SON DAKİKA

#Sosyal Politika

HABER DEĞER - Sosyal Politika haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Sosyal Politika haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Orkide Demirtaş’ın ölümü: Devletin ihmali mi, sağlık sisteminin çöküşü mü? Haber

Orkide Demirtaş’ın ölümü: Devletin ihmali mi, sağlık sisteminin çöküşü mü?

Niğde’de yaşayan 52 yaşındaki Orkide Demirtaş, 27 Temmuz’da bir restoranda yemek yerken fenalaştı. Baygınlık geçirdi, nefessiz kaldı ve kalbi durdu. Hastaneye kaldırıldığında entübasyon uygulandı ancak iddialara göre bu sırada nefes borusu yırtıldı. Kalp masajıyla hayata döndürülse de kritik durumdaydı. Doktorlar Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne sevk edilmesi gerektiğini söylediler, fakat iddialara göre Ankara’dan “yer yok” yanıtı geldi. Orkide tam iki gün boyunca Niğde’de bekletildi. 54 saat sonra Ankara’ya götürüldüğünde doktorların ilk sözleri “Çok geç kaldınız” oldu. 10 Ağustos’ta Orkide yaşamını yitirdi. “Keşke devlete güvenmeseydim” Orkide’nin ağabeyi Metin Demirtaş, bir dönem savcılık yapmış, bugün noterlik görevini sürdüren biri. Kardeşinin ölümünü “devletin ihmali” olarak tanımlıyor. “Keşke devlete güvenmeseydim” diyerek öfkesini dile getiriyor. Ona göre kardeşi, zamanında Ankara’ya götürülebilseydi, bugün hayatta olabilirdi. Metin Demirtaş’ın sözleri aslında bir yurttaşın devlete duyduğu güvenin nasıl boşa çıktığını gözler önüne seriyor: “Koskoca devletimiz var” diyerek beklediklerini ama karşılığında ölüm haberini aldıklarını söylüyor. İsmail Saymaz’ın yazısından Halk TV yazarı İsmail Saymaz, olayla ilgili kaleme aldığı yazısında şu cümleleri kullandı: “Orta Anadolu’nun göbeğinden başkente hasta transfer edilemedi. Nefes borusu lime lime olmuştu, ama çok geç kalınmıştı. Devlete güvenildi, ancak devlet Orkide’yi ölüme terk etti.” Saymaz, olayın bireysel bir trajedi olarak görülemeyeceğini belirtti: “Sağlık bir lütuf değil, bir haktır. Bu hak devletin keyfine göre değil, yurttaşın yaşam hakkı gereği koşulsuz sağlanmak zorundadır.” “Yer yok” bahaneleri ve bürokrasi duvarı Olayın vahim tarafı yalnızca bir tıbbi hata ihtimali değil. Bu trajedi, Türkiye’de sağlık sisteminin ne kadar kırılgan olduğunu ve yurttaşların en temel hakkı olan yaşam hakkının dahi bürokratik duvarlara çarpıp yok olabildiğini gösteriyor. “Yer yok” denilerek iki gün boyunca bekletilen bir hastanın ölümü, sadece bir ihmal değil, sosyal devletin çöküşünün somut ifadesidir. Devletin görevi yurttaşlarını “şartlara göre” tedavi etmek değil, en kritik anda onların yaşamını güvence altına almaktır. Bakanlığın açıklaması ve gerçeğin perdeleme çabası Sağlık Bakanlığı, iddialara “Nefes borusundaki yırtılmanın sebebi ayırt edilemedi, hastanın hayati fonksiyonlarının geri dönmesi için bekletildi” açıklamasıyla yanıt verdi. Ancak bu açıklama, kamuoyunda “sorumluluğu muğlaklaştırma ve meseleyi talihsizlik gibi sunma” olarak değerlendirildi. Ortada bir gerçek vardı: kritik durumdaki bir hasta, 290 kilometre ötedeki başkente sevk edilemediği için öldü. Sosyal devletin iflası Orkide Demirtaş’ın ölümü bireysel bir vaka değil. Türkiye’de sağlık hakkı her geçen gün daha fazla piyasanın insafına bırakılıyor. Yoğun bakımlar yetersiz, uzman hekim sayısı kritik noktalarda sınırlı. Devlet, bu açığı kapatmak yerine özelleştirilmiş sağlık hizmetlerini teşvik ediyor. Böylece, sağlıklı kalmak ya da hayatta kalmak çoğu zaman kişisel bağlantılara, şansa ya da maddi imkânlara bağlı hale geliyor. Oysa sosyal politika literatürünün altını çizdiği gibi, sağlık eşitsizliğin en ağır sonuçlarını doğuran alandır ve devletin asli görevi bu eşitsizlikleri ortadan kaldırmaktır. Sağlık bir lütuf değil, hak Orkide’nin ölümü, yalnızca bir kadının trajedisi değil, sosyal devletin yurttaşına karşı sorumluluğunu yerine getirmediğinin kanıtıdır. Bugün Türkiye’de yurttaşlar, hastalandıklarında devlete güvenip güvenemeyeceklerini sorguluyor. “Keşke devlete güvenmeseydim” cümlesi aslında bu ülkenin sosyal politikasının iflasını özetliyor. Sağlık hizmetleri piyasa mantığına teslim edildikçe, yaşam hakkı da imtiyazlara ve tesadüflere terk ediliyor. Ve asıl soru şu: Eğer bir yurttaş, en temel hakkı olan yaşama hakkını devlete emanet edemeyecekse, sosyal devlet nerede? Bu sorunun yanıtını aramak, yalnızca Orkide Demirtaş’ın değil, bu ülkede yaşayan milyonlarca insanın hayatını ilgilendiriyor. Çünkü sağlık, bir lütuf değil; vazgeçilemez, devredilemez, ertelenemez bir haktır.

