SON DAKİKA

#Hak

HABER DEĞER - Hak haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Hak haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

KILIÇDAROĞLU: CHP devletin âli menfaatleri için risk almak zorundadır Haber

KILIÇDAROĞLU: CHP devletin âli menfaatleri için risk almak zorundadır

Eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, X hesabından yayımladığı dikkat çekici mesajda Cumhuriyet Halk Partisi’nin tarihsel misyonuna ve Türkiye’nin dış politikadaki kritik konumuna dair dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Kılıçdaroğlu, CHP’nin hem temiz siyaset hem de devletin ali menfaatlerini koruma görevi gereği, özellikle Orta Doğu’da Türkiye’yi hedef alan tehlikelere karşı sorumluluk almak zorunda olduğunu belirtti. “CHP sıradan bir parti değildir” Kılıçdaroğlu açıklamasında CHP’nin, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu partisi olduğunun altını çizerek şunları söyledi: “Cumhuriyet Halk Partisi sıradan bir parti değildir. Partimizin kodları, geleneği ve iki büyük misyonu vardır. Birincisi siyaseti temiz tutmak ve hesap sormaktır. Hesap sorabilmek için de hesap vermekten kaçınmamak gerekir. Hesap vermek her CHP’linin namus borcudur.” Kılıçdaroğlu, CHP’nin rüşvet, yolsuzluk ve çıkar ağlarıyla yan yana gelmeyeceğini belirterek: “Cumhuriyet Halk Partisi rüşvetlerle, yolsuzluklarla ve rüşvet çarkının müteahhitleriyle anılmaz. Üzerine iftiralar ve yolsuzluk iddialarıyla yol alamaz. Derhal gereğini yapmalı ve yoluna devam etmelidir,” ifadelerini kullandı. “Devletin yönünü belirlemek CHP’nin görevidir” Kılıçdaroğlu konuşmasının ikinci bölümünde CHP’nin yalnızca iç siyasette değil, devletin dış politikadaki stratejik çizgisinde de sorumluluk sahibi olduğuna vurgu yaptı: “Cumhuriyet Halk Partisi devlete istikamet çizer. Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu’dan Asya’ya, Kafkaslardan Avrupa’ya, Altaylardan Tuna’ya söyleyecek sözü vardır.” “Orta Doğu’da bizi tökezletmek isteyen İsrail ve Amerika belasını bertaraf etmek zorundayız” Kılıçdaroğlu’nun açıklamasındaki en dikkat çeken bölüm ise Türkiye’nin dış politikadaki konumuna ve CHP’nin rolüne ilişkin ifadeler oldu: “Cumhuriyet Halk Partisi, Orta Doğu’da tökezlememizi bekleyen İsrail ve Amerika belasını bertaraf etmek ve devletin âli menfaatleri için sürecin içinde olmak zorundadır. Risk almalıdır ve konuya siyaset üstü bakarak elini taşın altına koymalıdır.” Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin tarihsel olarak bağ kurduğu bölgelerde yalnızlaştırılamayacağını, CHP’nin de bu süreçlerde millet adına sorumluluk üstlenmekle yükümlü olduğunu söyledi. “Tarihin doğru tarafında yer almak cesaret ister” Kılıçdaroğlu açıklamasının sonunda CHP’nin demokrasi, kardeşlik ve adalet mücadelesine devam edeceğini belirterek: “Tarihin doğru tarafında yer almak çoğu zaman cesaret ve kararlılık gerektirir. Aziz milletimize hak, hukuk ve adalet yürüyüşümüze devam edeceğiz,” ifadelerini kullandı.

Kasım Bulgan KYK ihmaline kurban gitti! Haber

Kasım Bulgan KYK ihmaline kurban gitti!

