Donald Trump 2017 yılında başkanlık yüzüğünü parmağına geçirdiğinde, bu olay dünyanın liberal ve sol entelijensiya tarafından şok dalgası olarak idrak edildi. Şok edici ama istisnai bir olay olarak değerlendirildi. Dalga dinecek ve şok geçecek diye bekliyorlardı; nitekim 2021 yılının Ocak ayında Joe Biden, Trump'ı Beyaz Saray'dan uğurladığında bu fasıl bitti diye düşündüler. Ama Ocak 2025 yılında Trump (yanına J.D. Vance'i alarak) geri geldiğinde, artık o dalganın bir istisna değil; bir kural, bir norm olduğu anlaşılmıştı. Trump'ın dönüşü, eski düzenin çöktüğü ama yeni düzenin henüz kurulmadığı bir evreye taşıdı dünyayı.
Eski düzen çöktü; çünkü eski düzenin hegemonu ABD artık hegemonyanın maliyetini karşılamakta zorlanıyordu. Dahası, eski düzenin bütün kurumsal işleyişi (NATO'dan Dünya Ticaret Örgütü'ne, Birleşmiş Milletler'den Dünya Sağlık Örgütü'ne) ABD'yi bir borç yükü içine yüzdürürken Avrupa'yı bedavacı (free-rider), Çin'i ise (özellikle 2000 yılında DTÖ'ye entegre olduktan sonra) hızla yükselen güç haline getirdi. Trump ve Vance, Avrupa'yı “beslemeyi” bırakıp büyük güçler rekabetinde yeniden-konumlanma stratejisi benimsedi. Detayları henüz formüle edilmeyen ve siyasal bir programa dönüşmeyen bu strateji, yeni müttefikler edinmeyi ve eskinin dostluklarını bitirmeyi mecburi kılıyor. Eski dostlardan (Avrupa ve İsrail) kurtulma girişimleri, Trump'ın hayatına bile mal olabilir ki, suikasttan bir defa yırttı. Ama gidişat iyi değil ve Trumpçı özgüven yerini bir endişeye bırakmış durumda.
Eskinin sarsılmaz ittifaklarından kurtulma veya eski dostları frenleme ve yeni müttefikler edinme stratejisinden en çok etkilenecek olan ülkelerin başında İsrail geliyor.
Trump İsrail’e Meftun Değil Ama Mecbur
Mecbur, evet. Peki, nereye kadar?
Belli ki Trump ve Cumhuriyetçi senatörler bir yol ayrıma doğru hızla sürükleniyorlar. Bu sürüklenmeyi yüksek tirajlı uluslararası bir derginin son sayısına odaklanarak somutlaştıralım.
The Economist, geçen yayınlanan son sayısında (Eylül 2025), Amerikan kamuoyunda ve kurumsal yapılarında İsrail’e yönelik desteğin zayıfladığı olgusuna geniş yer ayırdı. Kapağında “How Israel is losing America” (İsrail Amerika’yı nasıl kaybediyor) başlığına yer veren İngiliz dergisi, Amerikalıların İsrail’den uzaklaşma eğiliminde olduğunu ve İsrail’e yönelik askerî yardımların geleceği dâhil pek çok konuda değişikliğin kapıda olduğunu vurguluyor. Anket verilerine ve tanıklıklara dayanarak Cumhuriyetçi ve Demokrat partililer, yeni kuşaklar ve dinî topluklar arasında büyüyen bir “çatlağa” işaret ederken The Economist, sadece bir gazetecilik pratiği sergilemiyor, aynı zamanda bir gerçeğe işaret ediyor ve bir uyarıda bulunuyor.
İşaret ettiği gerçek: ABD’nin İsrail’e yönelik politikalarında köklü bir değişimin arifesindeyiz. Çünkü bir zamanlar cepte olan İsrail desteği artık kesin değil.
Yaptığı dostça uyarı: Küresel sahnede yalnızlaşmaya başlayan İsrail, eğer siyasal-askerî tavrını ve Batı’daki kamuoyu algısını değiştirmezse, tek gerçek destekçisini ve zırhını kaybedebilir.
Bakmayın siz Netanyahu ve ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun, 10 gün önce (14 Eylül), Ağlama Duvarı’na sırtlarını dayayarak “ittifakımız dimdik ayakta” pozları verdiğine. Somut verilerin gösterdiği gerçeklik başka: Amerikalıların %53’ü artık İsrail hakkında olumsuz görüş bildiriyor. Ankete katılanların %43’ü, İsrail’in Gazze’de soykırım işlediğine inanıyor. %8’i soykırım demese de toplu cinayet olduğunu düşünüyor. İsrail-Filistin savaşında İsrail’e duyulan sempati son 25 yılın en düşük seviyesinde seyrediyor.
