SON DAKİKA

#Kültür

HABER DEĞER - Kültür haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Kültür haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Boğaziçi Film Festivali'nde Altın Yunuslar sahiplerini buldu Haber

Boğaziçi Film Festivali'nde Altın Yunuslar sahiplerini buldu

13. Boğaziçi Film Festivali’nin en iyileri; Parçalı Yıllar ve Tavşan İmparatorluğu oldu. Parçalı Yıllar; En İyi Film ve En İyi Senaryo ödüllerini kazanırken Tavşan İmparatorluğu da En İyi Yönetmen, En İyi Görüntü Yönetmeni ve FİYAB En İyi Yapımcı ödüllerinin sahibi oldu. 13. Boğaziçi Film Festivali, bir haftalık maratonun ardından Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) Merve Aydın’ın sunduğu ödül töreniyle sona erdi. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteğiyle Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen festivalde bu yıl Altın Yunus ödüllerini; “Parçalı Yıllar” ve “Tavşan İmparatorluğu” paylaştı. Gecede konukları selamlayan, Boğaziçi Film Festivali Artistik Direktörü Enes Erbay, “Bu yıl beni en çok etkileyen şey; Türk sinema sektörünün, tüm farklılıklarına rağmen, aslında ne kadar güçlü bir potansiyele sahip olduğunu görmekti. Bizim işimiz yalnızca filmleri seçmek değil sektörü bir araya getirecek bir zemin oluşturmak. Çünkü ancak birbirimizi destekleyerek, birlikte üretmenin yollarını bularak ve aramızdaki görünmez duvarları kaldırarak Türk sinemasını büyütebiliriz.” diye konuştu. Erbay; sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunun için önümüzdeki yıldan itibaren Bosphorus Film Lab’i yeniden hayata geçiriyoruz. Bosphorus Film Lab hem projelerin üretim süreçlerini destekleyecek hem de uluslararası ortaklıkların önünü açacak güçlü bir platform olarak geri dönecek. Bununla birlikte genç sinemacıların yaratım süreçlerine nefes aldıracak, ülkemizin ruhuyla beslenen yeni bir yaratıcı geliştirme programının da hazırlıklarını yapıyoruz. Bu yıl, geçtiğimiz seneye kıyasla izleyici sayımızın yüzde 30 artması hem festivalin büyüyen etkisinin hem de sinemaya duyduğunuz sevginin en güçlü göstergesi oldu. Bugün burada hep birlikte kurduğumuz birlik duygusunun, yarın katlanarak büyümesini diliyorum.” Gecede Ulusal Uzun Metraj, Uluslararası Uzun Metraj, Ulusal Belgesel ve Ulusal Kısa Metraj kategorilerindeki ödüller sahiplerini buldu. Başkanlığını, yönetmen Aydın Sayman’ın üstlendiği; oyuncu Hande Doğandemir, senarist Tufan Bora, yapımcı İris Tahhuşoğlu ve görüntü yönetmeni Ege Ellidokuzoğlu’ndan oluşan Ulusal Uzun Metraj Jürisi; Hasan Tolga Pulat’ın yönettiği “Parçalı Yıllar”ı En İyi Film seçti. Ödülü; filmin yapımcıları Tayfun Burus ve Tuncay Kaymaz’la birlikte, Boğaziçi Film Festivali Başkanı Ogün Şanlıer’den alan Pulat, şöyle konuştu: “Bizim için çok iyi bir süreçti; festivale ve jüri üyelerine çok teşekkür ederiz. Kostüm tasarımcımız ve aynı zamanda kız arkadaşım olan Tuba’ya ve aileme teşekkür ederim. Türk sinemasının, anlatılmamış bir dönemine bakmaya, bunu yaparken bağımsız kalmaya çalıştık. Yıllar içinde bu projeyi çok kez yapma imkânı oldu ama sömürüye, çarpıtmaya çok açık olduğu için bağımsız kalmayı tercih ettim hep. Bu konuda yıllar sonra bana inanan Tayfun Burus ve Tuncay Kaymaz’a gerçekten teşekkür ederim. Umarım bundan sonra Türk sinemasının parçalı yıllar olarak anılan dönemi daha fazla konuşulur. Bugünkü Türkiye’yi anlamak için o dönemi anlamak gerekiyor.” Jüri; En İyi Senaryo Ödülü’ne de “Parçalı Yıllar” ile Hasan Tolga Pulat’ı layık gördü. Jüri üyesi Tufan Bora’dan ödülünü alan Pulat; duygularını şu sözlerle paylaştı: “20 yıldır dönüyordu bu hikâye kafamın içinde, sonunda bu hikâyeyle vedalaşabildim. Bu bir dönem filmi, fazla konuşulmak istenmeyen bir dönem. Bir cesaretle o döneme girmek istedik, bunu yaparken de bağımsız kalmak istedik, hak ettiği gibi anlatmak istedik. Ve bu süreçte çok değerli ekip arkadaşlarıyla çalıştık. 