SON DAKİKA

#Hikmet Kıvılcımlı

HABER DEĞER - Hikmet Kıvılcımlı haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Hikmet Kıvılcımlı haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Bir Ömürlük Direniş: Hikmet Kıvılcımlı’nın Ölümünün 54. Yılında Kıvılcım Sönmedi Haber

Bir Ömürlük Direniş: Hikmet Kıvılcımlı’nın Ölümünün 54. Yılında Kıvılcım Sönmedi

Bir İmparatorluğun En Karanlık Sonbaharında Doğan Devrimci 1902 yılında Priştine’de doğduğunda Osmanlı hâlâ ayaktaydı. Balkan Savaşları, İkinci Meşrutiyet, işgaller… Hikmet Kıvılcımlı çocukluğunu imparatorluğun yıkılışına, gençliğini ise yeni bir cumhuriyetin doğuşuna tanıklık ederek geçirdi. Kuşadası’nda başladığı eğitimini Muğla İdadisi’nde sürdürdü; ancak Mütareke Dönemi’nin karanlık günlerinde silahı eline alarak Kuva-yı Milliye’ye katıldı. Genç yaşta “mücadele” kelimesinin anlamını cephede öğrendi. O yıllarda Menteşe Gazetesi’nde yazdığı yazılar, kaleminin ilk kıvılcımlarıydı. Tıbbiyeli Bir Komünistin Doğuşu İstanbul’a geldiğinde yolu Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’ye, yani bugünkü İstanbul Tıp Fakültesi’ne düştü. Kıvılcımlı, burada tıptan çok ideolojiyle ilgilenmeye başladı. Dr. Şefik Hüsnü ve Burhan Asaf Belge’nin etkisiyle Marksizm’le tanıştı; kısa süre içinde Türkiye Komünist Partisi’nin en genç üyelerinden biri oldu. 1925’te tıp eğitimini tamamladı, aynı yıl 1 Mayıs bildirileri nedeniyle tutuklandı. Bu, ömrünün geri kalanında sürecek olan uzun bir hapishane–yazı–direniş döngüsünün başlangıcıydı. Zindanlarda Doğan Bir Fikir: “Kızıl Doktor” Kıvılcımlı toplam 22 yılını cezaevlerinde geçirdi. Ancak bu yıllar, onu susturmadı; aksine “Kızıl Doktor” efsanesini yarattı. Zindanda gazete çıkardı, Marx ve Engels çevirileri yaptı, mahkûmlara ekonomi ve tarih dersleri verdi. Cumhuriyet’in ilk yıllarında TKP içindeki hizip tartışmalarına karıştı, Nazım Hikmet ve Kerim Sadi’yle fikir çatışmalarına girdi. Kimi zaman sert, kimi zaman ironik üslubuyla, dönemin sol çevrelerinde hem korkulan hem saygı duyulan bir figürdü. Yasaklı Kitapların Yazarı, Bitmeyen Bir Kalem 1930’lar ve 40’larda Marksizm Bibliyoteği, Kıvılcım Kütüphanesi, Emekçi Kütüphanesi gibi yayınevleri kurdu. Karl Marx’ın Kapital’ini Türkçeye çevirmeye başladı; sansüre uğradı, kitapları toplatıldı, ama “Kaç kitabımız sansürde, kaçını baskında kayboldu, biz bile unuttuk” diyerek mücadeleyi sürdürdü. Yazdıkları yalnızca politik değildi. Fetih ve Medeniyet adlı eserinde İstanbul’un fethini, Avrupa’ya medeniyetin geçişi olarak yorumladı; “tarih”i, ideolojik bir silah değil, insanlığın ortak hikâyesi olarak ele aldı. Vatan Partisi’nden Sosyalist Gazeteye: Bitmeyen Arayış 1954’te Vatan Partisi’ni kurdu. Bu partide amaç, işçi sınıfını temsil etmekti ama o dönem Türkiye’de sol siyaset nefes bile almakta zorluk çekiyordu. Parti 1957’de kapatıldı, Kıvılcımlı bir kez daha tutuklandı. 