Demokrasinin Ötenazi Hakkı ve Ne Olacak CHP'nin Hali
Yazının Giriş Tarihi: 29.06.2025 12:59
Yazının Güncellenme Tarihi: 29.06.2025 14:05
Ülkemizin ortak temel meseleleri konusunda, son derece apolitik tutumlar, aydınlar hatta bazen siyasetçiler tarafından bile sergilenirken, lider ve parti fanatizmine odaklı, politize olma konusunda, hepimiz, her an söylem geliştiriyoruz. Türkiye hükümet sisteminin üzerine oturduğu iki turlu Cumhurbaşkanlığı seçimi, doğal olarak iki büyük blokun siyasette belirleyici olmasını sağlamaktadır. Geleneksel klasik Amerikan tipi başkanlık sisteminde 2 partili yapı ve katı parti disiplinin olmadığı, ülke menfaati söz konusu olduğunda, geçişkenliğin rahatlıkla ortaya konduğu bir mekanizma işler. Türkiye, yeni hükümet sistemine uygun parti kültürünü geliştiremediği için, bir yandan parti içi fanatizm, diğer yandan partiler arası gerilim siyasal sistemi kilitlemektedir. İttifakların yasal statüye kavuşması, son genel seçimlerde olduğu gibi, hem milletvekilliği, hem Cumhurbaşkanlığı ikinci tur oylamasında kısmen de olsa yeni dengeler oluşturmuştur.
Siyasal sistemleri ayakta tutan, denge denetleme mekanizmalarıdır. İttifaklarla ilgili denge mekanizması, ancak aksiyonel politik önceliklerle sağlıklı zemine kavuşur. Temel devlet politikalarında uzlaşma ve ortaklaşma, ekonomi ve iç politika gibi alanlarda ise demokratik yarışma esas olmalıdır. 2023 genel seçimlerinde parlamenter sistemin yeniden hedeflenmesi, beraberinde toplumsal öncelikli gündemi oluşturan ekonomiden uzaklaşmayı getirmiştir. Siyasetçinin gündem önceliği, yine siyasetin kendisi, partiler, seçimde kimin ne olacağı mı olmalı, yoksa doğrudan toplumun öncelikli sorunları ve bunlara dair çözüm alternatifleri mi siyasetin gündemini oluşturmalı ?
Toplum en yaygın boyutu ile uzun süredir ekonomiyi ve ekonomi ile ilişkili işsizliği, enflasyonu, yoksulluğu, ana gündem olarak görmektedir. Bu sorun alanlarıyla ilgili çözüme odaklanmak, alternatif politikalar ortaya koymak, toplumun siyasete katılımı ve siyasetçiye olan güvenin artması açısından son derece önemli, hatta belirleyicidir. Demokrasi özü itibariyle halk yönetimi ise, halkın önceliklerinin demokrasinin de ana gündemini oluşturması beklenir. İngiltere'de 8 asır önce gelişen parlamenter sistem, öncelikle ekonomi politikaları ile ilgili kararların, kim tarafından, nasıl alınacağı üzerine şekillenmiştir. Vergilerin, nasıl, ne kadar, kimden toplanacağı ve öncelikle nereye harcanacağı konusu, demokrasinin toplumsal ayağını oluşturur.
İngiltere'de parlamentonun ortaya çıkmasına ihtiyaç hissettiren ikinci nokta ise, kimin tehdit olduğu, kimin düşman ilan edileceği konusudur. Yani devletin temel güvenlik yaklaşımı ile ekonomi politikası, birbirinden ayrılmaz iki ayağını oluşturur. Özellikle yoksulluk ve aşırı düzeyde gelir dağılımı çarpıklığının bir güvenlik krizine dönüşmesi de, buradan kaynaklanmaktadır. Toplumsal kırılmalar, ayaklanmalar, linç ve yağma girişimleri, ekonomi ile güvenliğin kesişme noktalarıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin geçen yüzyıldan devraldığı etnik ve inançsal sorunları, ortak yurtseverlik ve demokratik laiklik ekseninde, çoğulculuğu koruyan, birlikte yaşamı güçlendiren eksende çözme imkanı, bugün yeniden oluşmuştur. Özellikle yeni sivil bir anayasa yapımı bu çözüm iradesini kalıcı bir kazanıma dönüştürebilir. Bu durumda geriye kalan asıl sorun, ekonomik riskler ve bunun güvenlik krizlerine dönüşme potansiyelidir. Bu açıdan siyasi partilerin ekonomik sorunlara odaklanarak çözüm üretme çabası geliştirmesi, kader birlikteliği ve ortak yarınların inşası için de hayati öneme sahiptir. Bu anlamda kimse demokrasinin ötenazi hakkından söz edemez.
