SON DAKİKA

#Pkk

HABER DEĞER - Pkk haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Pkk haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Dervişoğlu: İmralı süreci Cumhuriyet’in temel anlayışını zedeliyor Haber

Dervişoğlu: İmralı süreci Cumhuriyet’in temel anlayışını zedeliyor

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada İmralı sürecine tepki gösterdi, Kürt vatandaşlar ile PKK arasında devlet aracılığıyla kurulan ilişkilerin Cumhuriyet’in temel ilkelerini zedelediğini söyledi. ANKARA (İGFA) - İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda gündeme dair önemli değerlendirmelerde bulundu. TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu tarafından İmralı Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu’na gönderilen heyete dikkat çeken Dervişoğlu, sürecin Cumhuriyet’in Kürtler ile PKK arasında kurduğu “kalın duvarları” zayıflattığını savundu. Dervişoğlu, “İmralı süreci ve Abdullah Öcalan’ın doğrudan muhatap alınması, Kürtleri Öcalan’ın vesayeti altına almanın yolunu açmıştır. Şimdi ise devlet aklı, Kürtler ile PKK’yı ayırmaya çalışmak yerine Öcalan’ı Kürtlerin ulusal lideri yapma anlayışına doğru kaymıştır” ifadelerini kullandı. #İhanetinZamanAşımıYok pic.twitter.com/xyjXfdZnzP — Müsavat Dervişoğlu (@MDervisogluTR) November 26, 2025 Cumhuriyetin, vatandaşların devletle aracısız ve pazarlıksız ilişki kurabilmesi anlamına geldiğine dikkat çeken Dervişoğlu, sürecin devam etmesi hâlinde devlet ile vatandaş arasındaki doğrudan ilişkinin zarar göreceğini belirterek, farklı kimlik gruplarının liderleri üzerinden iktidar ile pazarlık yapmayı hak görebileceğini öne sürdü. “Kürt vatandaşlarımızla ilişki kurmak için ne Öcalan’a, ne de PKK’ya ihtiyaç vardır" diyen İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, sürecin devamının Cumhuriyet’e ve Anayasa’ya açık bir saldırı olduğunu, savcılarımızın dikkate alması gereken bir suç niteliği taşıdığını ifade etti.

Demirtaş : Neler yapabilirdik ya da yapabiliriz? Haber

Demirtaş : Neler yapabilirdik ya da yapabiliriz?

HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun Abdullah Öcalan'ı ziyareti etmesi yönündeki tartışmalara yazı kaleme aldı. Edirne F Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, T24'te "Sürecin muhasebesi: Neler yapabilirdik ya da yapabiliriz?" başlıklı bir yazısında ilginç değerlendirmeler var. "Kardeşliğin hukuku, yasaları önce yüreklerde yapılmalı ki geri kalan normatif süreçler yeni bir iklimde, yeni bir atmosferde, yeni bir toplumsal ve siyasal zihniyette kolayca ve olumlu sonuçlar alacak şekilde ilerleyebilsin” diyen Demirtaş, “barış ve kardeşlik mutlaka kazanacak” ifadelerini kullandı. Selahattin Demirtaş’ın kaleme aldığı yazının tamamı şöyle: Sürecin kilit kavramı “silah” değil “kardeşlik”tir. Silah, kardeşlik hukukunu örselediği, kanattığı için tabii ki öncelikle silah aradan çıkmalıydı. Bununla eş zamanlı olarak da kardeşlik hukuku ve duygusu onarılmalıydı. İşte buna ilişkin etkili, sonuç alıcı tek bir adım bile atılmadı... Peki neler yapabilirdik ya da yapabiliriz? Ben aklıma ilk gelenleri sıralayayım, siz ekleyin, genişletin lütfen... Recep Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli ve Abdullah Öcalan’ın inisiyatifleriyle son bir yılda önemli gelişmeler yaşandı, ciddi adımlar atıldı. - Bahçeli’nin Ekim 2024’teki girişimi ve çağrısı - Öcalan’ın 27 Şubat çağrısı - Erdoğan’ın süreci sahiplenmesi - PKK’nin fesih kongresi - TBMM’de komisyon kurulması - Süleymaniye’de silahları yakma töreni yapılması - PKK’nin Türkiye’den tümüyle çekilmesi - SDG’nin Şam ile entegrasyon anlaşmasına varması Bunlar küçümsenecek, hiçleştirilecek adımlar değil. Hepsi de değerli ve tarihi hamleler. Tamamı da Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini yakından ilgilendiren ciddi, olumlu gelişmeler. Yani konunun “güvenlik” boyutunda, bir yılda büyük mesafe kat edildi. Bu, işin olumlu tarafı. Sürecin kilit kavramı “silah” değil “kardeşlik”tir Şimdi soru şudur: Süreç sadece “güvenlik” başlığından ve “güvenlik” başlığı da sadece silahtan mı oluşuyor? Bu soruya evet cevabı verenler ya “güvenlik” kavramını ya da süreci hiç anlamamış, en azından bizim anladığımız şekilde anlamamış demektir. Oysa sürecin kilit kavramı “silah” değil “kardeşlik”tir. Silah, kardeşlik hukukunu örselediği, kanattığı için tabii ki öncelikle silah aradan çıkmalıydı. Bununla eş zamanlı olarak da kardeşlik hukuku ve duygusu onarılmalıydı. İşte buna ilişkin etkili, sonuç alıcı tek bir adım bile atılmadı. Çıkarılması gereken yasalardan söz etmiyorum, henüz o konuda da ilerleme olmadı ancak yasadan önce yapılması gereken şey, duyguda birliği sağlamaya yönelik çalışmalardır, bunlar yapılmadı. Yasa Meclis’ten önce halkın bilincinde yapılmalıdır “Yasa nerede yapılır?” diye sorulsa herkes net bir şekilde “Meclis’te” diye cevaplayacaktır ancak bu cevap doğru değil. Yasa toplumda, halkta, millette yapılır; Meclis ise o yasayı norma dönüştürür ve bağlayıcı hale getirir. Dolayısıyla kardeşliğin yasaları önce halkın bağrında, yüreğinde, benliğinde ve bilincinde yapılmalıdır. İşin esası ideoloji, teori, norm değil duygudur. Kardeşlik önce duyguda kurulur, sonra Meclis onu norma, yasaya dönüştürür. Ortada duygu yokken yasa yapmaya kalkarsanız hem zorlanırsınız hem de halkın iradesinin tersine adım atmış olursunuz. Her şeyi getirip yasaya bağlamak ve sanki yasalar çıksa tüm sorunlar hemen o saat çözülecekmiş gibi bir beklentiye girmek büyük hatadır. Mesela Meclis yarın, “Kürtler ile Türkler kardeştir ve birbirlerini sevmek zorundadırlar” diye bir yasa yapsa mesele hallolur mu? Sabahına herkes birbirini sevmeye mi başlar? Evet, Kürt ile Türk kardeştir, birbirlerini kardeş gibi, ana gibi, yar gibi sevmelidir. Fakat son yüz yılın hataları nedeniyle araya kan girdi, silah girdi, ayrımcılık girdi. Tamamı Türk ve Kürt analarının evladı olan 50 bin kardeşimiz Türkiye’nin her mezarlığında toprağın altına girdi, bazılarının mezarı bile yok. Öfkeler, kızgınlıklar, kırgınlıklar, nefretler, intikam duyguları birikti, birikti, kardeşlerin arasına girdi. Bunları gidermek, yasımızı ve acımızı ortaklaştırmak, yaralarımızı karşılıklı sarmak, göz göze bakıp kardeşçe sarılmak, hüzün ve sevinç gözyaşlarını aynı anda dökmek yasadan çok daha öncelikli, yapıcı ve kalıcı olur. Zaten bunları yaptıktan sonra yasayı yapmak çok kolaydır ve o iş artık sadece küçük bir detaydır. Cumartesi Anneleri ile Barış Anneleri, Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nda Neler yapılabilirdi? Peki bu belirttiklerimi sağlamak için neler yapabilirdik ya da yapabiliriz? Ben aklıma ilk gelenleri sıralayayım, siz ekleyin, genişletin lütfen. Mesela Meclis Komisyonu aylarca “dinleme” adı altında top çevirmek yerine şunları yapsaydı çok daha etkili olmaz mıydı? Hatta siyasi parti liderleri de bu etkinliklerde yer alsalardı sonuç çok daha yapıcı olmaz mıydı? Neler mesela? • Liderler ve komisyon üyeleri; Adnan Menderes’in, Alparslan Türkeş’in, Orhan Doğan’ın ve Mehmet Sincar’ın mezarlarını ziyaret edip oradan Anıtkabir’e gitselerdi. • Konya’da Mevlana’yı, Doğubayazıt’ta Ehmedê Xanî’yi ziyaret etselerdi. • Diyarbakır’da Amedspor ile Trabzonspor arasında bir kardeşlik maçı organize etselerdi. Tüm Diyarbakır, Trabzonspor ve Amedspor bayraklarıyla donatılsaydı. Karadeniz’den akın akın gelen kardeşlerimiz Diyarbakırlıların evlerinde misafir edilselerdi, stadyuma maçı izlemeye birlikte gitselerdi. Vanspor, aynı şekilde Kayserispor’a konuk olsaydı ve Kürt kardeşlerimiz akın akın Kayseri’ye gidip evlerde misafir olsalardı. • Milli futbol takımı, bir maçını