1960’larda özgürlük ortamı genişlediğinde yeniden ortaya çıktı. Yön, MDD, TİP gibi hareketlerin hiçbirine tam olarak yakın olmadı; onları “eksik devrimciler” olarak tanımladı. Kendi düşüncesini “İkinci Kuvayı Milliye” olarak adlandırdı. Bu dönemde Tarihsel Maddecilik Yayınlarını ve Sosyalist Gazetesi’ni kurdu. Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi, Tarih-Devrim-Sosyalizm ve Toplum Biçimlerinin Gelişimi gibi eserlerini kaleme aldı. Tarih Tezi: Türkiye’ye Özgü Bir Sosyalizm Arayışı Kıvılcımlı, yalnızca bir ideolog değil, bir tarih filozofuydu. Ona göre tarihin iki evresi vardı: Yazısız Tarih (barbarlık dönemi) ve Yazılı Tarih (medeniyet dönemi). “Barbar” kelimesini olumsuz değil, devrimci bir güç olarak yorumladı: “Barbarlar olmasaydı, medeniyet kendini yenileyemezdi.” Toplumları “bitkisel” ve “hayvansal medeniyetler” olarak sınıflandırarak, tarihsel ilerlemenin organik bir süreç olduğunu savundu. Marx, Engels, İbni Haldun, Rousseau ve Toynbee gibi isimlerden etkilenirken, “Türk toplumunu Batı’nın kopyası olmayan bir modelle çözümlemeye” çalıştı. Sürgün, Hastalık ve Son Yolculuk 12 Mart 1971 muhtırasının ardından gözaltına alınmak istenince yurt dışına kaçtı. Kıbrıs, Suriye, Lübnan derken Paris’e geçti; ancak hiçbir sosyalist ülke onu kabul etmedi. Bulgaristan ve SSCB kapılarını kapatmıştı. TKP bile onu partiden ihraç etti. Sonunda Yugoslavya lideri Tito’ya bir mektup yazarak doğduğu topraklara dönmek istediğini anlattı. Tito bu isteği kabul etti. Kıvılcımlı, Belgrad’da kanser tedavisi görürken 11 Ekim 1971’de hayatını kaybetti. Bir Fikir Adamının Ardından: Hâlâ Konuşuluyor Hikmet Kıvılcımlı, ardında yaklaşık 50 bin sayfayı bulan bir külliyat ve onlarca takma adla yayımlanmış eser bıraktı. O, Türkiye’de sosyalizmin “kopya değil, yerli bir damar” olarak yeşermesi gerektiğini savundu. Bugün, düşünceleri yalnızca politik çevrelerde değil; tarih, sosyoloji ve felsefe alanlarında da yeniden okunuyor. “Tarih bir laboratuvarsa, insan onun içindeki deneydir.” Kıvılcımlı’nın bu sözü, onun fikir dünyasının özetidir: İnsan değişirse, tarih de değişir. Kızıl Doktor’un Mirası Bugün, ölümünün 54. yılında Hikmet Kıvılcımlı’yı yalnızca bir “komünist lider” olarak değil, düşüncenin cesaretle buluştuğu bir aydın olarak anıyoruz. O, fikirlerini hiçbir otoriteye teslim etmeden, kalemiyle inşa ettiği dünyada hâlâ yaşamaya devam ediyor.