Hiçbir siyasal sistem kendisini imha hakkını, yetkisini, vermez, veremez. Sorunların çözümünü toplumsal siyasette görüyor ve bunun çözüm aracı olarak da siyasi partileri önemsiyorsak, özellikle iki büyük partinin nerede konumlanacağını nasıl bir siyaset ortaya koyacağını sadece o partinin mensupları değil, ülkede yaşayan her yurttaş, insan olarak hepimiz önemsemeliyiz. İki turlu seçim mekanizması, mecliste temsil edilen iki büyük grubun ülkeyi yönetecek Cumhurbaşkanını belirleme konusunda da pozisyonunu güçlendirmektedir. Bu nedenle, tıpkı iktidar partisinin nerede durduğu, ne yaptığı herkesi, hepimizi ilgilendiriyor ise, Cumhuriyet Halk Partisi'nin nasıl bir muhalefet ortaya koyduğu da, oy veren, vermeyen hepimizi ilgilendiriyor. Küresel düzeyde, demokrasinin intiharı olarak tarif edilebilecek en yakın tehdit, siyasetin sermaye tarafından kolayca manipüle edilmesidir.
Geçen yüzyılda daha çok otoriter rejimlerin, baskıcı yönetimlerin halk iradesi üzerinde kurduğu oluşturduğu dayatmalar demokrasiyi sorunlu hale getirirken, bugün daha yumuşak görünümlü tehdit, finans merkezleri ve onların kolayca seçmen iradesini ipotek altına alan, algı operasyonları gelmektedir. Siyasetin nasıl finans edildiği konusu, bu nedenle kimsenin şahsi kariyer planlaması olarak görülemez. Toplumu doğrudan ilgilendiren siyasal partiler ve özellikle yönetim imkanlarının, kişisel rant kapısı olarak görülmesi, ülke güvenliğiyle doğrudan ilişkilidir. İster merkezi, ister yerel yönetimlerde olsun, kamu kaynaklarının şahsi ve siyasi menfaatleri için kullanılması, Türkiye'nin geleceğine yönelik en büyük tehditlerden birisini oluşturmaktadır.
Cumhuriyetin kurucu partisi kabul edilen ve başta Demokrat Parti olmak üzere çoğu siyasi partinin içinden çıktığı CHP'nin kurultayı, sadece parti yönetimini, hatta sadece delegeleri değil, tüm Türkiye'yi, demokrasiyi ve siyasal çözümü önemseyen herkesi doğrudan ilgilendirir. 38. Kurultayda delege iradesine müdahale sayılabilecek mali ilişkilere girildiği neredeyse, kimse tarafından reddedilmemektedir. Bunu normal görmek, olağanlaştırmak, çürümeye, yozlaşmaya teslim olmaktır. Konunun, hukuk ve ceza mahkemeleri tarafından ele alınıyor olması da, siyasetin bu konudaki duyarsızlığı ve sorumsuzluğunun sonucudur. Türkiye'de nasıl darbeleri izah ederken, bunu sadece askerlerin cuntacı hevesleri ile ele alamazsak, almıyorsak, bu konuda siyasette oluşan boşluğun ve darbelere zemin oluracak biçimde askeri göreve çağıran siyaset tarzının payı büyükse, aynı şekilde bugün yargının siyasal alanda yük üstlenmek zorunda kalması da, siyasetin kendi tercihleri ya da tercih yapmaktan çekinmesi ile doğrudan ilişkilidir. Parti içi etik kurulları ve disiplin mekanizmaları işletilmediği için, başvuru ve şikayetlerin tek odağı yargı olmak zorunda kalmıştır. Bu durumda, yargının keyfi davranarak, insiyatif alarak görevden kaçması kabul edilebilir bir durum olamaz. İstanbul Belediyesi'nde usulüne aykırı işlemler üzerine iddialar ve ifadeler varsa, belediye başkanının cumhurbaşkanı adayı olması bunların soruşturma konusu ve yargılama konusu yapılmasını nasıl engelleyebilir ?
