Ünlü filozof Diderot, hayatın kendi akışı içerisinde yavaş ve uzun vadeli yaşanılacak bir yer olduğunu savunurken; ekonomist ve kapitalizmin kurucu babası olarak tanınan Adam Smith ise, hayatın rutini içinde kalmanın insanların yaratıcı yönlerini baskılayarak yok ettiğini, bu nedenle insanlığın değişimi için hızlı ve kısa vadeli girişimlerle hayatın akışının dışına çıkarak yaratıcı fikirlerin ortaya çıkacağını savunur.
Adam Smith’in bahsettiği yaratıcı fikirlerin ortaya çıkışı ve yeni dünya düzeninin kapitalizmle birlikte hayatımıza ve insanlığın yaşam akışına yansımalarına baktığımızda; ekonomik, sosyal, beşerî ve uluslararası ilişkiler gibi başlıklarda ne kadar katkı, fayda ve çözüm sağladığına göz atmak gerekir.
Hızlı ve kısa vadeli bu yeni dünya düzeni, her ne kadar bireyi ve yaratıcı fikirleri önemsiyormuş gibi görünse de, bireysel ve toplumsal olarak niteliksiz bir çoğunluk yarattığını görmekteyiz. Kapitalizm sadece insanlar üzerinde değil, devletler üzerinde de hâkimiyet kuran; azınlık bir gücün çoğunluğa hükmetmesine dönüşen bir sistemdir. Kapitalizmin hayatın akışına ve yansımalarına baktığımızda, adil olmayan bir rekabet ve tüketim toplumu inşa ederek yaşamın doğal gerekliliklerini ortadan kaldırdığını görüyoruz. Öyle bir noktaya gelmiştir ki, yaşam alanlarımızın bir aslanın ceylanı kovalama mücadelesine benzer şekilde “av-avcı” ilişkisine indirgenmiş olduğunu söylemek abartı sayılmaz.
Ekonominin üstün ve tek belirleyici olduğu bir sistemde, ne ahlaktan ne de değerlerden bahsedebiliriz. Hele ki Türkiye gibi gelenek ve kültür bağları güçlü, uzun vadeli yaşam tasavvuruna dayalı bir toplum için bu durum, toplumsal çöküş ve iflastan başka bir anlam ifade etmez. Kapitalist sistem, toplumsal işleyişi ve bilinci yok ederek, öngörülemeyen risklerle özellikle gençleri bu yıkıcı düzenle baş başa bırakmakta ve onları uçuruma sürüklemektedir. Uzun vadeli, dingin ve sağlam ekonomik parametrelere dayalı; doğumdan ölüme kadar insan ömrünü verimli kılacak bir ekonomik model uygulamaya koymamız gerekmektedir. Aksi hâlde, dün işi olup bugün işsiz kalan; dün evlenip bugün boşanan; dün dost olup bugün düşman olan; bir anı diğerini tutmayan; herkesin borç içinde yaşadığı, köle gibi çalışıp birikim yapamadığı bu karanlık ve karmaşık düzen içinde tek tek yok olup gideceğiz.
İnsanlığın tek bir kategori olarak değerlendirilmesine yol açan sistem uluslararası kapitalizmdir. Kapitalizme yöneltilen en büyük eleştirilerden biri, yaratıcı güç ve fikirleri azınlığın çıkarları için kullanmasıdır. Bu sistem, toplumu çıkar ve menfaat odaklı, kısa yoldan gelir elde etmeye çalışan, gelirin meşruluğunu sorgulamayan, anlık yaşayan, tüketen, harcayan, duygusuz, ruhsuz, tatmin peşinde sürüklenen değersiz bir topluma dönüştürmektedir.Kısa vadeli yaşayan toplumlarda güven ortamından söz edilemez. Dünya hangi yöne giderse gitsin, toplumsal bütünlük açısından bir avuç azınlık için toplumun çoğunluğunu göz ardı eden bu sistemden vazgeçmeliyiz.
