıradan bir rütbesini konuşuyor olacaktık. Bu hikâyenin ayrıntıları, Nesin'in anılarında yer alıyor. Aziz Nesin, Kars ve askerlik yıllarını, vicdan–bürokrasi çatışmasını ve ihraç sürecini kendi dilinden ‘Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’ kitabında anlatırken biz okuyuculara da o kışın yalnızca soğuk değil, öğretici olduğunu görüyoruz..

Ankara’da toplumsal cinsiyet temelli şiddet masaya yatırıldı Haber

Ankara’da toplumsal cinsiyet temelli şiddet masaya yatırıldı

25 Kasım 2025 Salı, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında, Ankara’da Türk Hukuk Kurumu Salonunda “Toplumsal Cinsiyet Temelli Şiddet” konulu panel düzenlendi. Panel, yaklaşık iki buçuk yıldır şiddete karşı ortak zemin oluşturmaya çalışan ve kendilerini “Biz Susmuyoruz” bileşenleri olarak tanımlayan 17 farklı demokratik kitle örgütünün ortak etkinliği olarak gerçekleştirildi. Panelin kolaylaştırıcılığını Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği Başkanı Av. Elif Kabadayı Tatar üstlenirken, konuşmacı olarak Ufuk Üniversitesi Öğretim Görevlisi Av. Dr. Nezahat Doğan Demiray ve Ankara Barosu Gelincik Merkezi Başkan Yardımcısı Av. Sanem Küçükarzuman yer aldı. Etkinliğe salon desteği sunan Türk Hukuk Kurumu ve hazırlık sürecine katkı veren Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı da moderatör tarafından ayrıca teşekkürle anıldı. “Şiddetle mücadele, 17 örgütün ortak toplumsal uzlaşı çağrısıdır” Açılış konuşmasını yapan Elif Kabadayı Tatar, birbirinden çok farklı alanlarda çalışan örgütlerin neden bir araya geldiğini anlattı. Çevre, hayvan hakları, kadın hakları, hukuk ve tüketici örgütlerinden oluşan geniş yelpazeye dikkat çeken Tatar, salonu şu sözlerle selamladı: “Hayvan hakları derneğinden kadın örgütüne, avukatlardan şiddetsiz toplum derneğine uzanan bir yelpazemiz var. Belki ‘Bu kadar farklı yapı nasıl yan yana geldi?’ diye soruluyor; yanıtı basit: Şiddete bir yerde dur demek zorundaydık.” Yaklaşık iki buçuk yıl önce birkaç demokratik kitle örgütünün bir araya gelerek süreci başlattığını aktaran Tatar, kimsenin adının diğerinin önüne geçmemesi için özellikle öncülük vurgusundan kaçındıklarını belirtti ve şöyle devam etti: “Nisan ayında ‘Şiddete Karşı Toplumsal Uzlaşı Metni’ hazırladık ve hem kurumlara hem bireylere imza çağrısı yaptık. Başlangıçta 23 kuruluşken bugün 35 kuruluşa ulaştık. Federasyonlar, konfederasyonlar da düşünülürse aslında çok daha büyük bir kitleyiz.” Bugünkü panelin ise bu 35 kurumdan 17’sinin ortak organizasyonu olduğunu vurgulayan Tatar, panele dair temel hedefi “yalnızca farkındalık değil, birlikte değiştirebileceğimiz acı bir gerçeği görünür kılmak” sözleriyle özetledi. Mirabal Kardeşler’in mirası hatırlatıldı: “Direnişçi ruhlarına buradan selam olsun” Panelde 25 Kasım’ın tarihsel arka planı da ayrıntılı biçimde anlatıldı. Tatar, Birleşmiş Milletler’in 1999’da aldığı kararla bugünü “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” ilan ettiğini hatırlattı; ancak bu tarihin köklerinin çok daha geriye uzandığını vurguladı. Konuşmasında, Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı siyasal mücadele yürüten Mirabal Kardeşlerin hikâyesini anımsatan Tatar, diktatörün “Bu ülke için iki tehdit var: kilise ve Mirabal Kardeşler” sözleriyle kardeşleri hedef gösterdiğini vurguladı. Cezaevindeki eşlerini ziyaretten dönerken üç kız kardeşin vahşice katledilip arabalarıyla uçurumdan aşağı atıldığını hatırlatan Tatar, şu sözlerle salona seslendi: “Mirabal Kardeşler’in direnişçi ruhlarına buradan bir selam gönderelim. Her türlü baskıya boyun eğmeyen kadınların hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz.” Latin Amerika kadın hareketinin, Birleşmiş Milletler’den çok önce 25 Kasım’ı mücadele ve anma günü olarak sahiplendiğini anlatan Tatar, bugünkü etkinliği de bu tarihsel mirasın devamı olarak tanımladı. “Toplumsal cinsiyet temelli şiddet, en yaygın insan hakları ihlallerinden biri” Ufuk Üniversitesi Öğretim Görevlisi Av. Dr. Nezahat Doğan Demiray, konuşmasında şiddetin yalnızca bireyler arası çatışma değil, devlet, hukuk ve toplum tarafından yeniden üretilen yapısal bir