Afganistan, yeryüzünün en zengin maden yataklarına, bakir doğal kaynaklarına ve stratejik bir coğrafi konuma sahip ülkelerden biridir. Altın, bakır, lityum, kömür, petrol… liste uzayıp gidiyor. Fakat ne acıdır ki bu zenginlik, Afganistan halkına refah, özgürlük ya da istikrar değil, yoksulluk, kaos ve dışa bağımlılık getirdi. Çağdaş tarihi boyunca Afganistan hep dış yardıma muhtaç kaldı.
Bir ülkenin sahip olduğu kaynaklar ne kadar değerli olursa olsun, eğer siyasi düzeni sağlam değilse, bu zenginlikler halkına fayda getirmez. Afganistan’ın hikâyesi de tam olarak budur.
Her şeyden önce, Afganistan hiçbir zaman gerçek anlamda ulusal egemenlik tesis edemedi. Bağımsızlık kâğıt üzerinde vardı belki ama pratikte hep birilerinin nüfuzu altında kaldı. Hiçbir hükümet, bütün milletleri kapsayan eşitlikçi bir düzen kurmayı başaramadı. İktidar, hep belli bir etnik ya da ideolojik grubun elinde toplandı. Geri kalanlar dışlandı, ötekileştirildi. Bu da toplumsal bölünmeleri derinleştirdi, güven ortamını yok etti.
Ülkenin talihsizliği bununla sınırlı kalmadı. Afganistan, 20. yüzyıldan bu yana bitmek bilmeyen iç savaşların ve dış müdahalelerin arenası oldu. Sovyetler’den İngiltere’ye, Amerikalılardan Pakistan ve İran’a, bugünse Çinlilere kadar birçok güç, Afganistan’ın stratejik konumunu ve kaynaklarını kendi çıkarları için kullandı. Zengin madenler kazıldı, petrol ve kömür işletildi, milyarlarca dolar değerinde rezervler yabancı şirketler tarafından çıkarıldı ama gelir Afganistan halkının cebine hiç inmedi. Halk, kendi toprağından çıkan servete yabancı kaldı.
Buna ek olarak Afganistan’ın doğal kırılganlıkları da tabloyu ağırlaştırdı. Depremler, kuraklıklar, verimsiz tarım ve kırılgan bir ekonomi, halkı her gün yeni bir yoksulluk döngüsüne sürüklüyor. Başkent Kabil’in hâlâ elektrik için komşularına bağımlı olması, tarımda modern sulama tekniklerinin uygulanmaması, yer altı su kaynaklarının hoyratça tüketilmesi bunun en çarpıcı göstergeleridir. Bu tablo, ülkenin sadece dışa değil, kendi içinde de nasıl yönetim zafiyetleri yaşadığını ortaya koyuyor.
Elbette son perde Taliban dönemi. Dört yıl geçti ama Afganistan hâlâ siyasi ve ekonomik bir çıkmazda. Seçim yok, siyasi özgürlükler yok, basın susturulmuş, toplumun büyük kesimi yönetime katılamıyor. Kadınların eğitimden ve kamusal yaşamdan dışlanması ise yalnızca insan hakları değil, aynı zamanda ülkenin geleceği açısından da büyük bir yıkımdır. Çünkü yarısını dışladığınız bir toplumun ilerlemesi mümkün değildir. Güç, tek bir grubun, hatta tek bir kişinin elinde toplanmış durumda.
Oysa Afganistan’ın kurtuluş yolu belli. Bu ülkenin gerçek anlamda ayağa kalkması için kapsayıcı, ulusal bir düzen ve hesap verebilir bir siyasi sistem gerekiyor. Ulusal iradenin tecelli ettiği, halkın söz sahibi olduğu, şeffaf ve adil bir yönetim kurulmadan hiçbir şey değişmeyecek. Aksi takdirde, ülke elindeki zenginliklere rağmen hep başkalarının insafına muhtaç kalacaktır.
Tarih bize şunu defalarca gösterdi: Gerçek bağımsızlık, altın madenlerinde değil, halkın iradesinde saklıdır. Afganistan’ın kaderi, dış güçlerin hesaplarında değil, kendi halkının birlik olma iradesinde gizlidir. Eğer bu irade ortaya çıkmazsa, ne lityumun değeri ne de petrolün varlığı halkın yaşamını değiştirecektir. Afganistan, bir kez daha “zengin ama yoksul” kalmaya mahkûm olacaktır.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ahmet Cavit Obayd
Afganistan zengin ama daima muhtaç bir ülke!