Öncelikle atılması gereken adım, derhal devlet yönetiminde bir İnsan Kaynakları Bakanlığı kurulmasıdır. Devletin ve özel sektörün gelecek elli ve yüz yıllık ihtiyaçları belirlenerek bir yol haritası çıkarılmalıdır. Bu bakanlık, geleceğe yönelik ihtiyaçları tespit ederek gençlerin zaman kaybetmesini önlemeli, toplumsal girişimleri ve zanaatları teşvik ederek onları yerleşik hayata hazırlamalıdır. Bir devlet on bin öğretmen alacakken iki yüz bin kişiyi öğretmen olmaya teşvik ediyorsa, burada ya hesap hatası ya da kapitalizmin kucağına itilmiş bir toplum söz konusudur. Tarım, enerji, çevre, turizm gibi alanların bakanlıkları varsa, neden insanların geleceğini planlayan bir bakanlık olmasın?
Devleti yönetenlerin, sosyal adaletin toplumun geneline yayılmasını sağlaması; eğitim ve sağlık hizmetlerinde denkliği sunarak ayrımcılığı ortadan kaldırması; hizmetlerin adil ve eşit şekilde dağıtılmasını gözetmesi; emek ve dayanışma bilincini oluşturması; insanların ekonomik ve sosyal güvencelerini sağlayarak yarınlara dair güven ortamını tesis etmesi gerekir.
Adam Smith'in dediği gibi kapitalizm ulusların zenginliğini bırakın, ulusların yoksulluğa, çöküşüne sebep olmuştur. Yazıma son verirken aynı hataya düşmüş olan filozof Denis Diderot ile Rus imparatoriçesi Büyük Catherine arasında yaşanan olayı ve “Diderot etkisi” olarak tarihsel hafızaya geçen bilgiyi araştırmanızı öneririm.
Diderot etkisi, yeni bir eşya edinmenin daha da fazla eşya edinilmesiyle sonuçlanan bir tüketim sarmalına yol açtığını ortaya koyar. Yeni bir şey satın almak, kişinin giderek daha fazla şey satın almasına yol açan bir zincirleme reaksiyona neden olabilir.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ferhat Özmen
Ulusların zenginliğinden, ulusların çöküşüne
Ünlü filozof Diderot, hayatın kendi akışı içerisinde yavaş ve uzun vadeli yaşanılacak bir yer olduğunu savunurken; ekonomist ve kapitalizmin kurucu babası olarak tanınan Adam Smith ise, hayatın rutini içinde kalmanın insanların yaratıcı yönlerini baskılayarak yok ettiğini, bu nedenle insanlığın değişimi için hızlı ve kısa vadeli girişimlerle hayatın akışının dışına çıkarak yaratıcı fikirlerin ortaya çıkacağını savunur.
Adam Smith’in bahsettiği yaratıcı fikirlerin ortaya çıkışı ve yeni dünya düzeninin kapitalizmle birlikte hayatımıza ve insanlığın yaşam akışına yansımalarına baktığımızda; ekonomik, sosyal, beşerî ve uluslararası ilişkiler gibi başlıklarda ne kadar katkı, fayda ve çözüm sağladığına göz atmak gerekir.
Hızlı ve kısa vadeli bu yeni dünya düzeni, her ne kadar bireyi ve yaratıcı fikirleri önemsiyormuş gibi görünse de, bireysel ve toplumsal olarak niteliksiz bir çoğunluk yarattığını görmekteyiz. Kapitalizm sadece insanlar üzerinde değil, devletler üzerinde de hâkimiyet kuran; azınlık bir gücün çoğunluğa hükmetmesine dönüşen bir sistemdir. Kapitalizmin hayatın akışına ve yansımalarına baktığımızda, adil olmayan bir rekabet ve tüketim toplumu inşa ederek yaşamın doğal gerekliliklerini ortadan kaldırdığını görüyoruz. Öyle bir noktaya gelmiştir ki, yaşam alanlarımızın bir aslanın ceylanı kovalama mücadelesine benzer şekilde “av-avcı” ilişkisine indirgenmiş olduğunu söylemek abartı sayılmaz.