mesele olduğunun altını çizdi. Toplumsal cinsiyet kavramının hukukun gündemine çok geç girdiğini belirten Demiray, Birleşmiş Milletler verilerine atıfla, mevcut gidişat değişmezse hukuksal anlamda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için 286 yıla ihtiyaç olduğu bilgisini paylaştı ve şunları söyledi: “İnsan hakları ‘ölmeden önce’ kavuşulması gereken haklardır. Kadınlara ‘sabredin, çocuklarınız görür, torunlarınız görür’ denilen bir eşitlik, insan hakları değil oyalama politikasıdır.” Demiray, yapısal şiddet kavramını da örneklerle anlatarak, kişinin doğduğu yer, cinsiyeti, sınıfsal konumu ve kimliği nedeniyle hayatının baştan belirlenmesini “gözle görülmeyen ama hayatı kuşatan şiddet” olarak nitelendirdi. Toplumsal cinsiyet temelli şiddetin, yalnızca kadınlara ve kız çocuklarına değil, LGBTİ+ bireylere, çocuklara ve tüm kırılgan gruplara yönelen saldırıları kapsadığını vurgulayan Demiray, “eşitsizliğin olduğu her yerde şiddet vardır” diyerek sözlerini sürdürdü. “Kadınlar ölürken devlet, ‘önlenebilir olanı önlemekle’ yükümlü” Panelin ikinci konuşmacısı Av. Sanem Küçükarzuman, sahadaki deneyimleri üzerinden kadına yönelik şiddetin boyutlarını anlattı. Küçükarzuman, 2025 yılı boyunca en az 411 kadının öldürüldüğünü, yalnızca son beş günde 12 kadının cinayete kurban gittiğini belirterek tabloyu şöyle özetledi: “Bu rakamların her biri bir yaşam, bir hikâye. Şiddet, dünya çapında en yaygın insan hakları ihlallerinden biri; ama hâlâ çoğu zaman ‘aile içi mesele’ diye küçültülüyor.” Küçükarzuman, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanunun hâlâ yürürlükte olduğunun altını çizdi; buna rağmen bütçe ayrılmaması, sığınakların yetersizliği, şiddet önleme ve izleme merkezlerinin etkin işletilmemesi ve hukuki mekanizmaların eksik uygulanması nedeniyle şiddetin önlenemediğini vurguladı: “İstanbul Sözleşmesi devlete açıkça şunu söylüyordu: Sen sadece olanı cezalandırmayacaksın, önlenebilir olan şiddeti önlemek zorundasın. Kadınlar ölürken bu yükümlülüğü hatırlatmaya devam edeceğiz.” Koruyucu ve önleyici tedbirlerin, ekonomik bağımsızlığı olmayan kadınlar için hayati önem taşıdığını hatırlatan Küçükarzuman, şiddete maruz kalanların başvurabileceği mekanizmaları da tek tek anlattı; 6284 kapsamında kadının beyanının esas olduğuna, tedbir kararlarının ücretsiz olduğuna dikkat çekti. “Farklı alanlardaki örgütler, şiddete karşı aynı cümlede buluşuyor” Paneli düzenleyen 18 gönüllü kuruluş (etkinliğe 17’si fiilen katıldı) şöyle sıralandı: Alevi Düşünce Ocağı Derneği, Ankara Dayanışma Derneği, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Çiğdem Eğitim, Çevre ve Dayanışma Derneği, Doğal Yaşam Derneği, Doğa Kültürü Derneği, Hasanoğlan Köy Enstitüsü Atatürk Öğretmen Okulu Mezunları Derneği, Hayvanların Yaşam Hakları Konfederasyonu, Hukuk İktisat ve Siyaset Araştırmaları Derneği, Kadın ve Mücadele Derneği, Kadının Sosyal Hayatını Araştırma ve İnceleme Derneği, Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği, Tüketici Dernekleri Federasyonu, Tüketici Hakları Derneği, Tüm Öğretim Elemanları Derneği, Türkiye Gençlik Birliği Derneği, Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği, Şiddetsiz Toplum Derneği Moderatör, bu farklı alanlarda çalışan örgütleri birleştiren ortak paydaları “şiddete karşı toplumsal uzlaşı” olarak tanımladı ve “Hiçbir demokratik kitle örgütünün adı diğerinin gölgesinde kalmasın diye, etkinliklerimizi ‘Biz Susmuyoruz’ üst başlığıyla ve tüm düzenleyici kuruluşların isimleriyle duyurmayı tercih ediyoruz” dedi. “Şiddetsiz, eşit ve özgür bir toplum için umutsuzluğa yer yok” Panelin kapanışında, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadelenin yalnızca kadınların değil, tüm toplumun ortak görevi olduğu vurgulandı. Demiray, “Toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmadıkça, kağıt üzerindeki hiçbir hak gerçek anlamda kullanılamaz” derken; Küçükarzuman, “Şiddetle mücadele, örgütlü olduğumuzda mümkün. Umutsuzluk bize yasak; çünkü her gün kapımızı çalan kadınlar var” sözleriyle salona seslendi. Etkinlik, şiddete karşı mücadelede dayanışmayı büyütme çağrısıyla son buldu.

