SON DAKİKA

#Kitap

HABER DEĞER - Kitap haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Kitap haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye siyasetine mirası: “Milli Kurtuluş Tarihi” Haber

Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye siyasetine mirası: “Milli Kurtuluş Tarihi”

Tarihi yeniden yazan bir eser Avcıoğlu, 1974-1975 yıllarında kaleme aldığı bu eseriyle, geleneksel tarih yazımını aşan bir yaklaşımla dikkat çekiyor. Kitap, 1838 Balta Limanı Antlaşması'ndan başlayarak Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet'in erken dönemlerini sosyo-ekonomik bir mercekle inceliyor. Özellikle ikinci ve üçüncü ciltlerde, Kurtuluş Savaşı'nı “millî demokratik devrim”in başlangıcı olarak tanımlayan yazar, Cumhuriyet'in feodal kalıntılar ve eşraf desteğine dayalı yapısını trajik bir eksiklik olarak eleştiriyor. Dördüncü cilt ise Demokrat Parti sonrası ekonomik bağımlılık ve kalkınma sorunlarını, emperyalizmin baskın rolü üzerinden tartışıyor. Tarih ve güncel siyaset arasında köprü Eserin en çarpıcı yanı, tarihsel olayları güncel bağlamda yorumlaması. Kıbrıs Barış Harekâtı ve 1975 ABD silah ambargosu gibi dönemin sıcak meselelerini, 19. yüzyıl reformlarından (Tanzimat) bugüne uzanan dışa bağımlı sermaye akımlarının bir uzantısı olarak aydınlatıyor. Avcıoğlu'nun sol-Kemalist tezleri burada doruk noktasına ulaşıyor: Kemalist devrim üst yapıda başarılı olsa da, altyapıda (toprak reformu ve devletçi sanayileşme) yarım kalmış; tamamlanması için anti-emperyalist bir “millî demokratik devrim” şart. Gerçek milliyetçiliğin sosyalizmle iç içe olduğunu savunan yazar, ırkçılığa ve parlamenter demokrasinin geri kalmış toplumlardaki reform engelleyici rolüne karşı çıkıyor. Yön dergisinden Milli Kurtuluş Tarihi’ne 1960'lar Türkiye'sinde Yön dergisiyle sol düşünceyi şekillendiren Avcıoğlu'nun bu kitabı, o dönem askerler, öğrenciler ve aydınlar arasında büyük yankı uyandırmıştı. Bugün, 2000'lerin yeniden basımlarında da aynı güncelliğini koruyan eser, Türkiye'nin kalkınma sancılarını anlamak isteyenler için vazgeçilmez bir kaynak. Dört ciltlik bir entelektüel miras Toplamda yaklaşık 2000 sayfayı bulan dört cilt, okuyucuyu Osmanlı'dan 1990'lara uzanan bir yolculuğa çıkarıyor – başlıkta belirtilen “1995’e” ise, geleceğe yönelik bir vizyonu simgeliyor. Tarihçi ve yazar Doğan Avcıoğlu, 1983'te aramızdan ayrılmış olsa da, mirası bu kitapla yaşıyor. Tekin Yayınevi'nden temin edilebilen eserin ilk baskısı üç cilt olarak çıkmış, okuyucu talebiyle dördüncü cilt eklenerek tamamlanmış. Bağımsızlık mücadelesinin en derin yorumlarından biri Eğer Türkiye'nin bağımsızlık mücadelesini yeniden keşfetmek istiyorsanız, Milli Kurtuluş Tarihi tam size göre. Bu eser, sadece bir tarih kitabı değil; Türkiye'nin sosyo-ekonomik hafızasını yeniden inşa eden bir düşünsel miras. Azra YILMAZ

Muhteşem Gatsby neden dünyanın en yanlış anlaşılan romanı? Haber

Muhteşem Gatsby neden dünyanın en yanlış anlaşılan romanı?

