Zincir market emekçisi: Mülkümüz gibi sorumluyuz ama haklarımız yok!
Türkiye’nin dört bir yanında zincir marketlerde çalışan işçiler, insan onuruna aykırı koşullarda çalışmaya zorlanıyor. Sosyal medyaya yansıyan görüntüler, tek başına tüm mağazayı çekip çevirmeye çalışan, mola hakkı tanınmayan, sağlıksız ortamda uzun saatler ayakta kalan emekçilerin yaşadığı zorlukları gözler önüne serdi. 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Zehra O., yaz tatilinde çalıştığı zincir markette yaşadıklarını Haber Değer’e anlatarak bu sömürü düzeninin perde arkasını ortaya koydu.
Yükünü işçi taşır, hakkını patron alır
Zincir marketlerde çalışan işçiler, günün ilk dakikasından sonuna kadar yoğun bir tempoda çalışıyor. 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Zehra O., sabah vardiyasının mağaza açılmadan yarım saat önce başlaması gerektiğini, ancak çoğu zaman iki saat kadar erken çağrıldıklarını söylüyor. Güne, fiyatı değişen ürünlerin etiketlerini yenileyerek ve genel etiket kontrolü yaparak başlıyorlar. Ardından, öğlen vardiyası başlamadan önce tüm ürünlerde tarih kontrolü, dış ve iç camların temizliği, manav reyonundaki ürünlerin ayıklanması, şarküterinin düzenlenmesi ve temizlenmesi gerekiyor. Bütün bu işler, mağazada o sırada en fazla iki personel varken yapılıyor.
Zehra, işin en zorlu yanının, bu ağır yükün yanı sıra aynı anda kasada durmak ve müşteriyle sıcak bir iletişim kurmak olduğunu belirtiyor. Günün ilk saatleri böyle geçerken sevkiyat geldiğinde işler daha da yoğunlaşıyor. Arkadaşının bel fıtığı, kendi fiziksel gücünün ise sınırlı olduğunu söyleyen Zehra, paletleri taşırken bazen tanımadıkları insanlardan yardım almak zorunda kaldıklarını anlatıyor. Gelen sevkiyatı açmak, reyonlara yerleştirmek, diğer işleri tamamlamak ve müşterilerle ilgilenmek aynı anda yapılması gereken görevler arasında.
Bu yoğun tempo, gün boyu durmuyor. Gelen ürünlerin açılması, azalanların sipariş edilmesi, binlerce ürünün son kullanma tarihi, fiyat ve etiket kontrolü, kapanış öncesi reyonların ertesi güne hazırlanması günlük rutinin bir parçası. Kapanışta mağaza süpürülüp paspaslanıyor. Potansiyel hırsızlık ya da elektrik arızası gibi sorunlarda da çözüm bulması gereken ilk kişi çalışan oluyor.
Zehra, “Kısaca tüm mağazadan sizin mülkünüzmüş gibi sorumlu oluyorsunuz ama haklarınız öyle değil” diyerek durumu özetliyor. Yaz aylarında farklı marketlerde çalıştığı için ortalamayı net bildiğini belirten Zehra, her yerde günlük en az 10 saat çalışıldığını, molayla birlikte bu sürenin “standart” kabul edildiğini söylüyor. Ancak erken gelme ve geç çıkma dayatmalarıyla bu sürenin 12 saate kadar uzadığını, bu ay iki kez 17 saat çalıştığını dile getiriyor.
Müşterinin “her şeyden önce geldiği” anlayışı ise molaları neredeyse ortadan kaldırıyor. Zehra, bölgedeki bir mağazada kadın bir çalışanın açılıştan kapanışa kadar tek başına çalıştığını, lavaboya gitmek istediğinde ise bölge müdüründen “İyi, mağazayı kapat da çabuk git gel” yanıtını aldığını aktarıyor.
Personel eksikliğinin kronik bir sorun olduğunu söyleyen Zehra, yeterli personel olduğunda bile bunun “fazla” görülüp başka mağazalara gönderildiğini ifade ediyor. İnsanların dayanamayarak işi bırakması yaygın; bu nedenle 1 yıllık bir çalışan bile “çok eski” sayılıyor. Hastaneye gitmek gerektiğinde yerini devredecek kimse bulunmuyor; çalışan çıkarsa kalanlara ekstra yük biniyor, bu da ekip içinde moral bozukluğuna yol açıyor.
“Çikolata bizden daha değerli”
Zehra O., zincir marketlerde çalışmanın sadece yorucu değil, sağlığı ciddi şekilde tehdit eden bir iş olduğunu söylüyor. En zorlayıcı kısmın kasada sürekli ayakta durmak olduğunu belirtiyor:
“Gün boyu ayakta kalmak zaten zor, ama sabit bir yerde durmak çok daha zor. Kimse uzun süre buna dayanamaz. Pek çok iş arkadaşım bu yüzden ya da palet taşımaktan rahatsız.”