Diyarbakır Stadyumu’nda oynasaydı ve Diyarbakırlılar Milli Takım’a canı gönülden sahip çıksalardı. • Bir otobüs dolusu genç Edirne’den, bir otobüs genç de Hakkari’den yola çıksaydı, Anıtkabir’de buluşup Türkçe ve Kürtçe bir kardeşlik bildirisi okusalar, bildiriyi Anıtkabir defterine de yazsalardı. • Bir otobüs dolusu genç İzmir’den, bir otobüs de Kars’tan yola çıksa ve Çanakkale Şehitliği’nde buluşup kardeşlik bildirisini Türkçe ve Kürtçe okusalar, oradan beraberce Ankara’ya, Meclis’e gelip bildiriyi Meclis Başkanı’na teslim etselerdi. • Kültür Bakanlığı’nın girişimiyle yedi bölgede kardeşlik konserleri düzenlense ve TRT sanatçıları ile Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) sanatçıları aynı sahnede Türkçe ve Kürtçe kardeşlik türküleri, şarkıları söyleselerdi. • Milli Eğitim Bakanlığı’nın girişimiyle Kürtçe - Türkçe ve Türkçe - Kürtçe sözlük ile gramer kitabı basılsaydı ve tüm öğrencilere ücretsiz dağıtılsaydı. • Bursa Ulu Camide ve Diyarbakır Ulu Cami’de aynı anda Türkçe ve Kürtçe kardeşlik hutbesi okunsaydı. • Evlatlarını çatışmalarda kaybetmiş Türk ve Kürt anaları kol kola girip beraberce mezarlıkları ziyaret etselerdi, akşamına da Beştepe’de Cumhurbaşkanı tarafından ağırlansalardı. Bunlar yapılmadı ama Yazmaya devam etsem sayfalar yetmez ama derdimi anlatabilmişimdir umarım. Yani kardeşliğin hukuku, yasaları önce yüreklerde yapılmalı ki geri kalan normatif adımlar atılırken, yasalar yapılırken yeni kırılmalar, ayrışmalar olmasın. Eğer bu belirttiğim gibi çalışmalar yapılmış olsaydı Meclis Komisyonunun İmralı’ya gitmesi konusu da bir krize dönüşmezdi. Bunlar yapılmadı ama başta da belirttiğim gibi bol bol dinleme yapıldı. Orada burada gereksiz yere sloganlar atıldı, televizyonlarda konuşanlar ağızlarının ayarını tutturamadılar; hakaretler, tehditler, şantajlar, ekranlardan halkın üstüne boca edildi. Yetmedi, muhalefete yönelik ve özellikle CHP’yi hedefe koyan “mutlak butlan, iptal, tutuklama, kayyım, casusluk, rüşvet” operasyonlarıyla ayrışma iyice derinleştirildi. 30 yıllık hapis cezalarını bitirmiş siyasi mahpuslar, hasta mahpuslar bile cezaevinden çıkamadılar. Kayyım atanmış tek bir belediye bile halka iade edilmedi. Kürt – Türk kardeşliği pekiştirilmeden, üstüne Türk – Türk ayrışması eklendi. Sonuç olarak; Dost acı söyler, ben barışın ve kardeşliğin dostu olarak bunları 12 metrekarelik hücremden görüyor ve üzülüyorum. Hücredeki tek arkadaşım ve yerine kayyım atanarak altı yıldır suçsuz yere hapiste tutulan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanı Dr. Adnan Selçuk Mızraklı’ya ve onun dik duruşuna bakıp bakıp bu yazıyı yazarken umudumuzu koruyor, mücadele kararlılığımızı diri tutuyoruz. Biliyoruz, inanıyoruz ve çabalıyoruz. Barış ve kardeşlik mutlaka kazanacak.