10 gün gibi kısa bir sürede hızla çekmek zorundaydık, bu yüzden ekibimizdeki çok yetenekli insanların önemi daha da fazlaydı. Başta Yetkin Dikinciler olmak üzere şahane bir oyuncu kadrosuyla çalıştık; ki o olmasa hikâye bu kadar gerçekçi olmazdı sanırım. Ayrıca beraber çalışmaktan onur duyduğum Levent Özdilek, İlkim Tüfekçi ve bütün oyuncular, filmi gerçekten inanılır kıldı. Hepsine çok teşekkür ederim.” 13. Boğaziçi Film Festivali’nde Ulusal Uzun Metraj En İyi Yönetmen Ödülü ise “Tavşan İmparatorluğu” ile Seyfettin Tokmak’ın oldu. Ödülü, jüri başkanı Aydın Sayman’dan alanTokmak; “Film yapmanın ne kadar zor olduğunu bence salondaki birçok insan yakînen biliyor. Ama yönetmenin en kritik meselesi; öncelikle ekibini inandırması. Ben, ekibimi, bu zorlu şartlarda yani hayvanlarla, küçük çocuklarla, kışın ortasında, Elazığ’da film yapmaya inandırdım. Onlara bu emekleri için çok teşekkür ederim. Bu ödülü, yakın zamanda kaybettiğimiz, çok değerli Foley sanatçımız Murat Şenürkmez adına alıyorum.” dedi. Film yapımının büyük bir endüstri olduğunu hatırlatan Tokmak; sözlerini şöyle tamamladı: “12 Punto’da çok şey öğrendim, senaryo doktorlarıyla çalıştım. Yurt dışında da pek çok yeri gezdikten sonra sinemacı yetiştirme anlamında, filmleri uluslararası zeminde en doğru yere taşıma anlamında tüm 12 Punto ekibine teşekkür etmem gerekiyor.” Ulusal Uzun Metraj En İyi Görüntü Yönetimi Ödülü de Claudia Becerril Bulos’un çalışmasıyla “Tavşan İmparatorluğu”na gitti. Bulos adına ödülü, filmin yardımcı yönetmeni Serap Aydoğan alırken yönetmen Seyfettin Tokmak da teşekkürlerini şöyle dile getirdi: “Onun için ne söylesem azdır; sonsuz teşekkürler içindeyim. Onunla birlikte filmin yaratımında katkısı olan 12 Punto ekibine, TRT Sinema ekibine, Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’ne ve ortak yapımcılarıma çok teşekkür ediyorum.” “Tavşan İmparatorluğu”; yönetmenler Hakan Kerim Karademir, Belkıs Bayrak ve Cafer Özgül’den oluşan FİYAB Jürisi’nce verilen En İyi Yapımcı ödülünün de sahibi oldu. Koçak, teşekkür konuşmasında “Aslında yapımcı olmak isteyen biri değilim, mecburiyetten yapımcı olmuş biriyim. Birçok insanın desteğiyle bu işi yapabildim.” dedi. Festivalin Ulusal Uzun Metraj Yarışması’nda “Kanto” filmindeki performansıyla Didem İnselel, En İyi Kadın Oyuncu seçildi. İnselel’in ödülünü, filmdeki rol arkadaşı, usta oyuncu Yıldız Kültür aldı. En İyi Erkek Oyuncu Ödülü ise “Bir Adam Yaratmak” filmindeki rolüyle Engin Altan Düzyatan’ın oldu. Oyuncu, ödülünü; “Bu kadar değerli aday arasından jürinin, beni layık görmesi çok gurur verici.” diyerek aldı. Düzyatan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Oyunculuk her ne kadar yalnız ve bireysel bir meslek gibi görünse de çok büyük bir bütünün parçası. Ve bir başarı gösterdiğinizde aslında tek başınıza göstermiş olmuyorsunuz. Müthiş bir ekiple çalıştım; benim daha iyi oynamam için ellerinden geleni yaptılar. Her birine tek tek teşekkür ediyorum. Ve film süresince bana katlandığı için eşime çok teşekkürler.” Ulusal Uzun Metraj En İyi Kurgu Ödülü’nün sahibi ise “Kesilmiş Bir Ağaç Gibi” filmiyle Naim Kanat oldu. Ödülü, Boğaziçi Film Festivali programcısı Elif Bulut Kahraman’dan alan Kanat; tüm film ekibine teşekkür etti. Uluslararası Jürinin favorileri; “DJ Ahmet” ve “The Love That Remains” oldu Oyuncu Kani Kusruti, yönetmen Reinaldo Marcus Green, festival programcısı Angela Prudenzi, yapımcı Nataliya Libet ve yönetmen Senad Şahmanoviç’ten oluşan Uluslararası Uzun Metraj Yarışma Jürisi; Hasan Hadi’nin yönettiği “The