50 bin mahkûma özgürlük yolu açılıyor Haber

50 bin mahkûma özgürlük yolu açılıyor

Türkiye’de ceza infaz sistemini değiştirecek kritik düzenleme yeniden Meclis gündemine geliyor. COVID-19 salgını döneminde çıkarılan ve açık cezaevindeki hükümlülere denetimli serbestlikle dışarıda infaz imkânı tanıyan uygulamanın genişletilmesi için yürütülen çalışmaların, 11’inci Yargı Paketi’ne eklenmesi bekleniyor. Düzenleme yasalaşırsa, 31 Temmuz 2023’ten önce suç işleyen binlerce yurttaş cezaevinden erken ayrılacak. Düzenleme Meclis’e taşınıyor AK Parti ve Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı 11’inci Yargı Paketi bu hafta Meclis’e sunulacaktı. Ancak MHP’nin ve Adalet Bakanlığı’nın talebi üzerine pakete COVID düzenlemesini genişleten bir madde eklenmesi kararlaştırılınca süreç önümüzdeki haftaya ertelendi. Kritik tarih: 31 Temmuz 2023 Yeni düzenleme, daha önce yalnızca cezası kesinleşen hükümlüleri kapsayan yasayı değiştiriyor. Buna göre: 31 Temmuz 2023’ten önce suç işleyen herkes, Cezası henüz kesinleşmemiş olsa bile, Denetimli serbestliğe ayrılmasına 5 yıl veya daha az süre kalmışsa, kalan cezasını dışarıda tamamlayabilecek. Bu değişiklik, sadece kesinleşme tarihini esas alan mevcut uygulamada ortaya çıkan “eşitsizlik sorununu” gidermeyi hedefliyor. İlk etapta 50 bin kişi yararlanacak Türkiye Gazetesi'nin aktardığı bilgilere göre, düzenlemeden başlangıç olarak 50 bin civarında hükümlü yararlanacak. Mahkemelerde süren davalar kesinleştikçe bu rakamın artması bekleniyor. Adalet Bakanlığı kaynakları, “Suçun kesinleşmesi yıllar sürebiliyor. Suç tarihine göre düzenleme yapılması adil olacaktır” değerlendirmesini paylaşıyor. İki suç kapsam dışında kalacak Düzenleme örgütlü suçlar ve terör suçlarını kapsam dışı bırakacak. Bu iki suçtan hüküm giyenlerin infazlarında herhangi bir değişiklik yapılmayacak. ‘Eşitsizlik gideriliyor’ tartışması Hukuk çevreleri uzun süredir, “aynı suç için aynı cezayı alan iki kişiden birinin sırf dosyası daha hızlı kesinleştiği için uygulamadan yararlanması, diğerinin yararlanamaması” durumunun Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu savunuyordu. Bu nedenle yeni çalışmada suç tarihi, esas alınacak. MHP’den açık mesaj: “Şimdi giderilme zamanı” MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, uzun süredir düzenlemenin genişletilmesi için çağrı yapıyordu. Yıldız son açıklamasında: “Hükmün kesinleşme tarihinin esas alınması ağır bir eşitsizlik yaratmıştı. Şimdi giderilme zamanı.” ifadelerini kullandı. Af değil ama ‘kısmi af etkisi’ yaratacak AK Parti ve Adalet Bakanlığı, hazırlanan çalışmanın “af” olmadığını vurgulasa da, binlerce kişinin cezaevinden çıkacak olması kamuoyunda “kısmi af” algısına yol açtı.