Düşüşün en keskin olduğu toplum kesimi, yaşlı Demokratlar: Son 3 yıl içinde İsrail hakkında olumsuz kanaatler %23 arttı. Ama Amerikan sağında da çatlaklar oluştu. Genç Cumhuriyetçiler arasında destek kaybı var: 2022’de destekleyenlerin oranı %63 iken bugün %50’nin altında. Dahası, bir zamanlar İsrail’e güçlü destek veren genç Evanjeliklerde de düşüş görülüyor: 2018’de %69 iken, 2021’de %34’e indi; The Economist, düşüşün sürdüğünü vurguluyor.
Mevcut ABD-İsrail askeri yardım anlaşmasının süresi 2028’de dolacak. Evet, ABD’de İsrail lobisi çok güçlü ve politikacıların bunu hafife alması çok mümkün değil. Ama halk artık eskisi gibi bu lobinin gücünü ciddiye almıyor. Seçmen baskısı İsrail yanlısı senatörlerde ve eyalet temsilcilerinde kararlarını gözden geçirmeye yetecek bir kütleye ulaştı. Amerikan kamuoyu uzun vadeli zihinsel dönüşüm geçiriyor. İsrail’in kendilerini hiçbir çıkar elde edemeyecekleri çatışmaların içine sürüklediklerini fark ediyorlar. Trump’ın ve Cumhuriyetçiler’in İsrail’in kaotik dümeninde kalması uzadıkça, bu durum ABD iç siyaseti için de büyük bedeller doğuracak.
Netanyahu da bunun farkında, o yüzden son konuşmasında İsrail’in benzeri görülmemiş uluslararası yalnızlık yaşadığını ve ayakta kalabilmek için “süper-Sparta’ya” dönüşmek zorunda olduğunu itiraf etti. (Netanyahu’nun Sparta vizyonu ve Sparta’nın mağlubiyet dolu sonu başka bir yazının konusudur.)
Rakamların gösterdiği şudur: Yakın zamanda Ağlama Duvarı’na dökülecek şey, Netanyahu ve Trump kabinesindeki tek Neocon olan Rubio’nun müşterek gözyaşlarıdır. Çünkü Netanyahu hükümeti ve ABD’deki Siyonistlerin Teo-politik fantezilerini Ortadoğu’daki Real-politik gerçeklikler karşısında hükümsüz kaldı.
Teo-politik Fantezilere Karşı Real-politik Dayanıklılık
İsrail’in amacı nedir? Ortadoğu’da güvenlikli ve istikrarlı bir alanda yaşamak değil. Güvenlik kaygısı gütmenin çok ötesine geçti İsrail saldırganlığı. İsrail, artık, bölgesel bir güvensizlik ve istikrarsızlık sebebi. Amaçları şu: Daha büyük bir İsrail yaratmak. Bugün İsrail’in resmi sınırları yok, sınırsız bir devlet olarak her sınırı ihlal etmeye başladı. Suriye, Lübnan, Ürdün ve Mısır’ın topraklarına göz koyan ve diğer devletlerin de iç çatışmalarla uğraşmasını arzulayan bir teolojiye sahip. Ama bu teolojik arzu için ne nüfusları müsait ne de ABD dışında müttefikleri kaldı. Bu yüzden Ortadoğu’nun siyasal gerçekliğine meydan okuyan teopolitik bir fantezinin girdabında kaos üretiyorlar. Dahası bu teolojik fanteziler Amerika’nın jeopolitik hedeflerine ve emperyal vizyonuna hizmet etmiyor.
Amerikalı birçok siyasal analiste ve jeopolitik uzmanına göre, ABD dış politika inisiyatifini İsrail'e kaptırdı. Kuklacının yonttuğu kukla döndü kendisine hükmetmeye başladı. Bu inisiyatif kaybı, ABD’nin kendi stratejik çıkarları yerine İsrail’in ajandasına hizmet eden bir devlet haline gelmesine yol açıyor. Haliyle ABD’nin küresel prestijine ve caydırıcılığına ciddi zarar veriyor. İsrail’in son İran ve Katar saldırılarının ABD’ye kaybettirdiği prestij şu: ABD, artık dürüst bir arabulucu ya da güvenilir bir müttefik olarak değil, İsrail’in saldırganlığına göz yuman bir güç olarak algılanıyor. Bu durum, ABD’nin müttefiklerinin Çin ve Rusya ile ilişkilerini derinleştirmeye ve Washington’un karşısında daha güçlü blok oluşmasına neden oluyor. Her geçen gün karşı bloku daha fazla güçlendirmeye başlayan bir devlet konumunda ABD.