Presidents’ Cake”i, En İyi Film seçti. Hadi adına ödülü; Jüri Başkanı Reinaldo Marcus Green’den alan, kostüm tasarımcısı Tamara Abdulrahman Bahjatnour; “Bu harika bir an. Teşekkürler ve diğer adaylara da tebrikler.” dedi. Uluslararası kategoride En İyi Yönetmense “The Love That Remains” ile Hlynur Palmason oldu. Palmason’un ödülünü, jüri üyesi Angela Prudenzi’den, ses tasarımcısı Björn Viktorsson aldı. En İyi Kadın Oyuncu ödülü de yine “The Love That Remains” filmindeki rolüyle Saga Gardarsdottir’in oldu. Geceye bir video mesajıyla katılan Gardarsdottir; şunları söyledi: “Az önce bu güzel habere uyandım. Karanlık ve soğuk Reykjavik’teyim. Sizinle sıcak ve güneşli İstanbul’da olmayı çok isterdim. Herkese çok teşekkür ederim. Bu film, ailelere bir aşk mektubu; yaramaz çocuklara ve kafası karışık yetişkinlere. Bu benim ilk oyunculuk ödülüm; çok etkilendim, kalpten teşekkür ederim.” dedi. Georgi M. Unkovski’nin yönetttiği “DJ Ahmet” filmiyse geceden hem Jüri Özel Ödülü hem de En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’yle ayrıldı. En İyi Erkek Oyuncu seçilen Arif Jakup; ödülünü, jüri üyesi Senad Şahmanoviç’ten alırken heyecanını; “Hiç beklemiyordum ama beni layık gördüğünüz için teşekür ederim; ne söyleyeceğimi bilemiyorum.” sözleriyle paylaştı. Jüri Özel Ödülü ise Angela Prudenzi tarafından filmin oyuncularından Atila Klinche’e sunuldu. En İyi Belgesel; “Kavak Ağacının Gölgesinde” Yapımcı Ringaile Lescinskiene, yönetmen Miriam Karlsın ve akademisyen Sefa Karataş’tan oluşan Ulusal Belgesel Yarışma Jürisi tarafından En İyi Belgesel Film seçilen “Kavak Ağacının Gölgesinde” filminin yönetmeni Kenan Diler, ödülünü, Ringaile Lescinskiene’den aldı. Yönetmen; “Bana inanıp güvenen aileme ve bu yolu benimle yürüyen ekip arkadaşlarıma, en önemlisi; ana karakterimiz Mikail’e teşekkür ederim. Belgesel sinemacılar topluluğu, bu ülkenin vicdanıdır; bu ödülü, vicdanının sesini dinleyerek film üreten tüm dostlara armağan ediyorum.” diye konuştu. Ulusal Belgesel Yarışma Jüri Özel Ödülü ise “Özgür Kelimeler: Gazzeli Bir Şair” ile Abdullah Harun İlhan’ın oldu. Filmin yapımcısı Aslıhan Eker Çakmak; ödülü, Miriam Karlsın’dan “Umarım Filistin de bir gün, filmimizin adında geçtiği gibi, özgür olur.” sözleriyle aldı. Yönetmen Oben Yılmaz, oyuncu Selin Yeninci ve TRT Sinema Proje Sorumlusu Mehmet Ali Karga’dan oluşan Kısa Kurmaca Film Jürisi; Uluslararası kategoride Guillermo Polo’nun yönettiği “Video Store 2001”i, En İyi Kısa Kurmaca Film seçti. Mehmet Ali Karga’nın verdiği ödülü; yönetmen adına alan babası; şöyle konuştu: “Buraya 25 yıl önce bir psikoloji kongresine gelmiştim. Oğlum, İstanbul’a gideceğin i söyleyince ben de gelmek istedim; çünkü çok güzel bir şehir. O, İspanya’ya döndü, ödülü almak da bana kaldı. Umarım 25 yıl sonra da tekrar burada oluruz.” Ulusal kategoride En İyi Kısa Kurmaca Film seçilen “Kesik Kulak”ın yönetmeni İsmail Hakkı Koçak; ödülünü, jüri üyesi Oben Yılmaz’dan alırken “Çok yetenekli üç tiyatro oyuncusuyla çalıştım; oyuncularıma çok teşekkür ederim.” diye konuştu. İstanbul Medya Akademisi Genç Yetenek Ödülü ve bu kapsamda Tolan Film 59 Akademisi tarafından yönetmenle görüntü yönetmenine verilen 1 yıllık sinematografi eğitim bursunun sahibi ise “Defne” filmiyle Hamdi Furkan Yıldırım oldu. Yıldırım, ödülünü Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Doç. Dr. Nagihan Haliloğlu’ndan aldı. Ahmet Uluçay adına verilen Kısa Film Büyük Ödülü, TV Plus Direktörü Gülçin Alıcı Gökçe tarafından, Karim Huu Do’nun yönettiği “Ne Me Quitte Pas”’nın yapımcısı Zico’ya verildi. Yapımcı; “Seçki çok iyiydi, kazanmayı beklemiyorduk. Bütün haftayı burada geçirmek çok güzeldi.” sözleriyle festivale teşekkür etti.

Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye siyasetine mirası: “Milli Kurtuluş Tarihi” Haber

Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye siyasetine mirası: “Milli Kurtuluş Tarihi”

Tarihi yeniden yazan bir eser Avcıoğlu, 1974-1975 yıllarında kaleme aldığı bu eseriyle, geleneksel tarih yazımını aşan bir yaklaşımla dikkat çekiyor. Kitap, 1838 Balta Limanı Antlaşması'ndan başlayarak Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet'in erken dönemlerini sosyo-ekonomik bir mercekle inceliyor. Özellikle ikinci ve üçüncü ciltlerde, Kurtuluş Savaşı'nı “millî demokratik devrim”in başlangıcı olarak tanımlayan yazar, Cumhuriyet'in feodal kalıntılar ve eşraf desteğine dayalı yapısını trajik bir eksiklik olarak eleştiriyor. Dördüncü cilt ise Demokrat Parti sonrası ekonomik bağımlılık ve kalkınma sorunlarını, emperyalizmin baskın rolü üzerinden tartışıyor. Tarih ve güncel siyaset arasında köprü Eserin en çarpıcı yanı, tarihsel olayları güncel bağlamda yorumlaması. Kıbrıs Barış Harekâtı ve 1975 ABD silah ambargosu gibi dönemin sıcak meselelerini, 19. yüzyıl reformlarından (Tanzimat) bugüne uzanan dışa bağımlı sermaye akımlarının bir uzantısı olarak aydınlatıyor. Avcıoğlu'nun sol-Kemalist tezleri burada doruk noktasına ulaşıyor: Kemalist devrim üst yapıda başarılı olsa da, altyapıda (toprak reformu ve devletçi sanayileşme) yarım kalmış; tamamlanması için anti-emperyalist bir “millî demokratik devrim” şart. Gerçek milliyetçiliğin sosyalizmle iç içe olduğunu savunan yazar, ırkçılığa ve parlamenter demokrasinin geri kalmış toplumlardaki reform engelleyici rolüne karşı çıkıyor. Yön dergisinden Milli Kurtuluş Tarihi’ne 1960'lar Türkiye'sinde Yön dergisiyle sol düşünceyi şekillendiren Avcıoğlu'nun bu kitabı, o dönem askerler, öğrenciler ve aydınlar arasında büyük yankı uyandırmıştı. Bugün, 2000'lerin yeniden basımlarında da aynı güncelliğini koruyan eser, Türkiye'nin kalkınma sancılarını anlamak isteyenler için vazgeçilmez bir kaynak. Dört ciltlik bir entelektüel miras Toplamda yaklaşık 2000 sayfayı bulan dört cilt, okuyucuyu Osmanlı'dan 1990'lara uzanan bir yolculuğa çıkarıyor – başlıkta belirtilen “1995’e” ise, geleceğe yönelik bir vizyonu simgeliyor. Tarihçi ve yazar Doğan Avcıoğlu, 1983'te aramızdan ayrılmış olsa da, mirası bu kitapla yaşıyor. Tekin Yayınevi'nden temin edilebilen eserin ilk baskısı üç cilt olarak çıkmış, okuyucu talebiyle dördüncü cilt eklenerek tamamlanmış. Bağımsızlık mücadelesinin en derin yorumlarından biri Eğer Türkiye'nin bağımsızlık mücadelesini yeniden keşfetmek istiyorsanız, Milli Kurtuluş Tarihi tam size göre. Bu eser, sadece bir tarih kitabı değil; Türkiye'nin sosyo-ekonomik hafızasını yeniden inşa eden bir düşünsel miras. Azra YILMAZ

360 yıllık gizem çözüldü: “İnci Küpeli Kız”ın kimliği sonunda ortaya çıktı! Haber

360 yıllık gizem çözüldü: “İnci Küpeli Kız”ın kimliği sonunda ortaya çıktı!

Sanat tarihinin en ünlü yüzü: “İnci Küpeli Kız” Johannes Vermeer’in 17. yüzyılda yaptığı “İnci Küpeli Kız”, bugüne kadar milyonlarca insan tarafından “Kuzey’in Mona Lisa’sı” olarak anıldı. Ancak tablodaki gizemli genç kızın kimliği, yüzyıllar boyunca açıklığa kavuşmamıştı. İngiliz sanat tarihçisi Andrew Graham-Dixon, Sunday Times gazetesine yaptığı açıklamada, Vermeer’in modelinin Magdalena van Ruijven olduğunu öne sürdü. “Vermeer, dostlarının kızını resmetti” Dixon’a göre, Vermeer’in en büyük destekçilerinden olan Pieter van Ruijven ve Maria de Knuijt çifti, sanatçının sadece hamisi değil, aynı zamanda aile dostuydu. Sanat tarihçisi, “Vermeer’in yalnızca bu çift için eserler ürettiğini biliyoruz. İnci Küpeli Kız’daki genç kızın, onların 12 yaşındaki kızı Magdalena olduğuna dair güçlü kanıtlar var” ifadelerini kullandı. “Hz. İsa’ya olan sevgiyle bakan bir kız” Dixon, radikal bir Hristiyan mezhebine bağlı olan ailenin, kızlarını “ruhani saflığın simgesi” olarak gördüğünü belirtti. “Magdalena, resimde Hz. İsa’ya derin bir sevgiyle bakan bir genç kız gibi görünüyor. Kıyafetleri ve duruşu, Magdalalı Meryem’i andırıyor” dedi. Bir miras, bir portre, bir sır Araştırmalara göre, Maria de Knuijt, ölümünden kısa süre önce Vermeer’e yüklü bir miras bıraktı. Bu durum, tablonun özel bir anlam taşıdığına dair iddiaları güçlendirdi. Dixon, “Bu tablo yalnızca bir portre değil, aynı zamanda bir minnettarlık göstergesi olabilir” diye ekledi. Tarihin en gizemli bakışı artık bir isme sahip Yüzyıllar boyunca kimliği sır olarak kalan genç kızın, Vermeer’in fırçasından çıkan saf, sessiz ve zamansız bakışı artık bir isimle anılıyor: Magdalena van Ruijven. Sanat çevreleri, yeni bulguların “İnci Küpeli Kız”ın tarihine yeni bir sayfa açtığını ve Vermeer araştırmalarında bir dönüm noktası olabileceğini belirtiyor.