Mümtaz’er Türköne yazdı: Süreç ilerlemiyor çünkü iktidar ayak sürüyor! Haber

Mümtaz’er Türköne yazdı: Süreç ilerlemiyor çünkü iktidar ayak sürüyor!

Siyaset bilimci ve yazar Mümtaz’er Türköne, çözüm sürecinin yeniden tartışma konusu olduğu bir dönemde iktidarın sürece yaklaşımını değerlendiren bir yazı kaleme aldı. Türköne, sorunun yalnızca çözüm yöntemleriyle değil, “çözmesi beklenen iktidarın kendisinin bir sorun haline gelmesiyle” derinleştiğini söyledi. “MHP, Saray’a ‘ayak sürüyorsunuz’ mesajı veriyor” Türköne, MHP’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik sessiz fakat anlamlı çıkışlarına dikkat çekerek, Devlet Bahçeli’nin çözüm süreci hakkındaki tutumunun bir “pasif itiraz” olduğunu yazdı. MHP’li Feti Yıldız’ın “Temel hak ve özgürlük alanını genişleten adımlar atılmalı” sözlerini hatırlatarak, bunun aslında Saray’a yönelik bir uyarı olduğunu ifade etti: “MHP’nin kanaati net: Saray çözüm sürecine adım atmıyor, oyalıyor.” “Devlet kurumları çözümden yana, tek fren Saray” Türköne, çözüm sürecine karşı kurumsal bir direnç olmadığını, aksine Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın yaptığı “insan onuru ve kimlik” vurgulu konuşmanın bile sürecin zeminini güçlendirdiğini söyledi. İYİ Parti, Zafer Partisi ve CHP içindeki ulusalcıların bile “sert bir karşı çıkış” göstermediğini belirterek, süreci tıkayan yegâne merkezin yürütme erki olduğunu ifade etti. “Demokrasi ve hukuk olmadan çözüm süreci yürümez” Türköne’ye göre iktidarın temel açmazı, çözüm sürecinin demokrasi ve hukuk gerektirmesi: “Otokrasiden vazgeçmeden çözüm olmaz. Bu iktidarın çözümü hukuksuz yürütme girişimi su dövmekten ibaret olur.” Türköne ayrıca, iktidarın önceliğinin “sorunu çözmek değil, iktidarı sürdürmek” olduğunu vurgulayarak, bunun süreci imkânsızlaştırdığını söyledi. “Bu iktidarla süreç ilerlemez, çözümün ön şartı iktidar değişimi” Yazısının sonunda Türköne, çözüm sürecinin Türkiye için artık geri döndürülemez bir gerçek olduğunu ancak mevcut iktidarın bu süreci yönetebilecek kapasiteden uzak olduğunu belirtti: “Bu iktidar mimarisinin taşıyıcı kolonlarıyla çözüm süreci yürütülemez. Açmazı çözmenin tek yolu iktidarın değişmesidir.”

İzmir’de lise birincisi Asmin Yıldız tutuklandı! Haber

İzmir’de lise birincisi Asmin Yıldız tutuklandı!