Işıltıların gölgesinde kalan gerçek hikâye Roman çoğunlukla şatafatlı partiler, şampanya şelaleleri ve ışıltılı flapper dönemiyle özdeşleşse de, merkezinde Amerikan Rüyası’nın kırılganlığı ve imkânsızlığı var. Jay Gatsby, serveti ve gösterişli yaşamıyla caz çağının simgesi haline getirilmiş olsa da aslında sahte kimliklerle yaşayan, karanlık işlere bulaşmış ve sonu trajik olan bir karakter. Fitzgerald’ın bizzat söylediği gibi, kitabın yayımlandığı dönemde “coşkulu övgüler” alan eleştiriler bile, romanın neyi anlattığını tam olarak kavrayamamıştı. Yeniden keşfin hikâyesi Roman ilk çıktığında satışları vasat kaldı, Fitzgerald hayattayken ikinci baskı bile tükenmişti. Ancak II. Dünya Savaşı sırasında Amerikan ordusunun 155 bin kopyayı askerler arasında dağıtmasıyla eser yeniden keşfedildi. 1950’lerden itibaren Amerikan Rüyası’nın yükselişiyle birlikte Gatsby de kültleşti ve 1960’larda artık “büyük Amerikan romanı” kabul edilmeye başlandı. Popüler kültürde Gatsby 1974’te Robert Redford’un başrolünü üstlendiği film, “Gatsbyesque” ifadesini literatüre kazandırdı. 2013’te Baz Luhrmann’ın tartışmalı uyarlaması ise romanı yeni nesille buluşturdu. Telif hakkının 2021’de sona ermesiyle birlikte Gatsby müzikaller, grafik romanlar, tiyatro deneyimleri ve yeni romanlara ilham oldu. Florence Welch’in şarkılarıyla hazırlanan Broadway müzikali ve modern uyarlamalar, Gatsby endüstrisinin genişliğini gösteriyor. Romanı yeniden okuma ihtiyacı Edebiyat uzmanlarına göre Gatsby’nin gücü, sürekli yeniden okunabilmesinde yatıyor. Nick Carraway’in anlatıcı rolü, romanı yalnızca Gatsby’nin hikâyesi olmaktan çıkarıyor; sınıf, kimlik, umut ve hayal kırıklığına dair çok katmanlı bir bakış açısı sunuyor. Ancak lise yıllarında çoğunlukla semboller –yeşil ışık, otomobil, partiler– üzerinden okutulması, romanın edebi zenginliğinin göz ardı edilmesine neden oluyor. Amerikan Rüyası’nın sınırları Fitzgerald, romanında Amerikan Rüyası’nın cazibesini gösterirken, aynı zamanda çoğu kişi için ulaşılamaz olduğunu da vurguluyor. Gatsby’nin serveti, toplumsal sınıf farklarını aşmaya yetmiyor. Bugün de ekonomik ve sosyal eşitsizlikler nedeniyle “rüyaya karşı hüzün” duyan yeni kuşakların romanla bağ kurmasının sebebi bu. Yeni yorumlar ve uyarlamalar Son yıllarda feminist ya da çağdaş okumalarla Gatsby yeniden yorumlanıyor. Kadın karakterlerin edilgenliğine karşılık cinsiyet rollerini tersine çeviren uyarlamalar ya da Nick Carraway’in geçmişini merkeze alan romanlar, esere farklı pencereler açıyor. Bitmeyen bir klasik Aradan geçen 100 yıla rağmen Muhteşem Gatsby, farklı yaşlarda farklı anlamlar kazandıran, okurun hayat deneyimine göre yeniden şekillenen bir roman olarak varlığını sürdürüyor. Yazar Michael Farris Smith’in dediği gibi: “Belki de Gatsby’yi anlamlı kılan şey şampanya ve dans değil, her an her şeyin dağılabileceği duygusudur.”

