Avrupa siyasetinin oluşmasında önemli payı bulunan Antonio Gramsci, “Eski dünya biter, yeni dünya doğmak için mücadele eder” sözleriyle ara dönemde yaşamanın zorluğuna dikkat çekerken; bizde Ahmet Hamdi Tanpınar şöyle der:
“Eskiye olan özlem ve hasretle, yeniye olan merak ve iştiyak arasında bekliyoruz. Bizim acımız budur. Ama daima yeni kazanır; yeninin olduğu yerde başka bir şeye ihtiyaç da lüzum da yoktur.”
Türkiye, bir ara dönemden ve her şeyin adeta askıya alındığı zor günlerden geçiyor. Halkın bu tür dönemleri atlatabilmesi için siyasete ve siyasetçilere duyulan güvenin sarsılmaması gerekir. Ancak bizde işler öyle yürümüyor.
Önce nasıl bir ülkede yaşadığımıza bakalım: Zirveye çıkmış enflasyon, artan cinsel saldırılar, kadın cinayetleri, çocuk çeteleri, haraç, yağmalama, hırsızlık, sahtekârlık, uyuşturucu ve bahis oyunları üzerinden edinilen servetler… Bunların karşısında ise sınıfsal ayrımlara baktığımızda; özgürlük, güvenlik, sosyal, siyasal ve ekonomik ayrıcalıkların zenginlere verilip yoksullardan esirgendiğini görüyoruz. Bu tablonun sebebi, halktan her anlamda kopmuş ve artık ayrı bir dünyada yaşayan siyaset kurumlarıdır.
İktidarın adını bile bilmediğimiz “reform” dayatmaları ile muhalefetin geçmişte ısrarla savunduğu devrimlere sahip çıkma söylemleri arasında sıkışıp kalan halkın ülkesine ve sorunlarına karşı kayıtsızlığı işte tam da burada anlam kazanıyor. İktidar ve muhalefet; entrikalar, koltuk kavgaları, rant hesapları, parti içi çekişmeler, parti dışı müdahaleler, milletvekili ve belediye başkanlarının transferi, partileri bölme girişimleri ve ardından yine kendi istekleriyle birleştirme oyunlarıyla meşgul olurken, halkın açlık ve yoksulluk girdabında yaşayacağı büyük infiali hesaba bile katmıyorlar. Oysa muhakkak ki halk bu oyunlara itiraz edecektir. Çünkü ara dönemde neyin biteceğine, yeninin ne olacağına, gidecek olan efendilerin kimler olacağına halk karar verir.
Peki, halk neden bekliyor? Bunun cevabı, orta sınıfın yok oluşunda gizli. Ara dönemin yumuşak geçmesi orta sınıfla mümkündü. Fakat artık orta sınıfı kalmamış bu ülkede, o sınıfın kültürlü bir yapıya sahip olmasından kaynaklı bilinçli başkaldırış imkânı da ortadan kalktı. Kültür, yukarıdakilerle aşağıdakileri bir arada tutacak mayayı sağlayabiliyordu. Şimdi ise orta sınıfın bu toplumsal kabiliyetinden yoksun bir şekilde; azınlık zenginlerin ve çoğunluk yoksulların hesaplaşma dönemine girmiş bulunuyoruz.
Artık yan yana yürürken bile ortak hareket etmeyen yoksullar, gelir adaleti, toplumsal barış, adil vergi ve emeğin karşılığını almak için ara dönem sonrası hazırlıklarını zihinsel olarak netleştirmeye başladı.
Bu süreç sadece eskiyle yeninin, reformla devrimin ya da rejim tartışmalarının değil; aynı zamanda eski ve yeni aktörlerin sahneye çıktığı bir dönemi de ifade ediyor.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ferhat Özmen
Ara Dönem Girdabında Sınıfsız Toplumun Bekleyişi
Avrupa siyasetinin oluşmasında önemli payı bulunan Antonio Gramsci, “Eski dünya biter, yeni dünya doğmak için mücadele eder” sözleriyle ara dönemde yaşamanın zorluğuna dikkat çekerken; bizde Ahmet Hamdi Tanpınar şöyle der:
“Eskiye olan özlem ve hasretle, yeniye olan merak ve iştiyak arasında bekliyoruz. Bizim acımız budur. Ama daima yeni kazanır; yeninin olduğu yerde başka bir şeye ihtiyaç da lüzum da yoktur.”
Türkiye, bir ara dönemden ve her şeyin adeta askıya alındığı zor günlerden geçiyor. Halkın bu tür dönemleri atlatabilmesi için siyasete ve siyasetçilere duyulan güvenin sarsılmaması gerekir. Ancak bizde işler öyle yürümüyor.
Önce nasıl bir ülkede yaşadığımıza bakalım: Zirveye çıkmış enflasyon, artan cinsel saldırılar, kadın cinayetleri, çocuk çeteleri, haraç, yağmalama, hırsızlık, sahtekârlık, uyuşturucu ve bahis oyunları üzerinden edinilen servetler… Bunların karşısında ise sınıfsal ayrımlara baktığımızda; özgürlük, güvenlik, sosyal, siyasal ve ekonomik ayrıcalıkların zenginlere verilip yoksullardan esirgendiğini görüyoruz. Bu tablonun sebebi, halktan her anlamda kopmuş ve artık ayrı bir dünyada yaşayan siyaset kurumlarıdır.
İktidarın adını bile bilmediğimiz “reform” dayatmaları ile muhalefetin geçmişte ısrarla savunduğu devrimlere sahip çıkma söylemleri arasında sıkışıp kalan halkın ülkesine ve sorunlarına karşı kayıtsızlığı işte tam da burada anlam kazanıyor. İktidar ve muhalefet; entrikalar, koltuk kavgaları, rant hesapları, parti içi çekişmeler, parti dışı müdahaleler, milletvekili ve belediye başkanlarının transferi, partileri bölme girişimleri ve ardından yine kendi istekleriyle birleştirme oyunlarıyla meşgul olurken, halkın açlık ve yoksulluk girdabında yaşayacağı büyük infiali hesaba bile katmıyorlar. Oysa muhakkak ki halk bu oyunlara itiraz edecektir. Çünkü ara dönemde neyin biteceğine, yeninin ne olacağına, gidecek olan efendilerin kimler olacağına halk karar verir.
Peki, halk neden bekliyor? Bunun cevabı, orta sınıfın yok oluşunda gizli. Ara dönemin yumuşak geçmesi orta sınıfla mümkündü. Fakat artık orta sınıfı kalmamış bu ülkede, o sınıfın kültürlü bir yapıya sahip olmasından kaynaklı bilinçli başkaldırış imkânı da ortadan kalktı. Kültür, yukarıdakilerle aşağıdakileri bir arada tutacak mayayı sağlayabiliyordu. Şimdi ise orta sınıfın bu toplumsal kabiliyetinden yoksun bir şekilde; azınlık zenginlerin ve çoğunluk yoksulların hesaplaşma dönemine girmiş bulunuyoruz.
Artık yan yana yürürken bile ortak hareket etmeyen yoksullar, gelir adaleti, toplumsal barış, adil vergi ve emeğin karşılığını almak için ara dönem sonrası hazırlıklarını zihinsel olarak netleştirmeye başladı.
Bu süreç sadece eskiyle yeninin, reformla devrimin ya da rejim tartışmalarının değil; aynı zamanda eski ve yeni aktörlerin sahneye çıktığı bir dönemi de ifade ediyor.