Sınıfta çekilen video “örgüt propagandası” sayıldı İzmir’in Menemen ilçesindeki Haldun Koşay Anadolu Lisesi son sınıf öğrencileri, boş derste müzik açarak halay çekti. Sınıfta çekilen bu video, bir öğrencinin TikTok hesabında paylaşıldı. Kısa sürede “Hafıza” adlı bir sosyal medya hesabı tarafından alıntılanan görüntü, 600 binden fazla kişiye ulaştı ve tartışma yarattı. Videoda çalan müziğin içeriği nedeniyle, “örgüt propagandası” iddiasıyla beş öğrenci hakkında soruşturma başlatıldı. Okul birincisi Asmin Yıldız, savcının talebiyle tutuklanarak Aliağa Şakran Kadın Cezaevi’ne gönderildi. Avukatı: “Kürtçe bilmeyen bir öğrencinin farkında olmadan çektiği video suç sayılamaz” Asmin Yıldız’ın avukatı Zeynep Sedef Özdoğan, İzmir Barosu’nda düzenlenen basın açıklamasında süreci anlattı: “Sınıfta öğrenciler halay çekiyor, Asmin de bunu TikTok hesabında paylaşıyor. Kürtçe bilmediği için şarkının içeriğinin farkında değil. Videonun altına herhangi bir açıklama da yazmıyor. Ancak sosyal medyada hızla yayılan görüntü, linç kampanyasına dönüşüyor. Asmin tepkileri görünce özür dileyerek videoyu kaldırıyor. Buna rağmen gece yarısı evi basılarak gözaltına alınıyor ve ertesi gün tutuklanıyor.” Özdoğan, Asmin’in “kaçma şüphesi” iddiasıyla tutuklandığını belirterek, bunun hukukla bağdaşmadığını söyledi. “Asmin Cumhuriyet Savcısı olmak istiyordu” Avukat Özdoğan, Asmin’in eğitimine ve hedeflerine vurgu yaparak şunları kaydetti: “Cumhuriyet Savcısı olmak isteyen, hukuk okumak isteyen bir çocuk bu. Ülkesine hizmet etmek, adaletin bir parçası olmak istiyor. Ama şimdi o hayaller cezaevi duvarları ardında. Biz diyoruz ki: Asmin’in yeri cezaevi değil, okul sıraları ve ailesinin yanı olmalı.” Ailesine yönelik tehditler: “Okula gitseydi öldürürdük” Asmin’in teyzesi Didem Bozkur, basın toplantısında ailenin tehdit mesajları aldığını belirtti: “Aileye ‘Asmin okula gitseydi öldürürdük’ şeklinde mesajlar geliyor. Bu tehditler nedeniyle aile tedirgin. Biz sadece adalet istiyoruz.” Anne Sevgi Yıldız ise kızının üniversiteye hazırlandığını söyleyerek gözyaşları içinde şu ifadeleri kullandı: “Kızımın bir paylaşım yüzünden elimizden alınmasını hak etmiyoruz. Asmin ders çalışan, hayalleri olan bir çocuk. Kızımın yeri okul sıraları, cezaevi değil.” Baro ve hukukçular sürecin takipçisi İzmir Barosu Genel Sekreteri Zöhre Dalkıran, Asmin Yıldız’ın tutukluluğuna tepki göstererek, konunun takipçisi olacaklarını belirtti. Avukat Özdoğan ise Anayasa’nın 19., 25., 26. ve 42. maddelerini hatırlatarak, ifade özgürlüğü ve eğitim hakkının ihlal edildiğini söyledi. Eğitim yerine cezaevi tartışması büyüyor Asmin Yıldız’ın tutuklanması, sosyal medyada ve hukuk çevrelerinde geniş yankı uyandırdı. Öğrencinin eğitim hakkı ve ifade özgürlüğü temelinde tahliye edilmesi çağrıları artarken, hukukçular sürecin “ifade özgürlüğü sınırlarını aşan bir yargı uygulaması” olduğunu savunuyor.

CHP’de “mutlak butlan” davasına ret: Şimdi ne olacak, istinafta süreç nasıl şekillenecek? Haber

CHP’de “mutlak butlan” davasına ret: Şimdi ne olacak, istinafta süreç nasıl şekillenecek?