Sonsuz hayatların kıyısında: Gece Yarısı Kütüphanesi Haber

Sonsuz hayatların kıyısında: Gece Yarısı Kütüphanesi

Bir hayatın çöküşünden sonsuz ihtimallere Romanın merkezinde Nora Seed var. Çocukluğundan itibaren kendine biçilen rolleri dolduramamış, hayatın hiçbir alanında tutunamamış bir kadın… Yüzücülükte başarının eşiğinden dönüyor, müzikte potansiyelini yarım bırakıyor, ilişkilerinde sürekli kaybediyor. Bir gün her şey üst üste geliyor: işini kaybediyor, kedisi ölüyor, dostlukları tükeniyor. Ve gece yarısı, “yanlış hayat” fikrinin ağırlığı altında intihara kalkışıyor. Ama ölümün yerine kendini bambaşka bir mekânda buluyor: Gece Yarısı Kütüphanesi. Sonsuz sayıda kitapla dolu bu kütüphane, Nora’ya pişmanlıklarının izini sürme şansı veriyor. Her kitap, onun almadığı bir kararı, seçmediği bir yolu, yaşayamadığı bir ihtimali temsil ediyor. Alternatif hayatlar, eksilmeyen boşluklar Nora farklı Noraların hayatlarına adım atıyor: olimpiyat madalyalı bir yüzücü, dünyaca ünlü bir şarkıcı, başarılı bir buzul bilimci, bar sahibi bir kadın, mutlu bir eş ve anne… Ancak hangi paralel evrene adım atarsa atsın, mutluluğun tam olmadığını fark ediyor. Başarı, ün ya da aşk… Hepsi, başka bir boşlukla geliyor. Bu arayış, romanın en çarpıcı sorusunu açığa çıkarıyor: “Mükemmel hayat diye bir şey var mı, yoksa hayata anlam katan şey, onu bizzat inşa etme çabamız mı?” Romanın kalbinde iki mesaj Haig, Nora’nın yolculuğundan iki temel mesaj çıkarıyor. Birincisi: Hayat, teoride sonsuz ihtimaller sunsa da asıl değer, elimizdeki tek hayatın farkına varmakta. Kaçırılan fırsatlar, “keşke”ler, pişmanlıklar aslında yaşamın bütününü belirlemiyor. İkincisi: Mutluluk, hak edilmemiş bir hediye değil. Emek, çaba ve seçimlerin sorumluluğu olmadan hiçbir hayat gerçek anlamda doyurucu değil. Nora’nın alternatif evrenlerde bulduğu “kusursuz” hayatlar bile, bu yüzden ona ait değil. Modern zamanların yeni klasiklerinden Gece Yarısı Kütüphanesi, felsefi bir metin kadar derin, modern bir roman kadar sürükleyici. Haig, varoluşçu soruları basit ama çarpıcı bir kurguyla işliyor: “Yaşamaya değer bir hayat nedir?” sorusu roman boyunca yankılanıyor. Belki de bu yüzden kitap, yalnızca bir roman değil; aynı zamanda günümüz insanına bir hatırlatma. Tükenen zamanın, kaybolan fırsatların, pişmanlıkların arasında sıkışmış her okura şunu söylüyor: “Hayatını değiştirmek için sonsuz ihtimallere değil, tek bir karara ihtiyacın var.” Umut için yazan yazar: Matt Haig Bugün sizlere bana ve daha birçok okura umut veren bir yazardan bahsedeceğim. Kendisi, sadece okurlarına değil kendine de umut vermek için yazıyor. Belki onu Gece Yarısı Kütüphanesi ile tanıyorsunuz, belki de Zamanı Durdurmanın Yolları ile… Henüz tanışmadıysanız, büyük ihtimalle bu yazıdan sonra tanımak isteyeceksiniz. Matt Haig’in hayatı 1975’te Sheffield’da doğan Haig, İngiliz Edebiyatı üzerine yüksek lisans yaptı. Yirmili yaşlarında İbiza’da yaşarken ağır bir depresyon geçirdi ve ölümün kıyısından döndü. Bu deneyim, daha sonra kişisel gelişim türünde klasikleşen “Yaşama Tutunmak İçin Nedenler” kitabına ilham verdi. Yazarlık serüveni 2004’te yayımlanan The Last Family in England ile yazarlığa adım atan Haig, farklı türlerde eserler verdi. Yetişkinler için romanlar, çocuklara yönelik hikâyeler, kurgu dışı denemeler… Onun kalemi tür sınırlarını sevmiyor. İnsanlar, Zamanı Durdurmanın Yolları ve elbette Gece Yarısı Kütüphanesi en çok bilinen eserleri arasında. Yazım stili Haig’in üslubu samimi, yalın ve umut dolu. Romanlarında depresyon ve anksiyete gibi kendi deneyimlerinden süzülen temalar alt metin olarak yer alıyor. Okuyucusuyla sanki birebir sohbet ediyor; dertleşiyor, teselli ediyor. Belki de onu bu kadar çok okunur kılan tam olarak bu yakınlık. Haig’in kitaplığı Romanlar: İnsanlar, Zamanı Durdurmanın Yolları, Gece Yarısı Kütüphanesi… Kurgu Dışı: Yaşama Tutunmak İçin Nedenler, Nevrotik Bir Gezegenden Notlar, Rahatlama Kitabı… Çocuk Kitapları: Nikolas – Noel Adında Bir Çocuk, The Truth Pixie, Evie and the Animals ve daha niceleri. Matt Haig, hâlâ depresyonla mücadele eden, ama kalemiyle hem kendine hem okurlarına umut aşılayan bir yazar. Onu okurken yalnızca edebiyatla değil, insanın varoluşuna dair en temel sorularla da karşılaşıyorsunuz.

