13–24 Haziran 2025 tarihleri arasında yaşanan silahlı çatışmaların ardından İran’da yaşayan milyonlarca Afganistan vatandaşı, herhangi bir ön hazırlık yapılmaksızın ve onur kırıcı muamelelere maruz bırakılarak sınır dışı edilmektedir. Bu durum hem insani hem de hukuki açıdan ciddi bir adaletsizliğe işaret etmektedir.
İran devleti, toplumsal düzeni koruma adına kendi vatandaşlarını denetlemek için harcadığı zaman ve kaynakları, uluslararası güvenlik tehditlerine yönlendirseydi, muhtemelen savunma zafiyetleri bu denli belirgin hale gelmezdi. Ulusal kaynakların, toplumu kontrol etmek amacıyla aşırı merkeziyetçi sistemler içinde kullanılması, dış tehditler karşısında ülkeleri savunmasız bırakabilmektedir.
Gelinen noktada İran yönetimi, dış tehdit algısını geri planda bırakarak, mülteci konumundaki Afganları birincil “TEHDİT UNSURU” olarak konumlandırmıştır. Toplumsal sorunların (ekonomik daralma, işsizlik, konut sıkıntısı vb.) temel sorumlusu olarak göçmenlerin gösterilmesi hem sosyolojik hem de etik açıdan sorunludur. Oysa İran’daki birçok altyapı ve tarımsal faaliyet, göçmen işgücü tarafından ayakta tutulmaktadır.
Göçmenlerin toplumda suçlu ve tehlikeli bireyler olarak etiketlenmesi, yalnızca önyargıların pekişmesine değil, aynı zamanda yabancı düşmanlığının kurumsallaşmasına da zemin hazırlamaktadır. İran Meclisi'nde İlam Temsilcisi Sayın Sara Fallahi tarafından yapılan, göçmenleri hedef alan söylem, bu durumun açık bir göstergesidir. Fallahi'nin ifadeleri yalnızca hakaret içermekle kalmayıp, aynı zamanda milyonlarca insanı potansiyel tehdit olarak kodlayan dışlayıcı bir bakış açısını yansıtmaktadır. Daha da kaygı verici olan ise, bu konuşmaya karşı Meclis'teki 340 temsilciden hiçbirinin açık bir itirazda bulunmamasıdır.
Meclis Başkanı Sayın Muhammed Bakır Kalibaf’ın bu tür söylemleri destekleyici veya en azından sessiz kalarak zımni onay verici tutumu, siyasal iklimin göçmen karşıtlığı üzerinden şekillendiğini göstermektedir. Kalibaf’ın daha önce Afganistan sınırına duvar inşa edilmesi yönündeki önerisi de bu çizginin bir uzantısıdır. Ayrıca, göçmen karşıtı söylemlerin medya ve akademik çevrelerde de güç kazandığı görülmektedir. Dr. Hassam Salamat’ın rasyonel ve bilimsel karşı argümanlarına rağmen, Kasaizadeh ve Salar Seyfeddin gibi isimlerin istatistiksel verileri manipüle ederek kamuoyunda göçmen karşıtı bir hava yaratmaya çalışmaları bu durumu pekiştirmektedir. Dr. Salamat’ın bu yaklaşımları cesurca eleştirmesi, ifade özgürlüğünün ve bilimsel tarafsızlığın hâlâ tamamen ortadan kalkmadığını göstermesi açısından önemlidir.
İran yönetiminin göçmen karşıtı politikalarının arka planında sadece güvenlik ve ekonomik kaygılar değil, aynı zamanda ideolojik ve mezhepsel farklılıklar da rol oynamaktadır. Taliban yönetiminin Afganistan’daki Şii azınlıklara yönelik baskıları, İran'daki Şii siyasi elitin tutumunu daha da katılaştırmaktadır.
Sonuç olarak, göçmenlere yönelik zorla sınır dışı etme uygulamaları, ayrımcı söylemler ve kurumsal ırkçılık, yalnızca İran'ın uluslararası imajına zarar vermekle kalmayıp, aynı zamanda bölgesel istikrarsızlığı da körüklemektedir. Meclisteki göçmen karşıtı söylemler, yalnızca iç kamuoyunu değil, İran ile Afgan halkı arasındaki tarihsel ve kültürel bağları da zedeleme potansiyeline sahiptir. Bu bağlamda, siyasal aktörlerin daha sorumlu, kapsayıcı ve insan haklarına dayalı bir dil kullanmaları elzemdir.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ahmet Cavit Obayd
İran’da Yabancı Düşmanlığı ve Etnik Ayrımcılık
İran’da Yabancı Düşmanlığı ve Etnik Ayrımcılık
13–24 Haziran 2025 tarihleri arasında yaşanan silahlı çatışmaların ardından İran’da yaşayan milyonlarca Afganistan vatandaşı, herhangi bir ön hazırlık yapılmaksızın ve onur kırıcı muamelelere maruz bırakılarak sınır dışı edilmektedir. Bu durum hem insani hem de hukuki açıdan ciddi bir adaletsizliğe işaret etmektedir.