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 4-5 Kasım 2023’te yapılan 38. Olağan Kurultayı ve 6 Nisan 2025’teki 21. Olağanüstü Kurultayı’na ilişkin açılan “mutlak butlan” davalarında beklenen karar açıklandı. Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi, birleşen altı dosya hakkında “konusuz kaldığı” ve “husumet yokluğu” gerekçesiyle ret kararı verdi. Bu karar, hem parti içi tartışmalara hem de Türkiye siyasetindeki dengelere doğrudan etki edecek yeni bir süreci başlattı. Mahkeme kararının anlamı: Kurultay sonuçları geçerli kalmaya devam edecek Hukuk çevreleri kararı, CHP’nin mevcut yönetiminin görevine devam etmesi anlamına geldiği yönünde yorumluyor. Avukat Ali Kemal Atçeken, kararın “davacıların aktif husumet ehliyetine sahip olmadıkları” gerekçesine dayandığını belirterek, “Bu karar, davaya konu edilen kurultayların tüm sonuçlarıyla geçerli kalmaya devam edeceği anlamına geliyor. Yani mevcut genel başkan ve kurullar görevlerine devam edecek” dedi. Mahkeme böylece, davacı tarafın kurultay iptali talebini esastan incelemeden reddetmiş oldu. Ancak kararın istinafa taşınması durumunda, süreç farklı bir yöne evrilebilir. Davacılar kararı istinafa taşıyor: Dava yeniden görülebilir mi? Davacı taraf avukatı Onur Yusuf Üregen, kararın ardından “Süreci istinafa taşıyacağız. Bu kararı beklemiyorduk, hukuki yollara başvurmaya devam edeceğiz” açıklamasında bulundu. Avukat Atçeken ise, istinaf sürecinin iki haftalık bir süre içinde başlatılabileceğini belirterek şu değerlendirmeyi yaptı: “İstinaf mahkemesi, dosyayı esastan inceleyip davacı taleplerini reddedebilir ya da yerel mahkeme yerine geçerek talepleri kısmen kabul edebilir. Ayrıca eksik inceleme tespit edilirse, karar kaldırılıp dava yeniden görülebilir. Bu durumda süreç sıfırdan başlar.” Bu karar emsal olur mu? Gelecekteki kurultay davaları etkilenebilir Kararın, benzer nitelikteki parti içi davalar açısından da önemli bir hukuki örnek teşkil edip etmeyeceği tartışılıyor. Atçeken’e göre, “Mahkeme kararları ancak İstinaf ve Yargıtay denetiminden geçip kesinleştiğinde emsal niteliği kazanır. Eğer bu karar kesinleşirse, ilerideki benzer davalarda aynı gerekçeler dayanak gösterilebilir.” Bu durum, yalnızca CHP açısından değil, tüm siyasi partilerin iç hukuk süreçleri bakımından da önem taşıyor. Zira “aktif husumet” ve “konusuz kalma” gerekçeleri, parti içi davalarda sıkça tartışılan iki temel kavram. CHP yönetimi açısından tablo net: Kurultay sonuçları geçerli CHP yönetimi, mahkemenin kararını “kurultay iradesinin tescili” olarak değerlendiriyor. Atçeken, “Bu karar, kurultayın tüm sonuçlarıyla birlikte geçerliliğini koruduğu anlamına gelir. Dolayısıyla parti yönetiminin ek bir hukuki adım atmasına gerek yok” diyerek, mevcut yapının yasal çerçevede devam edeceğini vurguladı. Ancak hukukçular, sürecin istinafta farklı bir sonuca ulaşma ihtimaline de dikkat çekiyor. Türkiye toplumunun yakından takip ettiği bu dava, yalnızca bir partinin iç meselesi olmaktan çıkıp, siyasi meşruiyet ve kurumsal hukuk tartışmalarının merkezine yerleşmiş durumda.