Aynı şekilde kurultay ile ilgili para aldığını, para verdiğini iddia eden somut beyanlar olduğunda, yargının bu konuyu sümen altı yapmasını, halının altına süpürmesini nasıl isteyebiliriz ? Her iki konuda da, doğru olan muhataplarının meydan okuması ve açık biçimde yargılanarak aklanma talebinde bulunmasıdır. Elbette başta iktidar partisi olmak üzere başka partilerin kurultayları ya da belediye yönetimleri için de aynı duyarlılığın sergilenmesini istemek hem hak hem de görevdir. Bir yandan kurultay ile ilgili açılmış davayı, yargının siyasete müdahalesi olarak tarif edip, Diğer yandan, el altından makbul kayyum isimleri belirleyerek, bunların siyasal iradeye teklif olarak sunulması kabul edilemez.
Kurultayda, irade zedelenmesine sebep olan bir müdahale olmamışsa, olağanüstü kurultay yapma tedbirine niye ihtiyaç duyulmuştur. Bugün itibarıyla, kurultayın en önemli esas konusu olan delege iradesinin tezahürüyle ilgili sakatlıklar, gayet tabi butlan sonucunu doğurabilir. Bu durumda, önceki yönetimin tümünün söz sahibi olacağı, meselenin sadece genel başkan ve Kılıçdaroğlu konusu olmayacağı açıktır.
Görevi üstlenecek olan yönetimin, ilçe, hatta mahalle düzeyinden başlayarak bir yeniden yapılanma, arınma ve ayıklanma esaslı kongreler planlaması bir zorunluluğa dönüşmüştür. Finans kapitalin ulusal hükümetleri kuşatması, rehin alması ve tehlikeli politikaları dayatması karşısında, iktidarıyla muhalefetiyle el ele vermek ve birlikte hareket etmek zorundayız. Ne iktidara , ekonomi politikalar üzerinden dayatmalar yapılmasına göz yumabiliriz, ne de muhalefetin teslim alınarak ülkenin geleceğine ipotek konulmasına seyirci kalabiliriz.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayhan Bilgen
Demokrasinin Ötenazi Hakkı ve Ne Olacak CHP'nin Hali
Ülkemizin ortak temel meseleleri konusunda, son derece apolitik tutumlar, aydınlar hatta bazen siyasetçiler tarafından bile sergilenirken, lider ve parti fanatizmine odaklı, politize olma konusunda, hepimiz, her an söylem geliştiriyoruz. Türkiye hükümet sisteminin üzerine oturduğu iki turlu Cumhurbaşkanlığı seçimi, doğal olarak iki büyük blokun siyasette belirleyici olmasını sağlamaktadır. Geleneksel klasik Amerikan tipi başkanlık sisteminde 2 partili yapı ve katı parti disiplinin olmadığı, ülke menfaati söz konusu olduğunda, geçişkenliğin rahatlıkla ortaya konduğu bir mekanizma işler. Türkiye, yeni hükümet sistemine uygun parti kültürünü geliştiremediği için, bir yandan parti içi fanatizm, diğer yandan partiler arası gerilim siyasal sistemi kilitlemektedir. İttifakların yasal statüye kavuşması, son genel seçimlerde olduğu gibi, hem milletvekilliği, hem Cumhurbaşkanlığı ikinci tur oylamasında kısmen de olsa yeni dengeler oluşturmuştur.
Siyasal sistemleri ayakta tutan, denge denetleme mekanizmalarıdır. İttifaklarla ilgili denge mekanizması, ancak aksiyonel politik önceliklerle sağlıklı zemine kavuşur. Temel devlet politikalarında uzlaşma ve ortaklaşma, ekonomi ve iç politika gibi alanlarda ise demokratik yarışma esas olmalıdır. 2023 genel seçimlerinde parlamenter sistemin yeniden hedeflenmesi, beraberinde toplumsal öncelikli gündemi oluşturan ekonomiden uzaklaşmayı getirmiştir. Siyasetçinin gündem önceliği, yine siyasetin kendisi, partiler, seçimde kimin ne olacağı mı olmalı, yoksa doğrudan toplumun öncelikli sorunları ve bunlara dair çözüm alternatifleri mi siyasetin gündemini oluşturmalı ?