Bahçeli’nin usturası işte tam da böylesi bir dönemde devreye girdi ve uluslararası dinamikleri harekete geçirecek bir kesme işlemini gerçekleştirme hedefinde. Erdoğan’ın ABD ziyareti vesilesiyle Bahçeli’nin hatırlattığı gerçeklik şu: ABD, karşısında güçlenen bloka Türkiye’yi kaptırmak istemiyorsa artık İsrail’in dümeninden çıkmak zorunda.
Türkiye-Rusya-Çin (TRÇ) İttifakından bahsederken Bahçeli’nin kurduğu cümleyi hatırlayalım: “Dünyaya meydan okuyan ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı…” Bu koşullu cümlenin meali şu: ABD İsrail’in peşine takıldığı için hem bir şer ekseni oluşturdu hem de dünyadan koptu; o halde bu ABD artık dünyanın hükümran gücü olmaya layık değil.
Trump ABD’si bir karar vermek zorunda: İsrail’e hayır derse kazanacağı bir dünya var. İsrail’e boyun eğmeye devam ederse, kaybedeceği Türkiye var ki, bu durumda dünya hakkında egemen söz söyleme kapasitesi (emperyal kapasitesi) tamamen körelir. İsrail’e itaat eden, dünyada egemen olamaz. Trump, Netanyahu’yu cesur bir şekilde durdurmalı; sadece dünya barışı için değil, Amerikan’ın emperyal yeteneklerinin körelmemesi için bu cesareti göstermeli.
Bahçeli, usturayı vurdu: Trump’ın ihtiyaç duyduğu cesaret Türkiye’den geçiyor ve Erdoğan New York’ta ona reddemeyeceği net bir teklif sunacak.
Gelecek yazıda Bahçeli’nin TRÇ İttifakı’ndan bahsederken neyi murad ettiğini tartışacağız. Şimdilik şunu yazayım: TRÇ ittifakı çıkışı ne Rusya’yla ilgilidir ne de Çin’le. Bu çıkışın muhatabı Türkiye’deki Avrasyacılardır.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mehmet Sabri Akgönül
BAHÇELİ'NİN USTURASI (2)
ERDOĞAN TRUMP’A İSRAİL'İ NASIL DURDURACAĞINI GÖSTERECEK
Donald Trump 2017 yılında başkanlık yüzüğünü parmağına geçirdiğinde, bu olay dünyanın liberal ve sol entelijensiya tarafından şok dalgası olarak idrak edildi. Şok edici ama istisnai bir olay olarak değerlendirildi. Dalga dinecek ve şok geçecek diye bekliyorlardı; nitekim 2021 yılının Ocak ayında Joe Biden, Trump'ı Beyaz Saray'dan uğurladığında bu fasıl bitti diye düşündüler. Ama Ocak 2025 yılında Trump (yanına J.D. Vance'i alarak) geri geldiğinde, artık o dalganın bir istisna değil; bir kural, bir norm olduğu anlaşılmıştı. Trump'ın dönüşü, eski düzenin çöktüğü ama yeni düzenin henüz kurulmadığı bir evreye taşıdı dünyayı.
Eski düzen çöktü; çünkü eski düzenin hegemonu ABD artık hegemonyanın maliyetini karşılamakta zorlanıyordu. Dahası, eski düzenin bütün kurumsal işleyişi (NATO'dan Dünya Ticaret Örgütü'ne, Birleşmiş Milletler'den Dünya Sağlık Örgütü'ne) ABD'yi bir borç yükü içine yüzdürürken Avrupa'yı bedavacı (free-rider), Çin'i ise (özellikle 2000 yılında DTÖ'ye entegre olduktan sonra) hızla yükselen güç haline getirdi. Trump ve Vance, Avrupa'yı “beslemeyi” bırakıp büyük güçler rekabetinde yeniden-konumlanma stratejisi benimsedi. Detayları henüz formüle edilmeyen ve siyasal bir programa dönüşmeyen bu strateji, yeni müttefikler edinmeyi ve eskinin dostluklarını bitirmeyi mecburi kılıyor. Eski dostlardan (Avrupa ve İsrail) kurtulma girişimleri, Trump'ın hayatına bile mal olabilir ki, suikasttan bir defa yırttı. Ama gidişat iyi değil ve Trumpçı özgüven yerini bir endişeye bırakmış durumda.
Eskinin sarsılmaz ittifaklarından kurtulma veya eski dostları frenleme ve yeni müttefikler edinme stratejisinden en çok etkilenecek olan ülkelerin başında İsrail geliyor.