Türkiye’de üniversite öğrencilerinin barınma hakkı bir kez daha ölümle gündemde. Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Hemşirelik Bölümü son sınıf öğrencisi Kasım Bulgan (22), kaldığı Cebelibereket KYK Erkek Öğrenci Yurdu’nda sıcak su olmadığı için soğuk suyla duş aldıktan sonra kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi. Eğitim-İş Sendikası olayı “açık ihmal” olarak tanımlarken, yıllardır süren yurt sorunlarının gençlerin hayatını tehdit etmeye devam ettiğini vurguladı. “Sıcak su yoktu, ambulans bile yetersizdi” Eğitim-İş Osmaniye Şube Başkanı Adem Yücel, “27 Eylül sabahı sıcak su olmadığı için soğuk suyla duş almak zorunda kaldı. Ardından fenalaştı, kalbi durdu. Oda arkadaşları kalp masajı yaptı ama kurtarılamadı” dedi. Yücel, olayın sadece bir teknik arıza değil, sistematik bir ihmal olduğunu belirterek, “Ambulans ekipleri bile yolda öğrencilerden yardım istemek zorunda kaldı. Bu tablo, gençlerimizin yaşam hakkının göz göre göre hiçe sayıldığını gösteriyor” ifadelerini kullandı. KYK’da ölüme yol açan ihmal zinciri Kasım Bulgan’ın ölümü, KYK yurtlarındaki bitmeyen skandallara bir yenisini ekledi. Daha önce de pek çok öğrenci çalışmayan asansörler yüzünden yaşamını yitirmişti. İstanbul Güngören’de 2023’te asansör faciasında Zeren Ertaş hayatını kaybetmiş, Aydın ve Malatya’daki KYK yurtlarında da benzer kazalar yaşanmıştı. Elektrik çarpması, hijyen eksiklikleri, çöken tavanlar ve sürekli internet kesintileri, öğrencilerin yıllardır şikâyet ettiği sorunlar arasında yer alıyor. Çin’den klima bekleniyor, öğrenciler ölüyor Yurtta yapılan incelemelerde, merkezi sistemli klimaların arızalandığı ve Çin’den yenilerinin sipariş edildiği öğrenildi. Sıcak su sistemindeki arızaların ise aylardır devam ettiği ifade edildi. Eğitim-İş temsilcisi Yücel, “Öğrencilerin yaşamı ithal klimalara bağlanmış durumda. Asansör çalışmıyor, sıcak su yok, yemekler hijyensiz… Bu koşullarda eğitim değil, hayatta kalma mücadelesi veriliyor” dedi. “Öğrencilerin yaşam hakkı hiçe sayılıyor” Kasım Bulgan’ın ölümü sonrası öğrenciler yurt bahçesinde protesto düzenledi. Sendikalar, aileler ve öğrenciler, KYK yurtlarında süregelen sorunların artık istisna değil, bir yönetim anlayışının sonucu olduğuna dikkat çekiyor. Eğitim-İş, “Asansörlerden soğuk su krizine kadar her ihmal ölümle sonuçlanıyor. Bu ülkede gençlerin canı bu kadar ucuz olmamalı” diyerek çağrı yaptı. Kasım Bulgan’ın ölümü, tekil bir trajedi değil. Yıllardır çözülemeyen altyapı sorunları, bakımsızlık ve sorumsuzluk zincirinin yarattığı acı bir tablo. KYK yurtlarındaki her ölüm, aslında önlenebilir bir cinayet gibi hafızalara kazınıyor.

Kıbrıs’ta faşizm hortladı!  Haber

Kıbrıs’ta faşizm hortladı! 