İran devleti, toplumsal düzeni koruma adına kendi vatandaşlarını denetlemek için harcadığı zaman ve kaynakları, uluslararası güvenlik tehditlerine yönlendirseydi, muhtemelen savunma zafiyetleri bu denli belirgin hale gelmezdi. Ulusal kaynakların, toplumu kontrol etmek amacıyla aşırı merkeziyetçi sistemler içinde kullanılması, dış tehditler karşısında ülkeleri savunmasız bırakabilmektedir.
Gelinen noktada İran yönetimi, dış tehdit algısını geri planda bırakarak, mülteci konumundaki Afganları birincil “TEHDİT UNSURU” olarak konumlandırmıştır. Toplumsal sorunların (ekonomik daralma, işsizlik, konut sıkıntısı vb.) temel sorumlusu olarak göçmenlerin gösterilmesi hem sosyolojik hem de etik açıdan sorunludur. Oysa İran’daki birçok altyapı ve tarımsal faaliyet, göçmen işgücü tarafından ayakta tutulmaktadır.
Göçmenlerin toplumda suçlu ve tehlikeli bireyler olarak etiketlenmesi, yalnızca önyargıların pekişmesine değil, aynı zamanda yabancı düşmanlığının kurumsallaşmasına da zemin hazırlamaktadır. İran Meclisi'nde İlam Temsilcisi Sayın Sara Fallahi tarafından yapılan, göçmenleri hedef alan söylem, bu durumun açık bir göstergesidir. Fallahi'nin ifadeleri yalnızca hakaret içermekle kalmayıp, aynı zamanda milyonlarca insanı potansiyel tehdit olarak kodlayan dışlayıcı bir bakış açısını yansıtmaktadır. Daha da kaygı verici olan ise, bu konuşmaya karşı Meclis'teki 340 temsilciden hiçbirinin açık bir itirazda bulunmamasıdır.
Meclis Başkanı Sayın Muhammed Bakır Kalibaf’ın bu tür söylemleri destekleyici veya en azından sessiz kalarak zımni onay verici tutumu, siyasal iklimin göçmen karşıtlığı üzerinden şekillendiğini göstermektedir. Kalibaf’ın daha önce Afganistan sınırına duvar inşa edilmesi yönündeki önerisi de bu çizginin bir uzantısıdır. Ayrıca, göçmen karşıtı söylemlerin medya ve akademik çevrelerde de güç kazandığı görülmektedir. Dr. Hassam Salamat’ın rasyonel ve bilimsel karşı argümanlarına rağmen, Kasaizadeh ve Salar Seyfeddin gibi isimlerin istatistiksel verileri manipüle ederek kamuoyunda göçmen karşıtı bir hava yaratmaya çalışmaları bu durumu pekiştirmektedir. Dr. Salamat’ın bu yaklaşımları cesurca eleştirmesi, ifade özgürlüğünün ve bilimsel tarafsızlığın hâlâ tamamen ortadan kalkmadığını göstermesi açısından önemlidir.
İran yönetiminin göçmen karşıtı politikalarının arka planında sadece güvenlik ve ekonomik kaygılar değil, aynı zamanda ideolojik ve mezhepsel farklılıklar da rol oynamaktadır. Taliban yönetiminin Afganistan’daki Şii azınlıklara yönelik baskıları, İran'daki Şii siyasi elitin tutumunu daha da katılaştırmaktadır.
Sonuç olarak, göçmenlere yönelik zorla sınır dışı etme uygulamaları, ayrımcı söylemler ve kurumsal ırkçılık, yalnızca İran'ın uluslararası imajına zarar vermekle kalmayıp, aynı zamanda bölgesel istikrarsızlığı da körüklemektedir. Meclisteki göçmen karşıtı söylemler, yalnızca iç kamuoyunu değil, İran ile Afgan halkı arasındaki tarihsel ve kültürel bağları da zedeleme potansiyeline sahiptir. Bu bağlamda, siyasal aktörlerin daha sorumlu, kapsayıcı ve insan haklarına dayalı bir dil kullanmaları elzemdir.