“Lice yanmadı; yakıldı. Ve bu hakikat, susuldukça değil, konuşuldukça yaşayacak.”
1993’ün sonbaharıydı.
Bağ bozumu zamanıydı.
Her evde şıra kokusu, her sokakta “meşlul” telaşı vardı.
Çocuk sesleri bağlardan yankılanıyor, anneler kazanların başında sabırla kaynatıyordu üzüm suyunu.
Lice güzeldi o zamanlar; bulutları bile huzurlu görünürdü.
Ama rüzgârın taşıdığı dedikodular, kara bulutlardan daha ağırdı:
“Yakacaklar Liceyi… Yerle bir edecekler… Cezasını verecekler…”
Biz bu sözlerle büyüdük.
Çocukluk masumiyetinin içinde, ateşin kokusunu ezberledik.
Sonra gerçekten yaktılar.
Evleri, tarlaları, anıları…
Yangınlar içinde kalan Lice’de, insanlar evlerinden değil, hayatlarından kaçtı.
Kiminin adı “terörist”, kiminin kaderi “makbuz” kesilen bir ölüm oldu.
O gün, devletin en karanlık yüzü, bir ilçenin üzerine kapandı.
Ve o gün, bir general de öldürüldü: Bahtiyar Aydın.
Devletin içindeki kirli planların, itibar savaşlarının ortasında bir kurban seçildi.
Oysa o, bu savaşın anlamsızlığını görebilen ender isimlerdendi. TıpkıTurgut Özal ve Eşref Bitlis gibi.
Savaşa değil, barışa inanmıştı.
Ama barış bu topraklarda hep erken öldürülür.
Bahtiyar Aydın, o sabah denizi görmeyi, kızı Handan’a kavuşmayı düşlüyordu.
Bir baba, bir kız…
Bir ilçenin yangınına, bir babanın ölümü karıştı.
Kız, babasını beklerken; babası, kızının geleceğini korumak isterken vuruldu.
Ve o gün Lice’nin üzerine bir ateş daha düştü.
Bugün, o yangının üzerinden yıllar geçti.
Ama Lice hâlâ küllerinden konuşuyor.
O gün yakılan evlerin taşları, hâlâ birer tanık gibi susuyor.
Her yıl dönümünde, biz yeniden soruyoruz:
Kim yaktı Lice’yi?
Kim planladı o felaketi? Ve neden adalet hâlâ bu kadar uzakta?
Lice Katliamı, sadece bir ilçenin yakılması değil; bir halkın hafızasının, bir coğrafyanın vicdanının da yakılmasıydı.
Unutmamak, bir tercih değil, bir görevdir.
Çünkü unutanlar, aynı ateşi bir gün yeniden yaşar.
Bugün Lice’yi anmak, sadece geçmişi hatırlamak değil; hakikatin üstündeki külü üflemektir.
Bahtiyar Aydın’ı, Handan’ı, o yangında çocukluğunu kaybeden herkesi anıyoruz.
Ve bir kez daha yineliyoruz:
Gerçekleri saklayanlar değil, açıklayanlar bu ülkenin onurudur. Lice’nin yangını sönmedi; sadece adaletle sönecek!
Teşekkürler….
O gün orada olan değerli öğretmenim Mahmut Cantekin’in, çok yakında çıkacak şiir kitabında Lice’nin acısını ilmek ilmek taşıyan bu şiiri için kendisine minnettarım.
LİCE HÂLÂ BENİM İÇİMDE
Kulaklarımda top sesi,
Barut kokuyor elbisem…
Açsam kapatsam da gözlerimi,
Savaş manzarası bir görünüm,
Oturmuş göz bebeklerime…
Panzerler, tanklar,
Bütün gri renkli taşıtlar,
Girmişler kirpiklerimin arasına…
Ben ayrıldım Lice’den,
Lice hâlâ benim içimde…
Sağ elim,
Gömleğimin sol cebinde…
Bir çocuk da çağırsa beni,
Kimliğimi çıkarıyorum yeniden…
Yıpranmış yırtılmış kimliğimi,
Bekliyorum ne diyecekler…
Ben ayrıldım Lice’den,
Lice hâlâ benim içimde…
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Şiyar Kaymaz
Yangınlar İçinde Lice: Bir Hafızanın Küllerinden
“Lice yanmadı; yakıldı. Ve bu hakikat, susuldukça değil, konuşuldukça yaşayacak.”