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) alınan başörtüsü kararı, Türkiye’nin yakın tarihinde acı izler bırakan 28 Şubat dönemini anımsattı. Anayasa Mahkemesi, Bakanlar Kurulu’nun liselerde başörtüsünü serbest bırakan Disiplin Tüzüğü’nü iptal ederek, başörtülü genç kızların eğitim haklarının önüne yeni bir engel koydu. Karar, laiklik ilkesinin inanç özgürlüğü karşısında bir kalkan gibi kullanıldığını bir kez daha gözler önüne serdi. 28 Şubat zihniyetinin yansıması Türkiye’de 1997’de yaşanan postmodern faşist darbenin ardından, başörtülü öğrenciler okullardan atılmış, kılık kıyafet baskısı altında binlerce genç eğitim hakkından mahrum bırakılmıştı. Bugün KKTC’de alınan karar, aynı faşist zihniyetin tekrar hortladığını ortaya koyuyor. O dönemde “irtica” gerekçesiyle uygulanan yasaklar nasıl toplumda derin yaralar açtıysa, KKTC’deki bu karar da “28 Şubat karanlığını hatırlatan bir adım” olarak değerlendiriliyor. Rum kesiminde serbest, Türk kesiminde yasak Kararın en dikkat çekici boyutu ise Kıbrıs’ın güneyindeki uygulamalarla çelişmesi. Rum kesiminde öğrenciler başörtüsüyle eğitim alabiliyor, bu konu çoktan kapanmış durumda. Ancak Kuzey’de alınan yasak kararı, “laiklik” adı altında özgürlüklerin kısıtlandığı bir tabloyu ortaya koydu. Bu çelişki, KKTC’nin inanç özgürlüğü konusunda Güney’den dahi geri bir noktaya düşmesine yol açtı. Sendikanın sevinci, halkın öfkesi Başvuruyu yapan Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS) üyeleri, karar sonrası mahkeme önünde sloganlar atarak sevinç gösterileri düzenledi. Ancak toplumun geniş kesimleri bu tavrı tepkiyle karşıladı. Tepkilerde, “28 Şubat’ta öğrencileri okullardan kovan zihniyet bugün KKTC’de hortlatılıyor” yorumları öne çıktı. Bir hukuk kararı değil, özgürlüklere darbe Yüksek Mahkeme Başkanı Bertan Özerdağ’ın açıkladığı karar, sadece teknik bir hukuk değerlendirmesi değil; özgür düşünce ve inanç hakkı üzerinde yeni bir baskı olarak görülüyor. Türkiye’de yıllar süren mücadelenin ardından kaldırılan yasakların, KKTC’de yeniden gündeme gelmesi, “aynı karanlığın farklı bir versiyonu” yorumlarını beraberinde getirdi. Toplumun belleğinde aynı travma 28 Şubat sürecinde başörtülü gençlerin eğitimden koparıldığı, kamu görevlerinden uzaklaştırıldığı, sosyal hayatta dışlandığı günler hafızalarda tazeliğini koruyor. KKTC’deki karar ise bu travmanın, sınırların ötesinde yeniden yaşatıldığı algısını güçlendiriyor. Toplumun farklı kesimlerinden yükselen “bu sadece başörtüsü meselesi değil, inanç özgürlüğüne zincir vurma girişimidir” tepkileri de bunu doğrular nitelikte.

Ankara’da katledilen Başak Gürkan Arslan davasında ‘namus’ savunması Haber

Ankara’da katledilen Başak Gürkan Arslan davasında ‘namus’ savunması

5 yaşındaki çocuğunun önünde katledildi Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı 5’inci Ana Bakım Fabrika Müdürlüğü’nde mühendis olarak görev yapan Başak Gürkan Arslan, boşanma aşamasındaki eşi Barış Arslan ve kayınpederi Kudret Arslan ile konuşmak için gittiği evde çıkan tartışma sonucu bıçaklanarak öldürüldü. Cinayet, 5 yaşındaki kızının gözleri önünde gerçekleşti. Kudret Arslan ve oğlu Barış Arslan çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak Sincan Cezaevi’ne gönderildi. Kayınpederin ifadesi: “Bir anlık gözüm döndü” Kudret Arslan, savcılıktaki ifadesinde mal paylaşımı nedeniyle tartışma yaşandığını söyledi. Oğlunun olayla ilgisi olmadığını iddia eden Arslan, “Başak’ı oğlumu aldattığı için öldürdüm. Bir anlık gözüm döndü. Namusumu temizledim” dedi. Ailenin avukatından tepki Başak Gürkan Arslan’ın ailesinin avukatı Alperen Bektaş, tarafların anlaşmalı boşanma aşamasında olduklarını belirterek, “Hiçbir tazminat ya da nafaka talebi yoktu. Yalnızca çocuk için 500-600 TL’lik nafaka talebi vardı. Buna rağmen işlenen bu cinayet sapkın bir zihniyetin ürünüdür” dedi. “Planlı bir cinayet” Avukat Bektaş, Başak Gürkan Arslan’ın daha önce de şiddet gördüğüne dair bilgiler aldıklarını belirtti. Katliamın bir cinnet değil, planlı bir eylem olduğunu vurgulayan Bektaş, “Başak Hanım tek bir bıçak darbesiyle öldürülmedi. Vücudunda birden fazla darbe var. En ağır cezanın verilmesi için mücadele edeceğiz” diye konuştu.