Modern klasik müziğin yükselen yıldızı Türkiye’de sahne alıyor Haber

Modern klasik müziğin yükselen yıldızı Türkiye’de sahne alıyor

Türkiye Kültür Yolu Festivali, bu yıl uluslararası müzik sahnesinin dikkat çeken isimlerinden birini ağırlıyor. Post-minimalist tarzıyla modern klasik müziğe yeni bir soluk getiren Andrea Vanzo, Ankara ve İstanbul’da vereceği konserlerle müzikseverlere unutulmaz bir deneyim yaşatacak. İlk kez Türkiye’de konser verecek Vanzo, 28 Eylül’de Ankara CSO Ada sahnesinde, 1 Ekim’de ise İstanbul Atatürk Kültür Merkezi Türk Telekom Opera Salonu’nda dinleyicilerle buluşacak. Türkiye’de ilk kez sahneye çıkacak olan sanatçı, festivalin en merakla beklenen isimleri arasında yer alıyor. Yeni albüm öncesi buluşma Milyonlarca dinleyiciye ulaşan “Intimacy Vol. 1” albümünün ardından, Vanzo’nun 10 Ekim’de çıkacak “Intimacy Vol. 2” albümü büyük beklenti yaratmış durumda. Sanatçı, yeni albümünden eserleri Türkiye konserlerinde ilk kez seslendirecek. Dünya çapında yankı uyandırıyor Vanzo’nun eserleri dijital platformlarda 300 milyondan fazla dinlendi. 1 milyondan fazla sosyal medya takipçisine sahip sanatçı, müziğiyle yalnızca notalara değil, aynı zamanda güçlü bir iletişim diline de sahip olduğunu kanıtlıyor. Doğa ve duygular merkezde İtalya’nın Bologna kentinde yaşayan ödüllü müzisyen, post-minimalist tarzıyla nostalji ve doğayı merkeze alan bir müzik dili geliştiriyor. İnsan-doğa ilişkisi, duyguların derinliği ve özgür ifade arayışı, eserlerinin temelini oluşturuyor.

Muhteşem Gatsby neden dünyanın en yanlış anlaşılan romanı? Haber

Muhteşem Gatsby neden dünyanın en yanlış anlaşılan romanı?

Işıltıların gölgesinde kalan gerçek hikâye Roman çoğunlukla şatafatlı partiler, şampanya şelaleleri ve ışıltılı flapper dönemiyle özdeşleşse de, merkezinde Amerikan Rüyası’nın kırılganlığı ve imkânsızlığı var. Jay Gatsby, serveti ve gösterişli yaşamıyla caz çağının simgesi haline getirilmiş olsa da aslında sahte kimliklerle yaşayan, karanlık işlere bulaşmış ve sonu trajik olan bir karakter. Fitzgerald’ın bizzat söylediği gibi, kitabın yayımlandığı dönemde “coşkulu övgüler” alan eleştiriler bile, romanın neyi anlattığını tam olarak kavrayamamıştı. Yeniden keşfin hikâyesi Roman ilk çıktığında satışları vasat kaldı, Fitzgerald hayattayken ikinci baskı bile tükenmişti. Ancak II. Dünya Savaşı sırasında Amerikan ordusunun 155 bin kopyayı askerler arasında dağıtmasıyla eser yeniden keşfedildi. 1950’lerden itibaren Amerikan Rüyası’nın yükselişiyle birlikte Gatsby de kültleşti ve 1960’larda artık “büyük Amerikan romanı” kabul edilmeye başlandı. Popüler kültürde Gatsby 1974’te Robert Redford’un başrolünü üstlendiği film, “Gatsbyesque” ifadesini literatüre kazandırdı. 2013’te Baz Luhrmann’ın tartışmalı uyarlaması ise romanı yeni nesille buluşturdu. Telif hakkının 2021’de sona ermesiyle birlikte Gatsby müzikaller, grafik romanlar, tiyatro deneyimleri ve yeni romanlara ilham oldu. Florence Welch’in şarkılarıyla hazırlanan Broadway müzikali ve modern uyarlamalar, Gatsby endüstrisinin genişliğini gösteriyor. Romanı yeniden okuma ihtiyacı Edebiyat uzmanlarına göre Gatsby’nin gücü, sürekli yeniden okunabilmesinde yatıyor. Nick Carraway’in anlatıcı rolü, romanı yalnızca Gatsby’nin hikâyesi olmaktan çıkarıyor; sınıf, kimlik, umut ve hayal kırıklığına dair çok katmanlı bir bakış açısı sunuyor. Ancak lise yıllarında çoğunlukla semboller –yeşil ışık, otomobil, partiler– üzerinden okutulması, romanın edebi zenginliğinin göz ardı edilmesine neden oluyor. Amerikan Rüyası’nın sınırları Fitzgerald, romanında Amerikan Rüyası’nın cazibesini gösterirken, aynı zamanda çoğu kişi için ulaşılamaz olduğunu da vurguluyor. Gatsby’nin serveti, toplumsal sınıf farklarını aşmaya yetmiyor. Bugün de ekonomik ve sosyal eşitsizlikler nedeniyle “rüyaya karşı hüzün” duyan yeni kuşakların romanla bağ kurmasının sebebi bu. Yeni yorumlar ve uyarlamalar Son yıllarda feminist ya da çağdaş okumalarla Gatsby yeniden yorumlanıyor. Kadın karakterlerin edilgenliğine karşılık cinsiyet rollerini tersine çeviren uyarlamalar ya da Nick Carraway’in geçmişini merkeze alan romanlar, esere farklı pencereler açıyor. Bitmeyen bir klasik Aradan geçen 100 yıla rağmen Muhteşem Gatsby, farklı yaşlarda farklı anlamlar kazandıran, okurun hayat deneyimine göre yeniden şekillenen bir roman olarak varlığını sürdürüyor. Yazar Michael Farris Smith’in dediği gibi: “Belki de Gatsby’yi anlamlı kılan şey şampanya ve dans değil, her an her şeyin dağılabileceği duygusudur.”