1993’ün sonbaharıydı.
Bağ bozumu zamanıydı.
Her evde şıra kokusu, her sokakta “meşlul” telaşı vardı.
Çocuk sesleri bağlardan yankılanıyor, anneler kazanların başında sabırla kaynatıyordu üzüm suyunu.
Lice güzeldi o zamanlar; bulutları bile huzurlu görünürdü.
Ama rüzgârın taşıdığı dedikodular, kara bulutlardan daha ağırdı:
“Yakacaklar Liceyi… Yerle bir edecekler… Cezasını verecekler…”
Biz bu sözlerle büyüdük.
Çocukluk masumiyetinin içinde, ateşin kokusunu ezberledik.
Sonra gerçekten yaktılar.
Evleri, tarlaları, anıları…
Yangınlar içinde kalan Lice’de, insanlar evlerinden değil, hayatlarından kaçtı.
Kiminin adı “terörist”, kiminin kaderi “makbuz” kesilen bir ölüm oldu.
O gün, devletin en karanlık yüzü, bir ilçenin üzerine kapandı.
Ve o gün, bir general de öldürüldü: Bahtiyar Aydın.
Devletin içindeki kirli planların, itibar savaşlarının ortasında bir kurban seçildi.
Oysa o, bu savaşın anlamsızlığını görebilen ender isimlerdendi. TıpkıTurgut Özal ve Eşref Bitlis gibi.
Savaşa değil, barışa inanmıştı.
Ama barış bu topraklarda hep erken öldürülür.
Bahtiyar Aydın, o sabah denizi görmeyi, kızı Handan’a kavuşmayı düşlüyordu.
Bir baba, bir kız…
Bir ilçenin yangınına, bir babanın ölümü karıştı.
Kız, babasını beklerken; babası, kızının geleceğini korumak isterken vuruldu.
Ve o gün Lice’nin üzerine bir ateş daha düştü.
Bugün, o yangının üzerinden yıllar geçti.
Ama Lice hâlâ küllerinden konuşuyor.
O gün yakılan evlerin taşları, hâlâ birer tanık gibi susuyor.
Her yıl dönümünde, biz yeniden soruyoruz:
Kim yaktı Lice’yi?
Kim planladı o felaketi?
Ve neden adalet hâlâ bu kadar uzakta?
Lice Katliamı, sadece bir ilçenin yakılması değil; bir halkın hafızasının, bir coğrafyanın vicdanının da yakılmasıydı.
Unutmamak, bir tercih değil, bir görevdir.
Çünkü unutanlar, aynı ateşi bir gün yeniden yaşar.
Bugün Lice’yi anmak, sadece geçmişi hatırlamak değil; hakikatin üstündeki külü üflemektir.
Bahtiyar Aydın’ı, Handan’ı, o yangında çocukluğunu kaybeden herkesi anıyoruz.
Ve bir kez daha yineliyoruz:
Gerçekleri saklayanlar değil, açıklayanlar bu ülkenin onurudur.
Lice’nin yangını sönmedi; sadece adaletle sönecek!
Teşekkürler….
O gün orada olan değerli öğretmenim Mahmut Cantekin’in, çok yakında çıkacak şiir kitabında Lice’nin acısını ilmek ilmek taşıyan bu şiiri için kendisine minnettarım.
LİCE HÂLÂ BENİM İÇİMDE
Kulaklarımda top sesi,
Barut kokuyor elbisem…
Açsam kapatsam da gözlerimi,
Savaş manzarası bir görünüm,
Oturmuş göz bebeklerime…
Panzerler, tanklar,
Bütün gri renkli taşıtlar,
Girmişler kirpiklerimin arasına…
Ben ayrıldım Lice’den,
Lice hâlâ benim içimde…
Sağ elim,
Gömleğimin sol cebinde…
Bir çocuk da çağırsa beni,
Kimliğimi çıkarıyorum yeniden…
Yıpranmış yırtılmış kimliğimi,
Bekliyorum ne diyecekler…
Ben ayrıldım Lice’den,
Lice hâlâ benim içimde…