Bahar Aksu cinayeti davasında karar çıktı Haber

Bahar Aksu cinayeti davasında karar çıktı

Karar duruşması yapıldı İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen karar duruşmasına, tutuklu sanıklar Rüstem Elibol, Aziz Başkan, Samet Salman ve Semih Yapar SEGBİS aracılığıyla katıldı. Duruşmada taraf avukatlarının yanı sıra Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı avukatı da yer aldı. Savcı: “suç tasarlanarak gerçekleştirildi” Cumhuriyet savcısı, esasa ilişkin mütalaasında, sanıkların Bahar Aksu’yu tasarlayarak öldürdüklerini ve birlikte hareket ettiklerini belirterek cezalandırılmalarını istedi. Ayrıca, sanık Rüstem Elibol’un ruhsatsız silah bulundurmak suçundan da cezalandırılması talep edildi. Anne en ağır cezayı talep etti Maktul Bahar Aksu’nun annesi Gülçin Küçüktorun, kızının uzun süre sanıklar tarafından takip edildiğini belirterek, “Hepsi bu suçu işledi. En ağır cezayı almalılar” dedi. Küçüktorun, ifadesi sırasında gözyaşlarını tutamadı. Sanıkların son sözleri Mahkeme heyetinin son sözlerini sorduğu sanıklardan Rüstem Elibol pişman olduğunu söylerken, diğer sanıklar suçlamaları kabul etmeyerek beraat talebinde bulundu. Ağırlaştırılmış müebbet ve ek cezalar Mahkeme heyeti, dört sanığı “tasarlayarak kasten öldürme” ve “birden fazla kişiyle birlikte silahla kişiyi hürriyetinden yoksun kılmaya teşebbüs” suçlarından ağırlaştırılmış müebbet ve ayrıca 4 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm etti. Sanık Rüstem Elibol ayrıca “ruhsatsız silah bulundurma” suçundan 2 yıl hapis ve 10 bin lira adli para cezası aldı.

Narin Güran dosyası: Bir çocuğun katledilişinin üzerinden bir yıl geçti Haber

Narin Güran dosyası: Bir çocuğun katledilişinin üzerinden bir yıl geçti

21 Ağustos’ta kayboldu, 8 Eylül’de bulundu Diyarbakır’ın merkez Bağlar ilçesinde yaşayan 8 yaşındaki Narin Güran, 21 Ağustos 2024 sabahı evinden çıktıktan sonra kayboldu. Ailesinin yaptığı kayıp ihbarının ardından başlayan aramalar günlerce sürdü. Tüm şehir seferber oldu, sosyal medyada “#NarinNerede” etiketi gündem oldu. Ancak umut yerini acıya bıraktı: 8 Eylül’de Eğertutmaz Deresi’nde bir çuval içinde Narin’in cansız bedeni bulundu. Yargı süreci tartışma yarattı Olayın ardından başlatılan soruşturmada aile fertleri de dahil olmak üzere 23 kişi gözaltına alındı, 12’si tutuklandı. Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davada anne Yüksel Güran, ağabey Enes Güran ve amca Salim Güran ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Komşuları Nevzat Bahtiyar ise yalnızca “delil karartma” suçundan 4 yıl 6 ay ceza aldı. Karar, yalnızca iki buçuk ayda açıklanmasıyla tartışma yarattı. 