Fiziksel zorluklara bir de sağlıksız çalışma ortamı ekleniyor. Zehra, çalıştığı mağazada klima olmadığını, sıcaklığın yaz aylarında 27-30 dereceye ulaştığını anlatıyor:
“2012’de açılmış bir mağaza, hâlâ klima yoktu. Üstlerimize söylediğimizde ‘Cirosu az, gerek yok’ dediler. Mağazada insanların çalışıyor olmasından ziyade ciro önemliydi. Ancak atıştırmalık reyonundaki çikolatalar erimeye başlayınca klima takmaya karar verdiler. Çikolata bizden daha değerli.”
Bu koşullar çalışanların motivasyonunu da tüketiyor. Zehra, kendi durumunu “geçici” gördüğü için dayanabildiğini ama işe ağlayarak gelen arkadaşlarını görmenin moralini bozduğunu ifade ediyor:
“İşe gitmemek, hiçbir şey yapmamak istiyorum. İç disiplinim ve iş ahlakım böyle böyle yitirecekmiş gibi geliyor. Ama arkadaşlarımın yaşadığı çok daha ağır.”
Uzun süreli çalışmanın bedensel etkileri yaygın. Zehra, çalıştığı süre boyunca belinde rahatsızlık olmayan bir market çalışanı görmediğini söylüyor. Hatta geçen yıl aynı işte çalışan kardeşinin yaşadığını şu sözlerle aktarıyor:
“Belinde günlerce geçmeyen ağrı olunca doktora gitti. Doktor ‘Üç harfli markette çalışıyorsun, normal’ dedi. Tanısı üç harfli markette çalışmak.”
Sağlık sorunları anlık krizlere de yol açabiliyor. Geçtiğimiz hafta bir arkadaşının oturduktan sonra bir daha kalkamadığını, belinin tutulduğunu anlatan Zehra, o an yaşananları şöyle ifade ediyor:
“Başta şaka yaptığını sandım ama durumu ciddiydi. Ambulans çağıracaktım, bana önce bölge sorumlusuna haber ver dediler. Üstlerimiz, halimizi sormaktan önce ‘iş kazası olarak söyleme, uğraştırma bizi’ der. Tam bir yozlaşmışlık, karikatürize edilmeye ihtiyaç duymayan bir kötülük.”
“Zamanla yükünüze yük eklenir”
Zehra O., lise yıllarından bu yana birçok farklı markette çalıştığını, ancak hiçbirinde işe başlarken kendisine haklarının anlatılmadığını söylüyor. Çalışanlara yalnızca sorumluluklarının kısaca bildirildiğini, zaman içinde ise yüklerinin giderek arttığını belirtiyor:
“Başlangıçta haklarınızdan bahsedilmez, sadece sorumluluklarınız söylenir. O da eksik şekilde. Zamanla yükünüze yük eklenir.”
Aldıkları ücretin yaşamı idame ettirmeye yetmediğini ifade eden Zehra, bazı şirketlerin asgari ücretten biraz fazla ödeme yaptığını, ancak bunun da fazlasıyla geri alındığını dile getiriyor:
“Bazı şirketler asgariden biraz fazla verir ama o fazlayı kat kat sizden çıkarır.”
Fazla mesai uygulamalarının da adaletsiz olduğunu vurgulayan Zehra, ek çalışmanın ne ücret ne de gerçek bir izinle karşılandığını anlatıyor:
“İki saat fazla çalıştığınızda, ‘Sonra iki saat az çalışırsın’ derler. Ama siz iki saat az çalışınca bu sefer arkadaşınıza iki saat fazla çalıştırırlar. Bu bitmeyen bir döngü. Ne para olarak ne de zaman olarak karşılığı var. Günü kurtarmak değil, sadece günü atlatarak yaşıyorsunuz.”
İşçi sağlığı sahte imajın gölgesinde
Zehra O., zincir marketlerde iş güvenliği ve çalışan sağlığının, şirketlerin yarattığı “sahte imajın” gerisinde bırakıldığını söylüyor. Çalışanlardan, mağazaya gelen müşteriye kendini evinde hissettirecek bir ortam yaratmaları ve mağazayı her zaman pırıl pırıl tutmaları istenirken, personelin çalışma koşulları göz ardı ediliyor:
“Çalıştığım yerin lavabosunda havalandırma bile yoktu. Depoda kötü bir koku vardı ama o koku mağazaya ulaşana kadar bize servis bile göndermediler. İş yerinde rahatsızlandığında yükten başka bir şey olarak görülmüyorsun. Müşteriler görmesin, yetkililer de bunu iş kazası olarak algılamasın; onlar için yeterli.”
Çalışma yüküyle ilgili yapılan şikayetlerin ise ciddiye alınmadığını belirten Zehra, yöneticilerin sorunları küçümseyen tavırlarına dikkat çekiyor:
“Günlerdir 14 saat çalışan bir arkadaşım vardı. Bölge sorumlusuna söylediğinde aldığı cevap sadece ‘Ben de’ oldu. Dalga geçer gibi.”