Trump İsrail’e Meftun Değil Ama Mecbur
Mecbur, evet. Peki, nereye kadar?
Belli ki Trump ve Cumhuriyetçi senatörler bir yol ayrıma doğru hızla sürükleniyorlar. Bu sürüklenmeyi yüksek tirajlı uluslararası bir derginin son sayısına odaklanarak somutlaştıralım.
The Economist, geçen yayınlanan son sayısında (Eylül 2025), Amerikan kamuoyunda ve kurumsal yapılarında İsrail’e yönelik desteğin zayıfladığı olgusuna geniş yer ayırdı. Kapağında “How Israel is losing America” (İsrail Amerika’yı nasıl kaybediyor) başlığına yer veren İngiliz dergisi, Amerikalıların İsrail’den uzaklaşma eğiliminde olduğunu ve İsrail’e yönelik askerî yardımların geleceği dâhil pek çok konuda değişikliğin kapıda olduğunu vurguluyor. Anket verilerine ve tanıklıklara dayanarak Cumhuriyetçi ve Demokrat partililer, yeni kuşaklar ve dinî topluklar arasında büyüyen bir “çatlağa” işaret ederken The Economist, sadece bir gazetecilik pratiği sergilemiyor, aynı zamanda bir gerçeğe işaret ediyor ve bir uyarıda bulunuyor.
İşaret ettiği gerçek: ABD’nin İsrail’e yönelik politikalarında köklü bir değişimin arifesindeyiz. Çünkü bir zamanlar cepte olan İsrail desteği artık kesin değil.
Yaptığı dostça uyarı: Küresel sahnede yalnızlaşmaya başlayan İsrail, eğer siyasal-askerî tavrını ve Batı’daki kamuoyu algısını değiştirmezse, tek gerçek destekçisini ve zırhını kaybedebilir.
Bakmayın siz Netanyahu ve ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun, 10 gün önce (14 Eylül), Ağlama Duvarı’na sırtlarını dayayarak “ittifakımız dimdik ayakta” pozları verdiğine. Somut verilerin gösterdiği gerçeklik başka: Amerikalıların %53’ü artık İsrail hakkında olumsuz görüş bildiriyor. Ankete katılanların %43’ü, İsrail’in Gazze’de soykırım işlediğine inanıyor. %8’i soykırım demese de toplu cinayet olduğunu düşünüyor. İsrail-Filistin savaşında İsrail’e duyulan sempati son 25 yılın en düşük seviyesinde seyrediyor.
Düşüşün en keskin olduğu toplum kesimi, yaşlı Demokratlar: Son 3 yıl içinde İsrail hakkında olumsuz kanaatler %23 arttı. Ama Amerikan sağında da çatlaklar oluştu. Genç Cumhuriyetçiler arasında destek kaybı var: 2022’de destekleyenlerin oranı %63 iken bugün %50’nin altında. Dahası, bir zamanlar İsrail’e güçlü destek veren genç Evanjeliklerde de düşüş görülüyor: 2018’de %69 iken, 2021’de %34’e indi; The Economist, düşüşün sürdüğünü vurguluyor.
Mevcut ABD-İsrail askeri yardım anlaşmasının süresi 2028’de dolacak. Evet, ABD’de İsrail lobisi çok güçlü ve politikacıların bunu hafife alması çok mümkün değil. Ama halk artık eskisi gibi bu lobinin gücünü ciddiye almıyor. Seçmen baskısı İsrail yanlısı senatörlerde ve eyalet temsilcilerinde kararlarını gözden geçirmeye yetecek bir kütleye ulaştı. Amerikan kamuoyu uzun vadeli zihinsel dönüşüm geçiriyor. İsrail’in kendilerini hiçbir çıkar elde edemeyecekleri çatışmaların içine sürüklediklerini fark ediyorlar. Trump’ın ve Cumhuriyetçiler’in İsrail’in kaotik dümeninde kalması uzadıkça, bu durum ABD iç siyaseti için de büyük bedeller doğuracak.
Netanyahu da bunun farkında, o yüzden son konuşmasında İsrail’in benzeri görülmemiş uluslararası yalnızlık yaşadığını ve ayakta kalabilmek için “süper-Sparta’ya” dönüşmek zorunda olduğunu itiraf etti. (Netanyahu’nun Sparta vizyonu ve Sparta’nın mağlubiyet dolu sonu başka bir yazının konusudur.)