Anadolu’nun kültürel mirası “Resimli Türk Abideleri” ile geleceğe taşınıyor Haber

Anadolu’nun kültürel mirası “Resimli Türk Abideleri” ile geleceğe taşınıyor

Yusuf Akyurt’a vefa Bakan Ersoy, hayatını kültürel mirasın korunmasına adayan Yusuf Akyurt’un, Türkiye’de ilk müzelerin kurulmasına öncülük ettiğini vurguladı. Ersoy, Konya Asar-ı Atika Müzesi’nin Akyurt’un gayretleriyle kurulduğunu, Mevlana Türbesi’nin müze düzenine kavuşturulduğunu ve Anadolu’nun pek çok değerli eserinin onun çalışmalarıyla kayıt altına alındığını belirtti. “Mirasımıza sahip çıkmak geleceğimizi inşa etmektir” Tanıtımda konuşan Ersoy, “Camilerimiz, medreselerimiz, köprülerimiz yalnızca taş ve tuğladan ibaret değildir; her biri birer kimlik belgesidir. ‘Resimli Türk Abideleri’, bu belgeleri fotoğraf ve çizimlerle kayda geçiren öncü bir çalışmadır. Bizim görevimiz, bu hafızayı koruyup geleceğe aktarmaktır. Çünkü mirasımıza sahip çıkmak, geleceğimizi inşa etmenin en güçlü yoludur” ifadelerini kullandı. Araştırmacılar ve gençler için kaynak Türk Tarih Kurumu tarafından yeniden basılarak dokuz cilt halinde yayımlanan eser, dijital ortamda da erişime açıldı. Ersoy, çalışmanın yalnızca araştırmacılar için değil, gençler ve sanat meraklıları için de ilham verici bir başucu kaynağı olacağını söyledi. Tarih araştırmalarına katkı sağlayacak Türk Tarih Kurumu Başkanı Yüksel Özgen ise, projenin kurumun geçmişe ait kaynakları sistemli biçimde yayına hazırlama vizyonunun bir parçası olduğunu vurguladı. Özgen, “Bu eşsiz külliyatın, tarih araştırmalarına önemli katkılar sunacağı ve Türkiye Yüzyılı vizyonuyla uyumlu şekilde kültürel mirasımızı yaşatmaya hizmet edeceği açıktır” dedi.

Yolun altından 1500 yıllık tarih çıktı Haber

Yolun altından 1500 yıllık tarih çıktı

Kapadokya’nın gizli hazinesi Kapadokya’nın eşsiz coğrafyası peribacalarıyla olduğu kadar, toprak altındaki tarihi mirasıyla da dikkat çekiyor. Göreme ile Ortahisar arasındaki kara yolunun 2022’de ulaşıma kapatılmasının ardından başlatılan arkeolojik kazılar, bölgenin bilinmeyen geçmişine ışık tuttu. Nekropol alanı ortaya çıktı Nevşehir Müze Müdürlüğü ve Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi’nin bilimsel danışmanlığında yürütülen çalışmalarda, kayaya oyulmuş mezarlar, kilerler, yaşam alanları ve yaklaşık 50 mezardan oluşan geniş bir nekropol alanı gün yüzüne çıkarıldı. İncelemeler, yerleşimin Milattan Sonra 5. yüzyıla kadar uzandığını ortaya koydu. “Bölgenin tarihini geriye çekiyor” Kazı Başkanı ve Nevşehir Müze Müdürü Gökhan Maskar, elde edilen bulguların Kapadokya tarihi açısından büyük önem taşıdığını vurguladı: “2022 yılından bu yana sürdürdüğümüz kazılarda 50’ye yakın mezar tespit ettik. Bu mezarların bir kısmı bölgede ilk kez görülen türden yapılar. 2025 yılı çalışmaları, yerleşimin 10-11. yüzyıldan da daha eskiye giderek Milattan Sonra 5. yüzyıla tarihlendiğini ortaya koydu. Ayrıca din adamlarına ait olduğu düşünülen mezarların yanı sıra bebek ve yetişkin definleri de bulundu. Röliker haçlar, sikkeler, küpeler ve bilezikler bu yılki keşifler arasında.” Yolun kapatılması tarihi korudu Maskar, kazılar sırasında geçmiş dönemlerde kullanılan taşların mezar yapımında yeniden değerlendirildiğini de belirtti. Göreme Açık Hava Müzesi’ne uzanan bu yolun uzun yıllar açık kalmasının ve alt yapı çalışmalarının bölgede ciddi tahribata yol açtığını söyledi. UNESCO’nun raporlarında “doğal dokuya zarar verdiği” gerekçesiyle kapatılması önerilen yol, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle 2022’de trafiğe kapatılmış, ardından kurtarma kazıları başlatılmıştı. Arkeopark hedefi Elde edilen bulguların ardından, alanın arkeopark olarak düzenlenmesi planlanıyor. Proje kapsamında yürüyüş yolları ve cam teraslarla ziyaretçilerin bölgeyi gezebilmesi hedefleniyor.

Geleceğin gölgesinde bir başyapıt: Metropolis (2001, Rintaro) Haber

Geleceğin gölgesinde bir başyapıt: Metropolis (2001, Rintaro)