CHP’nin “Kurultay Davası”nda karar çıktı: Mahkeme davayı reddetti Haber

CHP’nin “Kurultay Davası”nda karar çıktı: Mahkeme davayı reddetti

CHP’de kritik duruşma: “Mutlak butlan” tartışması CHP’nin 4-5 Kasım 2023’teki 38. Olağan Kurultayı ve 6 Nisan 2025’teki 21. Olağanüstü Kurultayı, “şaibe, usulsüzlük ve delege iradesinin sakatlanması” iddialarıyla mahkemeye taşınmıştı. Davanın beşinci duruşması bugün sabah 10.00’da Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesinde başladı. Duruşmada davacı vekili Av. Onur Yusuf Üregen, “Kurultay mutlak butlanla batıldır. Hukuken korunabilir bir sonuç ortaya çıkmamıştır. CHP yönetimi tedbiren görevden uzaklaştırılmalıdır,” şeklinde konuştu. Ancak CHP’nin avukatı Çağlar Çağlayan, tüm yargı kararlarının davanın reddini gerektirdiğini belirterek, “Yargıtay, AYM ve YSK kararları bu davanın reddini açıkça söylüyor. Davacılar, parti üyesi dahi değildir. Kurultay iptal edilse bile delegeler değiştiği için davanın konusuz kalması gerekir,” ifadelerini kullandı. Mahkeme kararını açıkladı: “Dava konusuz kaldı” Mahkeme, yapılan değerlendirmelerin ardından kararını açıkladı: “Davanın konusuz kalması nedeniyle reddine karar verilmiştir.” Bu kararla birlikte CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in liderliği resmen tescillenmiş oldu. Mahkeme ayrıca “parti yönetiminin görevden alınması veya kayyum atanması” yönündeki talepleri de reddetti. CHP cephesinde rahatlama Kararın açıklanmasının ardından CHP Genel Merkezi’nde rahatlama havası hâkim oldu. Parti kaynakları, kararın “beklenen bir sonuç” olduğunu belirterek, “Türk hukuk sistemi, siyasi mühendislik çabalarına geçit vermedi” değerlendirmesinde bulundu. Özgür Özel’e yakın isimler ise, kararın “parti içi birlik ve istikrar” açısından kritik olduğunu vurguladı. Davanın geçmişi 4-5 Kasım 2023: CHP 38. Olağan Kurultayı’nda Özgür Özel, Kemal Kılıçdaroğlu’nu geride bırakarak genel başkan seçildi. 6 Nisan 2025: 21. Olağanüstü Kurultay düzenlendi. Sonrasında: Bazı delegeler, “kurultaylarda hile ve baskı yapıldığı” iddiasıyla dava açtı. Birleştirilmiş dava: Tüm başvurular Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde birleştirildi. 24 Ekim 2025: Beşinci duruşmada mahkeme davanın reddine karar verdi. Ne anlama geliyor? “Mutlak butlan” iddiasının reddedilmesi, CHP’nin mevcut yönetiminin hukuken meşru olduğunun teyidi anlamına geliyor. Eğer dava kabul edilseydi, kurultaylar yok hükmünde sayılacak ve parti yönetiminin değişmesi gündeme gelebilecekti. Ancak mahkemenin kararıyla, CHP’de olası bir yargı krizi veya kayyum tartışması da tamamen sona ermiş oldu.

Kasım Bulgan KYK ihmaline kurban gitti! Haber

Kasım Bulgan KYK ihmaline kurban gitti!

Türkiye’de üniversite öğrencilerinin barınma hakkı bir kez daha ölümle gündemde. Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Hemşirelik Bölümü son sınıf öğrencisi Kasım Bulgan (22), kaldığı Cebelibereket KYK Erkek Öğrenci Yurdu’nda sıcak su olmadığı için soğuk suyla duş aldıktan sonra kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi. Eğitim-İş Sendikası olayı “açık ihmal” olarak tanımlarken, yıllardır süren yurt sorunlarının gençlerin hayatını tehdit etmeye devam ettiğini vurguladı. “Sıcak su yoktu, ambulans bile yetersizdi” Eğitim-İş Osmaniye Şube Başkanı Adem Yücel, “27 Eylül sabahı sıcak su olmadığı için soğuk suyla duş almak zorunda kaldı. Ardından fenalaştı, kalbi durdu. Oda arkadaşları kalp masajı yaptı ama kurtarılamadı” dedi. Yücel, olayın sadece bir teknik arıza değil, sistematik bir ihmal olduğunu belirterek, “Ambulans ekipleri bile yolda öğrencilerden yardım istemek zorunda kaldı. Bu tablo, gençlerimizin yaşam hakkının göz göre göre hiçe sayıldığını gösteriyor” ifadelerini kullandı. KYK’da ölüme yol açan ihmal zinciri Kasım Bulgan’ın ölümü, KYK yurtlarındaki bitmeyen skandallara bir yenisini ekledi. Daha önce de pek çok öğrenci çalışmayan asansörler yüzünden yaşamını yitirmişti. İstanbul Güngören’de 2023’te asansör faciasında Zeren Ertaş hayatını kaybetmiş, Aydın ve Malatya’daki KYK yurtlarında da benzer kazalar yaşanmıştı. Elektrik çarpması, hijyen eksiklikleri, çöken tavanlar ve sürekli internet kesintileri, öğrencilerin yıllardır şikâyet ettiği sorunlar arasında yer alıyor. Çin’den klima bekleniyor, öğrenciler ölüyor Yurtta yapılan incelemelerde, merkezi sistemli klimaların arızalandığı ve Çin’den yenilerinin sipariş edildiği öğrenildi. Sıcak su sistemindeki arızaların ise aylardır devam ettiği ifade edildi. Eğitim-İş temsilcisi Yücel, “Öğrencilerin yaşamı ithal klimalara bağlanmış durumda. Asansör çalışmıyor, sıcak su yok, yemekler hijyensiz… Bu koşullarda eğitim değil, hayatta kalma mücadelesi veriliyor” dedi. “Öğrencilerin yaşam hakkı hiçe sayılıyor” Kasım Bulgan’ın ölümü sonrası öğrenciler yurt bahçesinde protesto düzenledi. Sendikalar, aileler ve öğrenciler, KYK yurtlarında süregelen sorunların artık istisna değil, bir yönetim anlayışının sonucu olduğuna dikkat çekiyor. Eğitim-İş, “Asansörlerden soğuk su krizine kadar her ihmal ölümle sonuçlanıyor. Bu ülkede gençlerin canı bu kadar ucuz olmamalı” diyerek çağrı yaptı. Kasım Bulgan’ın ölümü, tekil bir trajedi değil. Yıllardır çözülemeyen altyapı sorunları, bakımsızlık ve sorumsuzluk zincirinin yarattığı acı bir tablo. KYK yurtlarındaki her ölüm, aslında önlenebilir bir cinayet gibi hafızalara kazınıyor.