Toplum en yaygın boyutu ile uzun süredir ekonomiyi ve ekonomi ile ilişkili işsizliği, enflasyonu, yoksulluğu, ana gündem olarak görmektedir. Bu sorun alanlarıyla ilgili çözüme odaklanmak, alternatif politikalar ortaya koymak, toplumun siyasete katılımı ve siyasetçiye olan güvenin artması açısından son derece önemli, hatta belirleyicidir. Demokrasi özü itibariyle halk yönetimi ise, halkın önceliklerinin demokrasinin de ana gündemini oluşturması beklenir. İngiltere'de 8 asır önce gelişen parlamenter sistem, öncelikle ekonomi politikaları ile ilgili kararların, kim tarafından, nasıl alınacağı üzerine şekillenmiştir. Vergilerin, nasıl, ne kadar, kimden toplanacağı ve öncelikle nereye harcanacağı konusu, demokrasinin toplumsal ayağını oluşturur.
İngiltere'de parlamentonun ortaya çıkmasına ihtiyaç hissettiren ikinci nokta ise, kimin tehdit olduğu, kimin düşman ilan edileceği konusudur. Yani devletin temel güvenlik yaklaşımı ile ekonomi politikası, birbirinden ayrılmaz iki ayağını oluşturur. Özellikle yoksulluk ve aşırı düzeyde gelir dağılımı çarpıklığının bir güvenlik krizine dönüşmesi de, buradan kaynaklanmaktadır. Toplumsal kırılmalar, ayaklanmalar, linç ve yağma girişimleri, ekonomi ile güvenliğin kesişme noktalarıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin geçen yüzyıldan devraldığı etnik ve inançsal sorunları, ortak yurtseverlik ve demokratik laiklik ekseninde, çoğulculuğu koruyan, birlikte yaşamı güçlendiren eksende çözme imkanı, bugün yeniden oluşmuştur. Özellikle yeni sivil bir anayasa yapımı bu çözüm iradesini kalıcı bir kazanıma dönüştürebilir. Bu durumda geriye kalan asıl sorun, ekonomik riskler ve bunun güvenlik krizlerine dönüşme potansiyelidir. Bu açıdan siyasi partilerin ekonomik sorunlara odaklanarak çözüm üretme çabası geliştirmesi, kader birlikteliği ve ortak yarınların inşası için de hayati öneme sahiptir. Bu anlamda kimse demokrasinin ötenazi hakkından söz edemez.
Hiçbir siyasal sistem kendisini imha hakkını, yetkisini, vermez, veremez. Sorunların çözümünü toplumsal siyasette görüyor ve bunun çözüm aracı olarak da siyasi partileri önemsiyorsak, özellikle iki büyük partinin nerede konumlanacağını nasıl bir siyaset ortaya koyacağını sadece o partinin mensupları değil, ülkede yaşayan her yurttaş, insan olarak hepimiz önemsemeliyiz. İki turlu seçim mekanizması, mecliste temsil edilen iki büyük grubun ülkeyi yönetecek Cumhurbaşkanını belirleme konusunda da pozisyonunu güçlendirmektedir. Bu nedenle, tıpkı iktidar partisinin nerede durduğu, ne yaptığı herkesi, hepimizi ilgilendiriyor ise, Cumhuriyet Halk Partisi'nin nasıl bir muhalefet ortaya koyduğu da, oy veren, vermeyen hepimizi ilgilendiriyor. Küresel düzeyde, demokrasinin intiharı olarak tarif edilebilecek en yakın tehdit, siyasetin sermaye tarafından kolayca manipüle edilmesidir.
Geçen yüzyılda daha çok otoriter rejimlerin, baskıcı yönetimlerin halk iradesi üzerinde kurduğu oluşturduğu dayatmalar demokrasiyi sorunlu hale getirirken, bugün daha yumuşak görünümlü tehdit, finans merkezleri ve onların kolayca seçmen iradesini ipotek altına alan, algı operasyonları gelmektedir. Siyasetin nasıl finans edildiği konusu, bu nedenle kimsenin şahsi kariyer planlaması olarak görülemez. Toplumu doğrudan ilgilendiren siyasal partiler ve özellikle yönetim imkanlarının, kişisel rant kapısı olarak görülmesi, ülke güvenliğiyle doğrudan ilişkilidir. İster merkezi, ister yerel yönetimlerde olsun, kamu kaynaklarının şahsi ve siyasi menfaatleri için kullanılması, Türkiye'nin geleceğine yönelik en büyük tehditlerden birisini oluşturmaktadır.