23 Ocak 2025’te yayımlanan 950 sayfalık gerekçeli kararda, cinayetin nedeni ve saikine dair net bir yanıt yer almadı. Bu durum, “adil yargılama” tartışmalarını büyüttü. “Hukuk mantığı tersyüz edildi” DEM Parti Milletvekili Sevilay Çelenk, Meclis’te yaptığı açıklamada dosyadaki hukuksuzluklara dikkat çekti. Çelenk’e göre, davada cinayeti işlediğine dair tek somut delil, Narin’in cansız bedenini dere kenarına taşıdığını itiraf eden kişinin ifadesiydi. Çelenk, “Bir şahıs yalnızca delil karartmadan ceza alırken, üç aile ferdine ağırlaştırılmış müebbet verilmesi, hukuk mantığının dünya üzerinde eşi benzeri görülmemiş biçimde tersyüz edilmesidir” dedi. Çelenk ayrıca, aileye yönelik önyargıların davada belirleyici hale geldiğini vurgulayarak, “Oralarda hep böyle olur” anlayışının yargı kararına sirayet ettiğini söyledi. Dava, sosyal medya spekülasyonlarıyla yürüdü Davanın en çok tartışılan boyutu, medyanın ve sosyal medyanın etkisi oldu. Çelenk, “Kararda medya dedikodularının belirleyici olduğunu görmek için hukukçu olmaya gerek yok” ifadelerini kullandı. Sosyal medyada davaya dair yapılan paylaşımlar, toplumun vicdanını ikiye böldü. Kimileri aileyi suçlarken kimileri masumiyetlerini savundu. Bu tablo, hem yargıyı hem de toplumsal algıyı gölgeledi. Gazeteci Faruk Bildirici davayı “bir medya mahkemesi” olarak tanımladı. Acılı babadan çarpıcı sözler Cinayetin birinci yılında baba Arif Güran, toplum önünde konuştu. “Bir vahşi kızımı katletti ama mahkeme ailemi diri diri gömdü. Bir katilin sözüyle resmen ceza verdiler” sözleriyle yargıya tepkisini dile getirdi. Güran, aile olarak toplumdan dışlandıklarını belirterek, “Dünyaya bakış açımız gitti, artık toplumun içine bile giremiyoruz. 80 milyon insan kızımıza sahip çıktı ama ailemizi yok ettiler” dedi. Yargıtay’daki hızlı incelemeye de tepki gösteren baba Güran, “19 günde 19 klasör nasıl okunur? Mahkemeler artık sosyal medya üzerinden karar veriyor” ifadelerini kullandı. Uluslararası hukuka aykırılıklar Sevilay Çelenk’in açıklamalarına göre davada masumiyet karinesi ihlal edildi, delilsiz mahkûmiyetler söz konusu oldu ve taraflar kendi aleyhlerine tanıklığa zorlandı. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde tanımlanan adil yargılanma hakkı ve BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin masumiyet karinesi açıkça çiğnendi. Dava dosyasında belirsizlikler devam ediyor Narin’in ölümünün üzerinden bir yıl geçti. Ancak cinayetin nedeni hâlâ aydınlatılamadı. Mahkeme kararları delillerin yetersizliği nedeniyle tartışmalı bulunuyor. Sosyal medyanın ve medyanın rolü, adalet arayışını gölgelemeye devam ediyor. Bugün, Narin’in ailesi mezarı başında Mevlid-i Şerif okutacak ve kızları için bir anma yemeği verecek. Ancak toplumun zihninde hâlâ aynı soru yankılanıyor: “Bir çocuk öldürüldü ama hakikat ortaya çıktı mı, yoksa hâlâ sis perdesinin altında mı kaldı?”