Japonya'da nüfus alarm veriyor: Türkiye'de de benzer gidişat gözleniyor Haber

Japonya'da nüfus alarm veriyor: Türkiye'de de benzer gidişat gözleniyor

Japonya, 2025 yılında tarihinin en büyük nüfus düşüşünü yaşadı. Japon hükümetinin açıkladığı verilere göre, ülkedeki Japon vatandaşlarının sayısı yalnızca bir yılda yaklaşık 908 bin kişi azalarak 120 milyon 653 bine geriledi. Ülkenin toplam nüfusu ise 123 milyon 800 bin seviyesinde bulunuyor. Nüfus düşüşü, Japonya’da art arda 16 yıldır kesintisiz şekilde sürüyor. Bu azalmada en belirgin etkenler arasında düşen doğurganlık oranları, geç evlilik ve toplumun yaşlanması öne çıkıyor. Uzmanlara göre bu tablo yalnızca Japonya’ya özgü değil; benzer bir eğilim Türkiye’de de giderek belirginleşiyor. Türkiye’de doğumlar azalıyor, yaş ortalaması yükseliyor Birleşmiş Milletler’in 2024 verileri, Türkiye’nin de hızlı bir nüfus değişimine girdiğini ortaya koydu. Türkiye’nin toplam doğurganlık hızı 1,48’e kadar gerilemiş durumda. Bu oran, nüfusun kendini yenileyebilmesi için gerekli olan 2,10’un oldukça altında kalıyor. Özellikle İstanbul’da bu oran 1,13 seviyesine kadar düştü. Türkiye hâlâ genç nüfusu ile öne çıkan bir ülke gibi görünse de yaş yapısındaki değişim, geleceğe dair ciddi uyarılar barındırıyor. 15-24 yaş grubundaki nüfus oranı yüzde 14,9’a gerilerken, 65 yaş üstü nüfusun oranı yüzde 10,6’ya yükseldi. Afyoncu uyarmıştı: “Savaştan bile önemli bir tehdit” Tarihçi ve akademisyen Prof. Dr. Erhan Afyoncu, yaklaşık bir ay önce X hesabından yaptığı paylaşımda Türkiye’nin demografik gidişatını şöyle değerlendirmişti: “Genç nüfusu ile övünen ülkemiz, Avrupa’nın yaşlı ülkeleri arasına doğru hızla gidiyor. Nüfusumuzun kendini yenileyememesi ciddi bir risk. Bu, birçok kişinin fark edemediği, Türkler için savaştan bile daha önemli bir tehdit.” Afyoncu, 2024’te Türkiye’nin yıllık nüfus artış hızının sadece binde 3,4 olduğuna dikkat çekmiş, bu oranın 1960’lardaki binde 28,5’lik artışla kıyaslandığında durumun ciddiyetini ortaya koyduğunu belirtmişti. Yapısal nedenler benzer, çözüm sosyal politikada Hem Japonya hem Türkiye’de doğum oranlarının düşüşü yalnızca bireysel tercihlerle açıklanamıyor. Yüksek yaşam maliyetleri, geçim sıkıntısı, barınma sorunları, kadınların iş gücüne katılımında yaşanan zorluklar, çocuk sahibi olmayı giderek zorlaştırıyor. Japonya bu sorunlarla yıllardır mücadele ederken, Türkiye’de henüz etkili aile ve kadın politikaları geliştirilebilmiş değil. Ebeveyn izinlerinin kısıtlı olması, kreş hizmetlerinin yaygın olmaması ve ekonomik desteklerin sınırlı kalması, özellikle büyükşehirlerde doğum oranlarını baskılıyor. Gelecek senaryosu net: Ya hızlı önlem ya da demografik çöküş Uzmanlara göre Türkiye, Japonya’nın yaşadığı süreci yaşamamak için zamanında harekete geçmek zorunda. Gerekli sosyal politikalar, ekonomik teşvikler ve aile dostu uygulamalar hayata geçirilmediği takdirde, nüfusun hızla yaşlanması, hem iş gücünü hem de sosyal güvenlik sistemlerini derinden sarsacak. Japonya, demografik çöküşün yalnızca bir nüfus meselesi değil; aynı zamanda ekonomik ve sosyal istikrarı tehdit eden bir sürece dönüştüğünü gösteriyor. Türkiye için de benzer alarm zilleri çalıyor.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.