Klasikten animeye uzanan yol “Metropolis” ismi sinema tarihine yabancı değil. 1927 yapımı Fritz Lang imzalı sessiz film, bilimkurgu sinemasının temel taşlarından biri. Ancak Rintaro’nun 2001 tarihli animesi, bu mirası Tezuka’nın manga vizyonuyla buluşturuyor. İlginçtir ki Tezuka, Lang’ın filmini hiç izlememiş, yalnızca bir dergide gördüğü görselden etkilenerek kendi mangasını kaleme almış. İşte bu tesadüfi esin, yıllar sonra animeye dönüşen uzun bir kültürel zincirin ilk halkası oldu. İnsan mı, makine mi? Anime, görkemli gökdelenler ve ışıklı sokaklardan oluşan devasa bir şehirde başlıyor. Dedektif Shunsuke Ban ve yeğeni Kenichi, kayıp bir bilim insanını ararken kendilerini şehrin kalbinde dönen büyük bir komplonun içinde buluyorlar. Milyarder Duke Red’in amacı, insana tıpatıp benzeyen bir robot aracılığıyla —Tima— dünyayı yönetmek. Ama işler planlandığı gibi gitmiyor. Tima’nın kimlik arayışı, insani duygulara sahip bir makinenin varlığı ve “ruh” kavramı etrafında gelişen çatışma, yalnızca bir bilimkurgu macerası değil; insan olmanın anlamına dair felsefi bir sorgulama. Görsel bir şölen, felsefi bir derinlik Madhouse’un imzasını taşıyan film, görkemli arka plan tasarımları ve Art Deco esintili şehir dokusuyla göz kamaştırıyor. Ziggurat adlı devasa yapı, yalnızca kentsel bir simge değil; aynı zamanda iktidar, hırs ve Babil Kulesi mitosuna gönderme yapan güçlü bir metafor. Müzikler de en az görsellik kadar dikkat çekici. Caz ve blues tınıları, Ray Charles’ın “I Can’t Stop Loving You” şarkısıyla birleştiğinde, kıyamet sahnelerine beklenmedik bir duygusal yoğunluk katıyor. Bu tercih, filmi sıradan bir anime olmaktan çıkarıp evrensel bir sanat deneyimine dönüştürüyor. Manga ile anime arasında Tezuka’nın mangasında cinsiyet değiştirebilen, olağanüstü yeteneklere sahip Michi karakteri, animede daha sade ama güçlü bir figür olan Tima’ya dönüşüyor. Manga ile film arasındaki bu fark, aslında eserin zamanlar arası yolculuğunun bir göstergesi. Her uyarlama, yeni bir katman ekliyor. Evrensel temalar Film, yalnızca insan–makine ilişkisini sorgulamıyor. Aynı zamanda sınıf çatışmaları, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve faşizm gibi evrensel temaları da işliyor. Robotlara isim verilmesinin yasak olduğu bir toplumda Kenichi’nin onlara isim takması, basit bir detay değil; insanlık tarihindeki özgürlük ve eşitlik mücadelelerine açık bir gönderme. Neden izlenmeli? Metropolis, yalnızca bir anime hayranını değil, sinema tarihine ilgi duyan herkesi kendine çekebilecek bir yapım. Çünkü film, büyük bütçeli Hollywood gerilimlerini andıran temposuna rağmen, en derin soruyu sormaktan geri durmuyor: “İnsan olmak nedir?” Metropolis (2001) Yönetmen: Rintaro Senaryo: Osamu Tezuka, Katsuhiro Ôtomo, Marc Handler Stüdyo: Madhouse Süre: 108 dk Tür: Bilimkurgu, Macera, Dram IMDb: 7.2 Metropolis, yalnızca bir animasyon değil; insanın kendi yarattığı makinelerle yüzleştiği, varoluşun en eski sorularına yeniden bakmamızı sağlayan bir kült film. Yönetmen hakkında: Rintaro (Şigeyuki Hayashi) Doğum: 22 Ocak 1941, Tokyo – Japon anime sinemasının usta yönetmenlerinden. Gerçek adı Şigeyuki Hayashi, zaman zaman Kuruma Hino adını da kullandı. Kariyerine 17 yaşında, Toei Animation’da Hakujaden (1958) filminde ara animatör olarak başladı. Kısa süre sonra Osamu Tezuka’nın stüdyosu Mushi Productions’a geçti; 1963’te Astro Boy’un bir bölümünü yöneterek ilk yönetmenlik deneyimini yaşadı. 1971’den itibaren serbest çalışan bir yönetmen olarak TV serileri ve uzun metrajlar çekti; Madhouse’un kurucu ortaklarından biri kabul edilir. Etkiler & Üslup: Sıkı bir bilimkurgu hayranı. Amerikan westernleri, gangster sineması, film-noir ve Fransız sinemasından beslendiğini söylüyor. Tezuka etkisi belirgindir; Metropolis’i yaparken “Tezuka’nın ruhunu iletmek” istediğini vurgulamıştır. Estetikte Art Deco, hikâyede otorite eleştirisi ve varoluş soruları Rintaro sinemasının ayırt edici öğeleridir. Seçme ödül & adaylıklar: Alexander Senki – Netizen’s Choice, Puchon Uluslararası Fantastik Film Festivali (1998) Metropolis – En İyi Animasyon (2.lik), Fant-Asia Film Festivali (2001) Metropolis – Sitges’te En İyi Film adaylığı (2001) Öne çıkan yapımlar (kısa filmografi): Filmler: Galaxy Express 999 (1979), Adieu Galaxy Express 999 (1981), Harmagedon (1983), X (1996), Metropolis (2001), Yona Yona Penguin (2009) OVA/TV: Space Pirate Captain Harlock (1978–79), Kimba the White Lion (bölümler), Final Fantasy: Legend of the Crystals (1994), Captain Herlock: Endless Odyssey (2002) Kısa Filmler: Labyrinth Labyrinthos (Neo Tokyo, 1987), Yamanaka Sadao’ya Adanan Manga Film: Nezumikozō Jirokichi (2023) Güncel: Son yıllarda Kyoto Seika Üniversitesi’nde ders veriyor; 2023’te yeni kısa filmi Niigata Uluslararası Animasyon Festivali’nde prömiyer yaptı. Rintaro’nun üretimi, Tezuka mirası ile modern anlatı tekniklerini buluşturan, türlerüstü bir sinema anlayışını temsil ediyor.