Ekonominin üstün ve tek belirleyici olduğu bir sistemde, ne ahlaktan ne de değerlerden bahsedebiliriz. Hele ki Türkiye gibi gelenek ve kültür bağları güçlü, uzun vadeli yaşam tasavvuruna dayalı bir toplum için bu durum, toplumsal çöküş ve iflastan başka bir anlam ifade etmez. Kapitalist sistem, toplumsal işleyişi ve bilinci yok ederek, öngörülemeyen risklerle özellikle gençleri bu yıkıcı düzenle baş başa bırakmakta ve onları uçuruma sürüklemektedir. Uzun vadeli, dingin ve sağlam ekonomik parametrelere dayalı; doğumdan ölüme kadar insan ömrünü verimli kılacak bir ekonomik model uygulamaya koymamız gerekmektedir. Aksi hâlde, dün işi olup bugün işsiz kalan; dün evlenip bugün boşanan; dün dost olup bugün düşman olan; bir anı diğerini tutmayan; herkesin borç içinde yaşadığı, köle gibi çalışıp birikim yapamadığı bu karanlık ve karmaşık düzen içinde tek tek yok olup gideceğiz.
İnsanlığın tek bir kategori olarak değerlendirilmesine yol açan sistem uluslararası kapitalizmdir. Kapitalizme yöneltilen en büyük eleştirilerden biri, yaratıcı güç ve fikirleri azınlığın çıkarları için kullanmasıdır. Bu sistem, toplumu çıkar ve menfaat odaklı, kısa yoldan gelir elde etmeye çalışan, gelirin meşruluğunu sorgulamayan, anlık yaşayan, tüketen, harcayan, duygusuz, ruhsuz, tatmin peşinde sürüklenen değersiz bir topluma dönüştürmektedir. Kısa vadeli yaşayan toplumlarda güven ortamından söz edilemez. Dünya hangi yöne giderse gitsin, toplumsal bütünlük açısından bir avuç azınlık için toplumun çoğunluğunu göz ardı eden bu sistemden vazgeçmeliyiz.
Öncelikle atılması gereken adım, derhal devlet yönetiminde bir İnsan Kaynakları Bakanlığı kurulmasıdır. Devletin ve özel sektörün gelecek elli ve yüz yıllık ihtiyaçları belirlenerek bir yol haritası çıkarılmalıdır. Bu bakanlık, geleceğe yönelik ihtiyaçları tespit ederek gençlerin zaman kaybetmesini önlemeli, toplumsal girişimleri ve zanaatları teşvik ederek onları yerleşik hayata hazırlamalıdır. Bir devlet on bin öğretmen alacakken iki yüz bin kişiyi öğretmen olmaya teşvik ediyorsa, burada ya hesap hatası ya da kapitalizmin kucağına itilmiş bir toplum söz konusudur. Tarım, enerji, çevre, turizm gibi alanların bakanlıkları varsa, neden insanların geleceğini planlayan bir bakanlık olmasın?
Devleti yönetenlerin, sosyal adaletin toplumun geneline yayılmasını sağlaması; eğitim ve sağlık hizmetlerinde denkliği sunarak ayrımcılığı ortadan kaldırması; hizmetlerin adil ve eşit şekilde dağıtılmasını gözetmesi; emek ve dayanışma bilincini oluşturması; insanların ekonomik ve sosyal güvencelerini sağlayarak yarınlara dair güven ortamını tesis etmesi gerekir.
Adam Smith'in dediği gibi kapitalizm ulusların zenginliğini bırakın, ulusların yoksulluğa, çöküşüne sebep olmuştur. Yazıma son verirken aynı hataya düşmüş olan filozof Denis Diderot ile Rus imparatoriçesi Büyük Catherine arasında yaşanan olayı ve “Diderot etkisi” olarak tarihsel hafızaya geçen bilgiyi araştırmanızı öneririm.
Diderot etkisi, yeni bir eşya edinmenin daha da fazla eşya edinilmesiyle sonuçlanan bir tüketim sarmalına yol açtığını ortaya koyar. Yeni bir şey satın almak, kişinin giderek daha fazla şey satın almasına yol açan bir zincirleme reaksiyona neden olabilir.