Gogol'un ölümsüz eseri: “Bir Delinin Hatıra Defteri” neden hala çok satanlarda? Haber

Gogol'un ölümsüz eseri: “Bir Delinin Hatıra Defteri” neden hala çok satanlarda?

Rus edebiyatının bu başyapıtı, sadece bir hikâye değil; aynı zamanda insan ruhunun kırılganlığını, toplumun acımasız çarklarını ve bireyin yalnızlığını sorgulayan derin bir ayna. Kitap, bir kez daha neden klasik olduğunu kanıtlıyor: Çünkü her çağda, her okurda farklı bir yankı uyandırıyor. Bir Delinin Hatıra Defteri, Aksenti İvanoviç Poprişçin’in günlüğü üzerinden, bir memurun zihinsel çöküşünü ve gerçeklikten kopuşunu anlatıyor. Ancak bu eseri yalnızca bir delilik hikâyesi olarak görmek haksızlık olur. Gogol, kara mizah ve keskin hicivle, 19. yüzyıl Rus toplumunun bürokratik çürümüşlüğünü, sınıf ayrımının ezici ağırlığını ve bireyin bu sistem içinde nasıl öğütüldüğünü gözler önüne seriyor. Poprişçin’in iç dünyası, hem trajik hem de absürt bir şekilde, modern insanın da tanıdık hissettiği çaresizliği yansıtıyor: Toplumun dayattığı rollerle hayaller arasındaki uçurumda debelenme. Kitabın en çarpıcı yanı, Gogol’ün deliliği bir metafor olarak kullanmadaki ustalığı. Poprişçin’in giderek gerçeklikten kopan düşünceleri, bireyin toplum tarafından nasıl görünmez kılındığını, değersizleştirildiğini ve sonunda kendi zihninde bir sığınak aramak zorunda kaldığını gösteriyor. Günlük formatı, bu çöküşü adım adım hissettiriyor; okur, karakterin zihnindeki kaosu neredeyse kendi içinde yaşıyor. Gogol, bu kaosu öyle işliyor ki, bir noktada kendinizi Poprişçin’in hayallerine hak verirken buluyorsunuz. Belki de hepimiz, bir an için, kendimizi İspanya kralı ilan etme arzusu taşıyoruzdur! Kitaptan bir alıntı, bu ruh halini özetliyor: “Uzağa, çok uzağa, hiçbir şeyi göremeyeceğim, duyamayacağım insansız bir dünyaya götürsün beni!” Bu cümle, Poprişçin’in çaresiz çığlığı olmasının ötesinde, modern insanın da sık sık hissettiği bir kaçış arzusunu yansıtıyor. Toplumun beklentileri, statü kaygıları ve adaletsizlikler karşısında kim, bir anlığına her şeyi geride bırakıp “insansız bir dünya” hayal etmemiştir ki? Gogol’un eseri, sadece bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda sistem eleştirisi. Rus bürokrasisinin soğuk, hiyerarşik yapısı, bugün bile farklı biçimlerde varlığını sürdürüyor. Poprişçin’in hikâyesi, yalnızca 1835 Rusya’sına değil; günümüzün kurumsal dünyasına, statü odaklı toplumlarına da dokunuyor. Kitap, okuru hem güldürüyor hem sarsıyor; çünkü Gogol, insanın en karanlık köşelerini mizahla aydınlatmayı başarıyor. Okurken, Poprişçin’in deliliğinin aslında bir tür özgürlük arayışı olduğunu düşündüm. Toplumun ona biçtiği rolden kaçarken, kendi gerçekliğini inşa etmeye çalışıyor. Ama bu inşa trajik bir şekilde çöküyor. Gogol burada bize şunu soruyor: Gerçek delilik, sistemin içinde “normal” kalmaya çalışmak mı, yoksa o sistemden tamamen kopmak mı? Bu soru, kitabın sayfaları kapansa da zihinde dönüp duruyor. Nikolay Gogol kimdir? Nikolay Vasilyeviç Gogol (1809-1852), Ukrayna doğumlu, Rus edebiyatının en önemli figürlerinden biri. Eserlerinde realizmle fantastik öğeleri harmanlayan Gogol, hiciv ve kara mizah konusundaki yetkinliğiyle tanınıyor. Ölü Canlar, Müfettiş, Palto ve Burun gibi eserleriyle dünya edebiyatına damga vurmuş bir yazar. Dostoyevski’nin ünlü sözüyle: “Hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık.” Bu ifade, Gogol’ün edebiyat üzerindeki derin etkisini açıkça gösteriyor.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.