Cumhuriyetin kurucu partisi kabul edilen ve başta Demokrat Parti olmak üzere çoğu siyasi partinin içinden çıktığı CHP'nin kurultayı, sadece parti yönetimini, hatta sadece delegeleri değil, tüm Türkiye'yi, demokrasiyi ve siyasal çözümü önemseyen herkesi doğrudan ilgilendirir. 38. Kurultayda delege iradesine müdahale sayılabilecek mali ilişkilere girildiği neredeyse, kimse tarafından reddedilmemektedir. Bunu normal görmek, olağanlaştırmak, çürümeye, yozlaşmaya teslim olmaktır. Konunun, hukuk ve ceza mahkemeleri tarafından ele alınıyor olması da, siyasetin bu konudaki duyarsızlığı ve sorumsuzluğunun sonucudur. Türkiye'de nasıl darbeleri izah ederken, bunu sadece askerlerin cuntacı hevesleri ile ele alamazsak, almıyorsak, bu konuda siyasette oluşan boşluğun ve darbelere zemin oluracak biçimde askeri göreve çağıran siyaset tarzının payı büyükse, aynı şekilde bugün yargının siyasal alanda yük üstlenmek zorunda kalması da, siyasetin kendi tercihleri ya da tercih yapmaktan çekinmesi ile doğrudan ilişkilidir. Parti içi etik kurulları ve disiplin mekanizmaları işletilmediği için, başvuru ve şikayetlerin tek odağı yargı olmak zorunda kalmıştır. Bu durumda, yargının keyfi davranarak, insiyatif alarak görevden kaçması kabul edilebilir bir durum olamaz. İstanbul Belediyesi'nde usulüne aykırı işlemler üzerine iddialar ve ifadeler varsa, belediye başkanının cumhurbaşkanı adayı olması bunların soruşturma konusu ve yargılama konusu yapılmasını nasıl engelleyebilir ?
Aynı şekilde kurultay ile ilgili para aldığını, para verdiğini iddia eden somut beyanlar olduğunda, yargının bu konuyu sümen altı yapmasını, halının altına süpürmesini nasıl isteyebiliriz ? Her iki konuda da, doğru olan muhataplarının meydan okuması ve açık biçimde yargılanarak aklanma talebinde bulunmasıdır. Elbette başta iktidar partisi olmak üzere başka partilerin kurultayları ya da belediye yönetimleri için de aynı duyarlılığın sergilenmesini istemek hem hak hem de görevdir. Bir yandan kurultay ile ilgili açılmış davayı, yargının siyasete müdahalesi olarak tarif edip, Diğer yandan, el altından makbul kayyum isimleri belirleyerek, bunların siyasal iradeye teklif olarak sunulması kabul edilemez.
Kurultayda, irade zedelenmesine sebep olan bir müdahale olmamışsa, olağanüstü kurultay yapma tedbirine niye ihtiyaç duyulmuştur. Bugün itibarıyla, kurultayın en önemli esas konusu olan delege iradesinin tezahürüyle ilgili sakatlıklar, gayet tabi butlan sonucunu doğurabilir. Bu durumda, önceki yönetimin tümünün söz sahibi olacağı, meselenin sadece genel başkan ve Kılıçdaroğlu konusu olmayacağı açıktır.
Görevi üstlenecek olan yönetimin, ilçe, hatta mahalle düzeyinden başlayarak bir yeniden yapılanma, arınma ve ayıklanma esaslı kongreler planlaması bir zorunluluğa dönüşmüştür. Finans kapitalin ulusal hükümetleri kuşatması, rehin alması ve tehlikeli politikaları dayatması karşısında, iktidarıyla muhalefetiyle el ele vermek ve birlikte hareket etmek zorundayız. Ne iktidara , ekonomi politikalar üzerinden dayatmalar yapılmasına göz yumabiliriz, ne de muhalefetin teslim alınarak ülkenin geleceğine ipotek konulmasına seyirci kalabiliriz.