Ekrem İmamoğlu’ndan sahte diplomalarla ilgili: Asıl sorun adaletsizlik Haber

Ekrem İmamoğlu’ndan sahte diplomalarla ilgili: Asıl sorun adaletsizlik

Ekrem İmamoğlu, yaptığı yazılı açıklamada Türkiye’deki sahte diploma krizine dikkat çekerek, “Sahte diplomalar e‑Devlet’e sahte e‑imzayla kaydedilmiş, kimsenin haberi bile olmamış. Skandalın boyutları korkutucu ama iktidar için varsa yoksa benim diplomam ve Cumhurbaşkanlığı adaylığım” ifadelerini kullandı. Ayrıca yargıya yönelik eleştirilerini sürdürerek, bu krizin arkasında yatan esas sorunun “adaletsizlik” olduğunu vurguladı. Sahte diploma olayı nedir? Türkiye’de son dönemde kamuoyunu sarsan bir sahte diploma çetesi skandalı gündeme geldi. Ankara merkezli çete, devletin çeşitli kademelerinde kullanılmak üzere gerçek gibi görünen sahte diploma ve sürücü belgeleri üretmekle suçlanıyor. Savcılık tarafından hazırlanan iddianameye göre; Çete üyeleri, e-Devlet sistemine sahte e-imza kullanarak diploma kaydı yapabiliyorlardı. Sahte diplomalar lise, önlisans, lisans ve yüksek lisans düzeyinde hazırlanıyor ve 80 bin ila 120 bin TL arasında ücretlerle satılıyordu. Skandalın en çarpıcı yönlerinden biri ise; depremde hayatını kaybeden kişilerin kimlik bilgilerinin bile kullanılmış olmasıydı. Şüphelilerin, kamu kurumlarının üst düzey yöneticilerinin elektronik imzalarını kopyalayarak işlem yaptıkları da ortaya çıktı. Yapılan operasyonlar sonucunda çok sayıda kişi gözaltına alındı, bazı kamu görevlileri açığa alındı ve soruşturma genişletildi. Olay, yalnızca bireysel sahtecilik değil; kamu sistemine sızan organize bir suç yapılanması olarak değerlendiriliyor. Ekrem İmamoğlu’na ne oldu? İmamoğlu’nun diploması, Girne Amerikan Üniversitesi’nden yatay geçişle İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne geçişinin usulsüz olduğu gerekçesiyle tartışma konusu oldu.İstanbul Üniversitesi, 18 Mart 2025 tarihinde İmamoğlu da dahil 28 kişinin diplomasını “açık hata ve yokluk nedeniyle” iptal etti. Bunun ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, “zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik” suçlamasıyla dosya açtı ve İmamoğlu için 2 yıl 6 aydan 8 yıl 9 aya kadar hapis ile siyasi yasak talep etti. İddianamede, İmamoğlu’nun bu diplomayı yüksek lisans başvurusunda, askerlik işlemlerinde ve seçimlerde kullanarak haksız avantaj sağladığı ileri sürülüyor. Diploma iptalinin ardından İmamoğlu 19 Mart 2025’te gözaltına alındı; 23 Mart’ta tutuklandı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı sıfatıyla görevden alındı. Aynı gün CHP onu cumhurbaşkanı adayı olarak duyurdu.Tutuklama kararı sonrası hem yurt içinde hem uluslararası alanda sert eleştiriler yapıldı; birçok kişi bu süreci “darbe” ya da “otoriterleşme adımı” olarak nitelendirdi. İmamoğlu ile bağlantılı soruşturma ve davalar halen devam ediyor; kendisi diploma iptaline karşı yargı yoluna başvurmuş durumda. Ekrem İmamoğlu, sahte diplomalar meselesini sadece kendi vaka çerçevesinde değerlendirmiyor; sistemsel bir adaletsizlik hastalığı olarak görüyor. “Yargının halkın seçtiği başkanın hakkını engellemekle meşgul olduğuna” işaret ediyor ve sahtecilik ile yozlaşmanın son bulacağı bir dönemin yakın olduğuna dair umutlu mesaj veriyor. İktidarın gündeminin kendisi ve adaylığı çevresinde şekillendirilmesine tepki gösterirken, Türkiye’de hukuksuzlukla mücadelenin güçlü bir siyasi vaat olarak ön plana çıktığını belirtiyor

TÜRK-İŞ resti çekti: 500 kurumda grev başlıyor! Haber

TÜRK-İŞ resti çekti: 500 kurumda grev başlıyor!

TÜRK-İŞ Konfederasyonu, 2025 ve 2026 yıllarını kapsayan Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü görüşmelerinde hükümetle uzlaşma sağlanamaması üzerine grev kararı aldı. İlk grev ilanı, Karayolları Genel Müdürlüğü'ne (KGM) asıldı. Yaklaşık 500 kamu kurumunda daha grev ilanlarının yayımlanacağı bildirildi. TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün Atalay, Türk-İş Genel Merkezi önünde yaptığı açıklamada, “Taleplerimize kulak tıkayanlara karşı mücadelemizi büyütüyoruz” dedi. Görüşmeler tıkandı, grev süreci başladı Yaklaşık 600 bin kamu işçisini ilgilendiren protokolde özellikle ücret artışı ve sosyal haklar konusunda taraflar ortak zeminde buluşamadı. Görüşmelerin bir kez daha sonuçsuz kalması üzerine grev süreci resmen başlatıldı. İşçilerden öfkeli protesto TÜRK-İŞ Genel Merkezi önünde toplanan maden işçileri, alınan grev kararını destekleyerek baretlerini yere vurarak protesto gerçekleştirdi. Alanda sık sık şu sloganlar duyuldu: “Şimşek elini cebimizden çek!” “İş, emek yoksa barış da yok!” “Birleşe birleşe kazanacağız!” “Gemileri yaktık, geri dönüş yok!” 500 kurumda grev ilanı yayımlanacak Konfederasyon, grev kararının takvime uygun şekilde ülke genelindeki yaklaşık 500 kamu kurumuna asılacağını ve işyerlerinde örgütlenme faaliyetlerinin yoğunlaşacağını bildirdi. Grev uygulama süreci ve detayların önümüzdeki günlerde paylaşılması bekleniyor.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.