Kıbrıs’ta faşizm hortladı!  Haber

Kıbrıs’ta faşizm hortladı! 

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) alınan başörtüsü kararı, Türkiye’nin yakın tarihinde acı izler bırakan 28 Şubat dönemini anımsattı. Anayasa Mahkemesi, Bakanlar Kurulu’nun liselerde başörtüsünü serbest bırakan Disiplin Tüzüğü’nü iptal ederek, başörtülü genç kızların eğitim haklarının önüne yeni bir engel koydu. Karar, laiklik ilkesinin inanç özgürlüğü karşısında bir kalkan gibi kullanıldığını bir kez daha gözler önüne serdi. 28 Şubat zihniyetinin yansıması Türkiye’de 1997’de yaşanan postmodern faşist darbenin ardından, başörtülü öğrenciler okullardan atılmış, kılık kıyafet baskısı altında binlerce genç eğitim hakkından mahrum bırakılmıştı. Bugün KKTC’de alınan karar, aynı faşist zihniyetin tekrar hortladığını ortaya koyuyor. O dönemde “irtica” gerekçesiyle uygulanan yasaklar nasıl toplumda derin yaralar açtıysa, KKTC’deki bu karar da “28 Şubat karanlığını hatırlatan bir adım” olarak değerlendiriliyor. Rum kesiminde serbest, Türk kesiminde yasak Kararın en dikkat çekici boyutu ise Kıbrıs’ın güneyindeki uygulamalarla çelişmesi. Rum kesiminde öğrenciler başörtüsüyle eğitim alabiliyor, bu konu çoktan kapanmış durumda. Ancak Kuzey’de alınan yasak kararı, “laiklik” adı altında özgürlüklerin kısıtlandığı bir tabloyu ortaya koydu. Bu çelişki, KKTC’nin inanç özgürlüğü konusunda Güney’den dahi geri bir noktaya düşmesine yol açtı. Sendikanın sevinci, halkın öfkesi Başvuruyu yapan Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS) üyeleri, karar sonrası mahkeme önünde sloganlar atarak sevinç gösterileri düzenledi. Ancak toplumun geniş kesimleri bu tavrı tepkiyle karşıladı. Tepkilerde, “28 Şubat’ta öğrencileri okullardan kovan zihniyet bugün KKTC’de hortlatılıyor” yorumları öne çıktı. Bir hukuk kararı değil, özgürlüklere darbe Yüksek Mahkeme Başkanı Bertan Özerdağ’ın açıkladığı karar, sadece teknik bir hukuk değerlendirmesi değil; özgür düşünce ve inanç hakkı üzerinde yeni bir baskı olarak görülüyor. Türkiye’de yıllar süren mücadelenin ardından kaldırılan yasakların, KKTC’de yeniden gündeme gelmesi, “aynı karanlığın farklı bir versiyonu” yorumlarını beraberinde getirdi. Toplumun belleğinde aynı travma 28 Şubat sürecinde başörtülü gençlerin eğitimden koparıldığı, kamu görevlerinden uzaklaştırıldığı, sosyal hayatta dışlandığı günler hafızalarda tazeliğini koruyor. KKTC’deki karar ise bu travmanın, sınırların ötesinde yeniden yaşatıldığı algısını güçlendiriyor. Toplumun farklı kesimlerinden yükselen “bu sadece başörtüsü meselesi değil, inanç özgürlüğüne zincir vurma girişimidir” tepkileri de bunu doğrular nitelikte.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.