Fatih Altaylı’nın 1997 röportajı 28 yıl sonra yayımlandı: Öcalan, Susurluk’tan “silahları susturalım”a kadar konuştu Haber

Fatih Altaylı’nın 1997 röportajı 28 yıl sonra yayımlandı: Öcalan, Susurluk’tan “silahları susturalım”a kadar konuştu

Gazeteci Fatih Altaylı’nın 1997’de Lübnan’da PKK lideri Abdullah Öcalan ile gerçekleştirdiği yaklaşık 30 dakikalık röportajın ilk bölümü, PKK’nın kurduğu Özgür Düşünceler adlı internet sitesinde 28 yıl sonra yayımlandı. O dönem yayınlanmayan görüşmenin, Terörle Mücadele Kanunu’nun 8. ve 30. maddeleri gerekçe gösterilerek televizyon kanalında yayımlanmadığı Altaylı tarafından daha önce açıklanmıştı. Yayımlanan bölümde Öcalan; Susurluk kazası, uyuşturucu ağı iddiaları, devlet-militer örgüt ilişkileri, Kürt meselesine dair çözüm söylemleri ve silahların susturulması çağrısı gibi başlıklara değindi. Görüşmenin arka planı ve yayınlanmama gerekçesi Altaylı, röportajın 1997’de Lübnan’ın Bar Elias kentinde kaydedildiğini, PKK mensuplarının ekibini önce bir eve götürüp ardından camları kapalı araçla farklı bir yere taşıdığını aktarıyor. Röportaj erken saatte başlamış ve uzun sürmüş; masada yedi-sekiz kişi bulunmuş. Altaylı, söz konusu görüşmenin o dönem Kanal D’de yayımlanmamasına gerekçe olarak Terörle Mücadele Kanunu’ndaki hükümleri gösterdiğini belirtmiş; kanunda o tür yayınlara ilişkin yaptırımlar olduğu için kanalın kapatılma riski bulunduğu kaydedildi. “Susurluk bir dönüm noktası” — çete ve uyuşturucu iddiaları Yayımlanan bölümde Öcalan, 1996 Susurluk kazasını Türkiye tarihinin dönüm noktalarından biri olarak nitelendirdi. Öcalan, Susurluk ve bağlantılı yapıların ekonomik ilişkilerine dair iddialarda bulunarak, bazı çetelerin uyuşturucu ticaretinde kontrol sağladığını ve bu yapıların adı geçen suikast girişimleri ve kirli işlerle bağlantılı olduğunu öne sürdü. Öcalan, Abdullah Çatlı, Sedat Bucak, Savaş Buldan ve Behçet Cantürk gibi isimlere dair iddialarını dile getirdi; özel timlerin ve bazı çetelerin uyuşturucu meselelerinde rolü olduğuna dair ifadeler kullandı. “Ben Anadolu çocuğuyum” — Öcalan’ın kendini tanımlaması Altaylı’nın “Türkiye’nin iyiliğini istermiş gibi konuşuyorsunuz” sorusuna Öcalan, samimi bir dille cevap verdiğini belirterek kendisini “halis muhlis Anadolu çocuğu” olarak tanımladı. Öcalan, çocukluğuna, Ankara yıllarına ve Türkiye’nin güzelliklerine dair kişisel anekdotlar paylaştı; siyasete bu ideallerle girdiğini ve “güzel bir Türkiye” isteğini yineledi. Çözüm vurgusu: “Yarın tüm silahları susturalım” Röportajın en dikkat çeken bölümlerinden biri Öcalan’ın diyalog çağrısıydı. İngiltere Başbakanı örneğini vererek IRA ile diyalog sürecine atıfta bulunan Öcalan, “yeter ki diyalog olsun, yarın bütün silahları susturalım” ifadelerini kullandı. Öcalan, çözüm niyetinin sürekli olduğunu savundu ve siyasilerde karar gücü görmediğini belirtirken, “Türkiye’yi ve Kürtleri kurtarmak” istediğini söyledi. Güneydoğu için vizyon: “Dicle ve Fırat kıyılarında cennet” Öcalan, Güneydoğu’daki tahribatı eleştirip bölgenin yeniden inşası ve ekonomik dönüşümü üzerine tasavvurlarını anlattı. Dicle ve Fırat kıyılarında tarıma, kültüre ve yaşam alanlarına dayalı bir dönüşüm hayal ettiğini; Cizre, Batman ve Fırat kıyılarında kültürel merkezler inşa etmek istediğini ifade etti. Ayrıca askeri güç mevzilenmelerine dikkat çekip, bunun çağımızın sorunlarını çözme yolu olup olmadığını sorguladı. Susurluk, suikast iddiaları ve “Apo’ya suikast” söylemi Öcalan, iki ayrı suikast girişimi iddiasına değinerek bunların arkasında bazı çetelerin ve devlet içi unsurların olduğunu iddia etti. Uyuşturucu şebekelerinin geniş coğrafi menzilli olduğunu belirten Öcalan, bu yapıların “Apo’ya suikast” söylemiyle meşrulaştırıldığını öne sürdü. Röportajın hukuki ve kamusal yansımaları 1997’de kaydedilip yayımlanmayan röportajın 28 yıl sonra PKK’ya ait bir platformda yayınlanması, Türkiye siyasetinde ve medyada tartışma yaratacak nitelikte. Yayının hukuki boyutu, Telif ve Terörle Mücadele Kanunu kapsamında geçmişteki gerekçelerin bugün nasıl değerlendirileceği; ayrıca röportajın arşivsel değeri ve tarihsel bağlamı tartışma ortamı sağlayacak. Gazetecilik, arşiv ve ifade özgürlüğü ile terörle mücadele mevzuatı arasındaki hassas dengeler bir kez daha gündeme gelecek. Röportajın yayımlanan bölümünde öne çıkanlar şöyle özetlenebilir: Öcalan’ın Susurluk’u kilometre taşı ilan etmesi; çete-uyuşturucu bağlantılarına ilişkin iddialar; kişisel geçmişe dair anlatılar; barış ve diyalog çağrısı; Güneydoğu için ekonomik ve kültürel dönüşüm vizyonu; silahların susturulması yönündeki tekrarlanan teklif. Yayımlanan bölüm, Altaylı’nın o döneme ilişkin açıklamaları ve yasa maddeleri nedeniyle neden o zaman yayınlanmadığına dair açıklamalarla birlikte kamuoyunda geniş yankı uyandırması bekleniyor. Röportajın tamamının yayımlanıp yayımlanmayacağı ve olası hukuki sonuçları önümüzdeki günlerde izlenecek gelişmeler arasında yer alacak.