Afganistan, yeryüzünün en zengin maden yataklarına, bakir doğal kaynaklarına ve stratejik bir coğrafi konuma sahip ülkelerden biridir. Altın, bakır, lityum, kömür, petrol… liste uzayıp gidiyor. Fakat ne acıdır ki bu zenginlik, Afganistan halkına refah, özgürlük ya da istikrar değil, yoksulluk, kaos ve dışa bağımlılık getirdi. Çağdaş tarihi boyunca Afganistan hep dış yardıma muhtaç kaldı.
Bir ülkenin sahip olduğu kaynaklar ne kadar değerli olursa olsun, eğer siyasi düzeni sağlam değilse, bu zenginlikler halkına fayda getirmez. Afganistan’ın hikâyesi de tam olarak budur.
Her şeyden önce, Afganistan hiçbir zaman gerçek anlamda ulusal egemenlik tesis edemedi. Bağımsızlık kâğıt üzerinde vardı belki ama pratikte hep birilerinin nüfuzu altında kaldı. Hiçbir hükümet, bütün milletleri kapsayan eşitlikçi bir düzen kurmayı başaramadı. İktidar, hep belli bir etnik ya da ideolojik grubun elinde toplandı. Geri kalanlar dışlandı, ötekileştirildi. Bu da toplumsal bölünmeleri derinleştirdi, güven ortamını yok etti.
Ülkenin talihsizliği bununla sınırlı kalmadı. Afganistan, 20. yüzyıldan bu yana bitmek bilmeyen iç savaşların ve dış müdahalelerin arenası oldu. Sovyetler’den İngiltere’ye, Amerikalılardan Pakistan ve İran’a, bugünse Çinlilere kadar birçok güç, Afganistan’ın stratejik konumunu ve kaynaklarını kendi çıkarları için kullandı. Zengin madenler kazıldı, petrol ve kömür işletildi, milyarlarca dolar değerinde rezervler yabancı şirketler tarafından çıkarıldı ama gelir Afganistan halkının cebine hiç inmedi. Halk, kendi toprağından çıkan servete yabancı kaldı.
Buna ek olarak Afganistan’ın doğal kırılganlıkları da tabloyu ağırlaştırdı. Depremler, kuraklıklar, verimsiz tarım ve kırılgan bir ekonomi, halkı her gün yeni bir yoksulluk döngüsüne sürüklüyor. Başkent Kabil’in hâlâ elektrik için komşularına bağımlı olması, tarımda modern sulama tekniklerinin uygulanmaması, yer altı su kaynaklarının hoyratça tüketilmesi bunun en çarpıcı göstergeleridir. Bu tablo, ülkenin sadece dışa değil, kendi içinde de nasıl yönetim zafiyetleri yaşadığını ortaya koyuyor.
Elbette son perde Taliban dönemi. Dört yıl geçti ama Afganistan hâlâ siyasi ve ekonomik bir çıkmazda. Seçim yok, siyasi özgürlükler yok, basın susturulmuş, toplumun büyük kesimi yönetime katılamıyor. Kadınların eğitimden ve kamusal yaşamdan dışlanması ise yalnızca insan hakları değil, aynı zamanda ülkenin geleceği açısından da büyük bir yıkımdır. Çünkü yarısını dışladığınız bir toplumun ilerlemesi mümkün değildir. Güç, tek bir grubun, hatta tek bir kişinin elinde toplanmış durumda.
Oysa Afganistan’ın kurtuluş yolu belli. Bu ülkenin gerçek anlamda ayağa kalkması için kapsayıcı, ulusal bir düzen ve hesap verebilir bir siyasi sistem gerekiyor. Ulusal iradenin tecelli ettiği, halkın söz sahibi olduğu, şeffaf ve adil bir yönetim kurulmadan hiçbir şey değişmeyecek. Aksi takdirde, ülke elindeki zenginliklere rağmen hep başkalarının insafına muhtaç kalacaktır.
Tarih bize şunu defalarca gösterdi: Gerçek bağımsızlık, altın madenlerinde değil, halkın iradesinde saklıdır. Afganistan’ın kaderi, dış güçlerin hesaplarında değil, kendi halkının birlik olma iradesinde gizlidir. Eğer bu irade ortaya çıkmazsa, ne lityumun değeri ne de petrolün varlığı halkın yaşamını değiştirecektir. Afganistan, bir kez daha “zengin ama yoksul” kalmaya mahkûm olacaktır.