“Müşteri yoğunluğu artınca rahatlıyorum”
Zehra O., zincir marketlerde müşteri ilişkilerinin de çalışanlar için ciddi bir stres kaynağı olduğunu söylüyor. Mağazaya giren herkesin potansiyel bir tehdit olabileceğini, ancak bu durumda çalışanların hiçbir şey yapma yetkisi bulunmadığını belirtiyor:
“Mağazaya giren müşteri herkes olabilir. Size zarar verme potansiyeli olan biri de olabilir ve hiçbir şey yapamazsınız. Evinizin kapısı penceresi yokmuş gibi bir durum.”
Çalışanların, kendi yetki alanları dışında gelişen her olumsuzluğun bedelini ödemek zorunda bırakıldığını ifade eden Zehra, şikâyetlerin de doğrudan kendilerine yöneltildiğini anlatıyor:
“Bizimle alakası olmayan, bizim karar vermediğimiz her şeyin bedelini müşteri bizden keser. Tüm şikâyetler ve istekler bize yöneltilir. Ama bunları iletebileceğimiz kimse yok. Müşteriyle aynı konumdayız bu açıdan.”
Her gün binlerce farklı müşteriye nezaket göstermek, onların taleplerine yetişmek, çalışanlar için büyük bir psikolojik yük haline geliyor:
“Her gün binlerce farklı yüze nezaket göstermek, onlarla düzgün iletişim kurmaya çalışmak insandan beklenmeyecek bir şey. Ama bu sizden beklenir. Bazen müşteri yoğunluğu artınca rahatlıyorum; çünkü o an diğer işlere bakmanıza fırsat kalmadığını görüyorlar. Acı bir rahatlama bu.”
Emekçiye nefes aldıracak düzenleme şart!
Zehra O., zincir marketlerde yaşanan sorunların çözümü için ilk adımın çalışma saatlerinin azaltılması veya mesai ücretinin zorunlu hale getirilmesi olduğunu söylüyor. Şirketlerin “saat değiş tokuşu” adı altında fazla mesaileri karşılıksız bıraktığını vurguluyor:
“Çoğu market saat değiş tokuşu saçmalığı altında insanları kandırıyor. Şu an yapılabilecek en etkili şey, çalışma saatlerini azaltmak ya da mesai ücretini zorunlu kılmak.”
Mevcut denetimlerin yetersizliğine dikkat çeken Zehra, Çalışma ve Ticaret Bakanlığı’ndan gelen ekiplerin yalnızca yüzeysel kontrol yaptığını belirtiyor:
“Denetimler daha çok mağazaya yönelik oluyor. Baktıkları şey ‘Neden bu ürünün etiketi yok?’ O kadar. Bir kez olsun ‘Bu mağazada kaç kişi çalışıyor, kaç saat çalışıyor?’ diye soran olmadı. Bu konuda kesinlikle değişiklikler yapılmalı, denetimlerin kapsamı genişletilmeli.”
Çalışanların bu koşullara para ihtiyacı nedeniyle katlandığını, yoksa kimsenin bu düzeni isteyerek kabul etmediğini söyleyen Zehra, kâğıt üzerinde var gibi görünen ancak fiilen uygulanmayan önlemlerin de bir an önce hayata geçirilmesi gerektiğini ifade ediyor:
“Düzeltilecek çok şey var. Kâğıt üstünde düzeltilmiş gibi görünüyor ama kimse uğraşmıyor. İş güvenliği, çalışan sağlığı… Bunları istemek bile insanın zoruna gidiyor.”
Zehra O.’nun anlattıkları, zincir marketlerdeki çalışma düzeninin, bireysel bir şikayetin ötesinde, tüm işçi sınıfının ortak gerçeği olduğunu ortaya koyuyor. Her gün milyonlarca emekçi, ağır iş yükü, düşük ücret, sağlıksız ortam ve keyfi yönetim anlayışı altında ayakta kalmaya çalışıyor. Bu düzen, sermayenin karını büyütürken emeğin değerini sistemli şekilde yok sayıyor.
Geçtiğimiz günlerde bu tablo, DEM Parti Van Milletvekili Gülderen Varli tarafından Meclis gündemine taşındı. Varli, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’na yönelttiği kapsamlı önergeyle, zincir marketlerde mesai sürelerinin sınırlanmasını, denetimlerin gerçek anlamda artırılmasını, mobbing ve sendikal baskıların son bulmasını istedi.
Ancak yalnızca Meclis’te sorular sormak yetmez; gerçek çözüm, işçilerin haklarını savunabilecek sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması, çalışma saatlerinin insanca yaşamaya uygun hale getirilmesi ve denetimlerin göstermelik değil, caydırıcı olmasıyla mümkün. Emekçilerin sesi duyulmadıkça zincir marketler büyümeye devam edecek; o büyüme raflardan değil, işçilerin kamburundan yükselecek.
Muhabir: Azra YILMAZ