Sonsuz hayatların kıyısında: Gece Yarısı Kütüphanesi Haber

Sonsuz hayatların kıyısında: Gece Yarısı Kütüphanesi

Bir hayatın çöküşünden sonsuz ihtimallere Romanın merkezinde Nora Seed var. Çocukluğundan itibaren kendine biçilen rolleri dolduramamış, hayatın hiçbir alanında tutunamamış bir kadın… Yüzücülükte başarının eşiğinden dönüyor, müzikte potansiyelini yarım bırakıyor, ilişkilerinde sürekli kaybediyor. Bir gün her şey üst üste geliyor: işini kaybediyor, kedisi ölüyor, dostlukları tükeniyor. Ve gece yarısı, “yanlış hayat” fikrinin ağırlığı altında intihara kalkışıyor. Ama ölümün yerine kendini bambaşka bir mekânda buluyor: Gece Yarısı Kütüphanesi. Sonsuz sayıda kitapla dolu bu kütüphane, Nora’ya pişmanlıklarının izini sürme şansı veriyor. Her kitap, onun almadığı bir kararı, seçmediği bir yolu, yaşayamadığı bir ihtimali temsil ediyor. Alternatif hayatlar, eksilmeyen boşluklar Nora farklı Noraların hayatlarına adım atıyor: olimpiyat madalyalı bir yüzücü, dünyaca ünlü bir şarkıcı, başarılı bir buzul bilimci, bar sahibi bir kadın, mutlu bir eş ve anne… Ancak hangi paralel evrene adım atarsa atsın, mutluluğun tam olmadığını fark ediyor. Başarı, ün ya da aşk… Hepsi, başka bir boşlukla geliyor. Bu arayış, romanın en çarpıcı sorusunu açığa çıkarıyor: “Mükemmel hayat diye bir şey var mı, yoksa hayata anlam katan şey, onu bizzat inşa etme çabamız mı?” Romanın kalbinde iki mesaj Haig, Nora’nın yolculuğundan iki temel mesaj çıkarıyor. Birincisi: Hayat, teoride sonsuz ihtimaller sunsa da asıl değer, elimizdeki tek hayatın farkına varmakta. Kaçırılan fırsatlar, “keşke”ler, pişmanlıklar aslında yaşamın bütününü belirlemiyor. İkincisi: Mutluluk, hak edilmemiş bir hediye değil. Emek, çaba ve seçimlerin sorumluluğu olmadan hiçbir hayat gerçek anlamda doyurucu değil. Nora’nın alternatif evrenlerde bulduğu “kusursuz” hayatlar bile, bu yüzden ona ait değil. Modern zamanların yeni klasiklerinden Gece Yarısı Kütüphanesi, felsefi bir metin kadar derin, modern bir roman kadar sürükleyici. Haig, varoluşçu soruları basit ama çarpıcı bir kurguyla işliyor: “Yaşamaya değer bir hayat nedir?” sorusu roman boyunca yankılanıyor. Belki de bu yüzden kitap, yalnızca bir roman değil; aynı zamanda günümüz insanına bir hatırlatma. Tükenen zamanın, kaybolan fırsatların, pişmanlıkların arasında sıkışmış her okura şunu söylüyor: “Hayatını değiştirmek için sonsuz ihtimallere değil, tek bir karara ihtiyacın var.” Umut için yazan yazar: Matt Haig Bugün sizlere bana ve daha birçok okura umut veren bir yazardan bahsedeceğim. Kendisi, sadece okurlarına değil kendine de umut vermek için yazıyor. Belki onu Gece Yarısı Kütüphanesi ile tanıyorsunuz, belki de Zamanı Durdurmanın Yolları ile… Henüz tanışmadıysanız, büyük ihtimalle bu yazıdan sonra tanımak isteyeceksiniz. Matt Haig’in hayatı 1975’te Sheffield’da doğan Haig, İngiliz Edebiyatı üzerine yüksek lisans yaptı. Yirmili yaşlarında İbiza’da yaşarken ağır bir depresyon geçirdi ve ölümün kıyısından döndü. Bu deneyim, daha sonra kişisel gelişim türünde klasikleşen “Yaşama Tutunmak İçin Nedenler” kitabına ilham verdi. Yazarlık serüveni 2004’te yayımlanan The Last Family in England ile yazarlığa adım atan Haig, farklı türlerde eserler verdi. Yetişkinler için romanlar, çocuklara yönelik hikâyeler, kurgu dışı denemeler… Onun kalemi tür sınırlarını sevmiyor. İnsanlar, Zamanı Durdurmanın Yolları ve elbette Gece Yarısı Kütüphanesi en çok bilinen eserleri arasında. Yazım stili Haig’in üslubu samimi, yalın ve umut dolu. Romanlarında depresyon ve anksiyete gibi kendi deneyimlerinden süzülen temalar alt metin olarak yer alıyor. Okuyucusuyla sanki birebir sohbet ediyor; dertleşiyor, teselli ediyor. Belki de onu bu kadar çok okunur kılan tam olarak bu yakınlık. Haig’in kitaplığı Romanlar: İnsanlar, Zamanı Durdurmanın Yolları, Gece Yarısı Kütüphanesi… Kurgu Dışı: Yaşama Tutunmak İçin Nedenler, Nevrotik Bir Gezegenden Notlar, Rahatlama Kitabı… Çocuk Kitapları: Nikolas – Noel Adında Bir Çocuk, The Truth Pixie, Evie and the Animals ve daha niceleri. Matt Haig, hâlâ depresyonla mücadele eden, ama kalemiyle hem kendine hem okurlarına umut aşılayan bir yazar. Onu okurken yalnızca edebiyatla değil, insanın varoluşuna dair en temel sorularla da karşılaşıyorsunuz.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.