Rakamların gösterdiği şudur: Yakın zamanda Ağlama Duvarı’na dökülecek şey, Netanyahu ve Trump kabinesindeki tek Neocon olan Rubio’nun müşterek gözyaşlarıdır. Çünkü Netanyahu hükümeti ve ABD’deki Siyonistlerin Teo-politik fantezilerini Ortadoğu’daki Real-politik gerçeklikler karşısında hükümsüz kaldı.
Teo-politik Fantezilere Karşı Real-politik Dayanıklılık
İsrail’in amacı nedir? Ortadoğu’da güvenlikli ve istikrarlı bir alanda yaşamak değil. Güvenlik kaygısı gütmenin çok ötesine geçti İsrail saldırganlığı. İsrail, artık, bölgesel bir güvensizlik ve istikrarsızlık sebebi. Amaçları şu: Daha büyük bir İsrail yaratmak. Bugün İsrail’in resmi sınırları yok, sınırsız bir devlet olarak her sınırı ihlal etmeye başladı. Suriye, Lübnan, Ürdün ve Mısır’ın topraklarına göz koyan ve diğer devletlerin de iç çatışmalarla uğraşmasını arzulayan bir teolojiye sahip. Ama bu teolojik arzu için ne nüfusları müsait ne de ABD dışında müttefikleri kaldı. Bu yüzden Ortadoğu’nun siyasal gerçekliğine meydan okuyan teopolitik bir fantezinin girdabında kaos üretiyorlar. Dahası bu teolojik fanteziler Amerika’nın jeopolitik hedeflerine ve emperyal vizyonuna hizmet etmiyor.
Amerikalı birçok siyasal analiste ve jeopolitik uzmanına göre, ABD dış politika inisiyatifini İsrail'e kaptırdı. Kuklacının yonttuğu kukla döndü kendisine hükmetmeye başladı. Bu inisiyatif kaybı, ABD’nin kendi stratejik çıkarları yerine İsrail’in ajandasına hizmet eden bir devlet haline gelmesine yol açıyor. Haliyle ABD’nin küresel prestijine ve caydırıcılığına ciddi zarar veriyor. İsrail’in son İran ve Katar saldırılarının ABD’ye kaybettirdiği prestij şu: ABD, artık dürüst bir arabulucu ya da güvenilir bir müttefik olarak değil, İsrail’in saldırganlığına göz yuman bir güç olarak algılanıyor. Bu durum, ABD’nin müttefiklerinin Çin ve Rusya ile ilişkilerini derinleştirmeye ve Washington’un karşısında daha güçlü blok oluşmasına neden oluyor. Her geçen gün karşı bloku daha fazla güçlendirmeye başlayan bir devlet konumunda ABD.
Bahçeli’nin usturası işte tam da böylesi bir dönemde devreye girdi ve uluslararası dinamikleri harekete geçirecek bir kesme işlemini gerçekleştirme hedefinde. Erdoğan’ın ABD ziyareti vesilesiyle Bahçeli’nin hatırlattığı gerçeklik şu: ABD, karşısında güçlenen bloka Türkiye’yi kaptırmak istemiyorsa artık İsrail’in dümeninden çıkmak zorunda.
Türkiye-Rusya-Çin (TRÇ) İttifakından bahsederken Bahçeli’nin kurduğu cümleyi hatırlayalım: “Dünyaya meydan okuyan ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı…” Bu koşullu cümlenin meali şu: ABD İsrail’in peşine takıldığı için hem bir şer ekseni oluşturdu hem de dünyadan koptu; o halde bu ABD artık dünyanın hükümran gücü olmaya layık değil.
Trump ABD’si bir karar vermek zorunda: İsrail’e hayır derse kazanacağı bir dünya var. İsrail’e boyun eğmeye devam ederse, kaybedeceği Türkiye var ki, bu durumda dünya hakkında egemen söz söyleme kapasitesi (emperyal kapasitesi) tamamen körelir. İsrail’e itaat eden, dünyada egemen olamaz. Trump, Netanyahu’yu cesur bir şekilde durdurmalı; sadece dünya barışı için değil, Amerikan’ın emperyal yeteneklerinin körelmemesi için bu cesareti göstermeli.
Bahçeli, usturayı vurdu: Trump’ın ihtiyaç duyduğu cesaret Türkiye’den geçiyor ve Erdoğan New York’ta ona reddemeyeceği net bir teklif sunacak.
Gelecek yazıda Bahçeli’nin TRÇ İttifakı’ndan bahsederken neyi murad ettiğini tartışacağız. Şimdilik şunu yazayım: TRÇ ittifakı çıkışı ne Rusya’yla ilgilidir ne de Çin’le. Bu çıkışın muhatabı Türkiye’deki Avrasyacılardır.