Lice Katliamı'nın 32. yıldönümünde: Acılarla yüzleşme zamanı Haber

Lice Katliamı'nın 32. yıldönümünde: Acılarla yüzleşme zamanı

Lice Katliamı'nın 32. Yıldönümünde: Acılarla Yüzleşme Zamanı Bugün, 22 Ekim, Türkiye'nin karanlık sayfalarından birinin yıldönümü. 1993'te Diyarbakır'ın Lice ilçesinde başlayan ve üç gün süren olaylar, 16 canın yitirilmesine, yüzlerce ev ve iş yerinin yıkılmasına yol açan bir trajedi olarak hafızalara kazındı. "Lice Katliamı" olarak anılan bu süreç, sadece bir ilçeyi değil, tüm ülkeyi derinden sarsan bir yaranın simgesi haline geldi. Yıldönümünde, bu acıyı yeniden hatırlamak ve devletten tüm katliamlarla kapsamlı bir yüzleşme talep etmek, barışın ve adaletin ilk adımı olmalı. Olayların fitili, 22 Ekim sabahı Lice Jandarma Komando Bölük Komutanlığı'na düzenlenen bir saldırıyla ateşlendi. Dönemin Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, ilçeye giderek durumu yerinde incelemek üzere helikopterle bölgeye indi. Halka yakınlığı, yasadışı şiddet yöntemlerini reddetmesiyle tanınan Aydın, görev bilinciyle hareket eden bir komutan olarak biliniyordu. Ne yazık ki, helikopterden iner inmez, keskin nişancı ateşiyle vurularak hayatını kaybetti. Aydın'ın ölümü, sadece bir askeri trajedi değil; aynı zamanda, o dönemde bölgede barışçıl yaklaşımları savunan bir figürün kaybı olarak değerlendiriliyor. Onun gibi, halkla diyalog kurmaya çalışan subayların eksikliği, bugün bile Kürt sorununun çözümü tartışmalarında yankılanıyor. Ancak Aydın'ın ölümü, trajedinin sadece başlangıcıydı. Suikastın hemen ardından başlatılan geniş çaplı operasyon, Lice'nin dar sokaklarını cehenneme çevirdi. Üç gün süren çatışmalar ve baskınlarda, 14 sivil vatandaş hayatını kaybetti; aralarında çocuklar, kadınlar ve yaşlılar vardı. Köyler boşaltıldı, 650'ye yakın ev ve iş yeri ateşe verildi veya yıkıldı. Gözaltına alınanlar arasında işkence iddiaları, faili meçhul kayıplar ve yıkılan umutlar birikti. PKK saldırıyı üstlenmedi; resmi tezler zamanla sorgulandı ve iddianameler, olayların karmaşıklığını ortaya koydu. Derin devlet unsurlarının rolü, itirafçı ifadeleri ve delil eksiklikleri, bu katliamı hala gizemle sarılı bir dosya haline getirdi. 32 yıl sonra, Lice'nin tanıkları hala yaralarını sarmaya çalışıyor. Mizgin Cantürk gibi hayatta kalanlar, kardeşlerini, evlerini ve çocukluklarını kaybedişlerini unutamıyor. "Havuzda saklanırken cenazeleri gördük, ama yardım yerine kurşunlar yağdı" diye anlatanlar, adalet arayışında. Bu olay, tek başına değil; Sivas, Başbağlar, Roboski gibi diğer katliamlarla zincirleme bir acının parçası. Her biri, etnik, dini veya siyasi ayrılıkların körüklediği şiddetin izlerini taşıyor. Devletimize sesleniyoruz: Bu yıldönümü, suskunluğun değil, yüzleşmenin günü olsun. Lice Katliamı'nı aydınlatmak, Bahtiyar Aydın'ın katillerini bulmak kadar, sivil kayıpların sorumlularını yargılamak da şart. Tüm katliamlarla –hangi kaynaktan gelirse gelsin– ulusal bir yüzleşme komisyonu kurun.Lice'den Başbağlar'a gerçekleri ortaya çıkarın, mağdurlara tazminat verin, toplumun yaralarını sarın. Adalet olmadan barış olmaz. Türkiye'nin geleceği, bu cesur adımla aydınlanır.Lice'nin dumanı dağıldı, ama acısı kaldı. Bugün, mumlar yakalım; yarın, el uzatalım.

Miroğlu: PKK, inkarın neticesi ve sonucudur Haber

Miroğlu: PKK, inkarın neticesi ve sonucudur

“Siyasi iklim bir anda değişti” Orhan Miroğlu, paylaşımında Kürtlerin Hakkari ve Diyarbakır’da MHP lideri Devlet Bahçeli’yi misafir etmeyi beklediğini, ancak siyasi atmosferin kısa sürede farklı bir yöne evrildiğini söyledi. Miroğlu, “Bu iklime en çok karşı çıkanların sevindiğini, destekleyenlerin ise üzüldüğünü” ifade ederek, kamuoyunun tüm engellemelere rağmen sürece verdiği desteğin %70’leri bulduğunu dile getirdi. “Rojava kırmızı çizgi değil miydi?” Eski milletvekili, Abdullah Öcalan’ın daha önce yaptığı görüşmelerde “Rojava kırmızı çizgimdir” dediğini hatırlatarak şu soruyu yöneltti: “Öcalan muhataplarıyla yaptığı görüşmelerde Rojava’nın kırmızı çizgisi olduğunu söylememiş mi, ya da söylemiş de muhatapları ‘kervan yolda düzülür’ deyip geçmişler mi?” Miroğlu ayrıca, ademi-merkeziyetçilik talebinin neden Kürtler söz konusu olduğunda bağımsızlıkla eş tutulduğunu sorguladı. “Askeri çözüm herkese kaybettirir” Miroğlu, askeri çözüm arayışlarının yeniden gündeme gelmesi halinde bunun yereldeki herkese kaybettireceğini belirtti: “Elbette üzülüyoruz. Hiçbir şekilde yerelle sınırlı kalmayacak, anında küresel bir boyut kazanacak olan askeri bir çatışma, bölgedeki birçok kazanımı yok edebilir.” “PKK, inkarın neticesidir” Miroğlu’nun açıklamalarında en dikkat çeken bölüm ise şu ifadeler oldu: “Kürt meselesini yüzyıl boyunca tarif edemediği için, çözümün ne olabileceğine karar verememiş bir devletin tedirginliğini, korkularını, endişelerini geride bırakması elbette kolay olmuyor. Daha kuruluşta inkar etmek yerine tanıma olabilseydi bugün konuştuğumuz meselelerin hiçbirini konuşmayacaktık. PKK, inkarın neticesi ve sonucudur.” “Yeni çatışma süreci umutları tüketir” Miroğlu, PKK’nın kendini feshettiği ve silahları bıraktığı bir dönemde Suriye’de askeri operasyon ihtimalinin demokratik çözüm şansını yok edebileceğini söyledi. Yeni bir çatışma sürecinin yalnızca Türkiye’yi değil, bölgedeki tüm Kürtleri etkileyeceğini vurgulayan Miroğlu, “Bu durum elli milyon Kürd’ün bir arada yaşama iradesini tüketebilir” diyerek uyarıda bulundu.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.