Hikmet Kıvılcımlı'nın tarihi Eyüp Sultan konuşması Haber

Hikmet Kıvılcımlı'nın tarihi Eyüp Sultan konuşması

Türkiye'de Sosyalizm'in en büyük savunucularından Hikmet Kıvılcımlı'nın Eyüp Sultan'da yaptığı tarihi konuşma. Muhterem Vatandaşlarım! Sevgili İşçi kardeşlerim!Bugün, Müslüman İstanbul'umuzun, İstanbul'dan önce Müslüman olan Eyüpbölgesinde Vatan Partisi'nin sesini duyurmaya geldik.Sevgili vatandaşlarım!... Vatan Partisi İŞ ve İŞÇİ partisidir...Bunu söylerken, elimde olmayarak, Müslümanlığın büyük bir hizmetini hatırladım. O büyük söz derki: "Kıyamete kadar yaşıyacakmış gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi ibadet et" der. Vatandaşlar!... İbadet: HAK önünde konuşmak, halk önünde hakkı teslim etmek manasına gelir... Bugün, Vatan Partisi'nin kendini HAK ve ÇALIŞMAK gibi iki prensipüzerine kurduğunu açıkça ortaya koymak lüzumunu duyuyorum.İslamın büyük prensibi, hepimizin bildiği gibi: "Leyse lil insane illâ mâ seâ" der.(Yani: İnsan için, çalışmaktan , emekten başka her şey yalandır) der. İşte, o büyükhakikat: Aradan binlerce yıl geçtikten sonra bugün, dünyanın en ilerimemleketlerinde dahi, tek büyük İÇTİMAİ HAKİKAT, insanlığın bulabildiği en büyükhakikat olarak tanınmıştır. Bugün insanlığın yarattığı değer: EMEK üzerine kurulur.Avrupa'nın en büyük iktisat alimleri, İngiltere'nin klasik iktisatçısı denilen AdamSmith'ler, Ricardo'lar: binlerce senelik insan ilminin neticelerini toplarken, o hakikatibulabilmişlerdir: "Leyse lil insane illâ mâ seâ!" hakikatini: "Değer, insanınemeğinden doğar" şeklinde ifade etmişlerdir... İşte Vatan Partisi'nin prensibi de, herşeyin temelinin, memleket siyasetinin de üzerinde kurulması icabeden temelin EMEK olması lazım geldiğini ifade eder. Türkiye'de emeği, insanın çalışmasını kim temsil ediyor? Şehirlerde işçikardeşlerimiz, esnaf kardeşlerimiz.. Köylerde alınteriyle çalışan küçük, fakirköylülerimiz! Vatan Partisi Türkiye'de -bütün öteki partilerden farklı olarak,- buçalışkan zümrelerin hakkını arıyan, hakkını aramak için kurulmuş tek teşkilattır.Şimdiye kadar maalesef, büyük hakikatler daima küçük insanlardan uzakkalmıştır: Uzak bırakılmıştır. Yine vatandaşlarım iyi bilir ki, Muhammed: "Benhâtemel enbiyâyım" demiş. (Yani: "Ben peygamberlerin sonuncusuyum") demiştir. Obüyük sözün manası üzerinde vatandaşlarımı bir an düşünmeye davet ederim... Vatandaşlarım!... O zamana kadar insanlar arasında bütün düzeni kurankanunlar ve kaideler "gökten iner" di. Hazreti Muhammed: "Ben sonuncupeygamberim!" demekle, bizlere şu büyük hakikati anlatmış oluyordu: ARTIKKANUNLARINIZI KENDİNİZ YAPACAKSINIZ! demek istemiştir... Ve onun içininsanların büyük toplantı yerleri: Camiler meydana gelmişti. Bütün İslamların camii:Adı üstünde CAMİ!..Cami: Hepinizin bildiği gibi, TOPLAYICI demektir, vatandaşlarım. VeMüslümanların tatil günü de vaktiyle "CUMA" günü idi, vatandaşlarım.Bu ne demektir? Bir an düşünelim: CUMA, toplanma günü demektir. Neredetoplanıyoruz? Toplayıcı olan Cami'de... niçin toplanıyoruz, vatandaşlarım? Hak için,değil mi?.. İşte o büyük ve necip dava, bugün dünyada insanlığın arıya arıya henüzbulabildiği, henüz güçlükle çalışabildiği Demokrasi dediğimiz gavurca lakırdının takendisidir.Mübarek Ezanı Muhammedi dolayısıyle buradaki HAK davamızın konuşulmasıbir an için durdurulmuştu. Sözümüze, -müsaadenizle- yeniden başlıyoruz. Sevgili vatandaşlarım!..Ne zaman mübarek bir camiin, mübarek bir mescidin önünde bulunsam,daima, Hülefâyi Raşidiyn zamanındaki vatandaşların siyas hayatları gözüm önünegeliverir. Bilirsiniz, o zamanlar, camiler Müslümanların siyasi toplantı yerleri idi. Yaniher Cuma, Halife bizzat camiin içerisine gelir, karşısındaki vatandaşlara bütünmemleketin Umur ve Hususu hakkında hesap verirdi. Gene çok iyi bilirsiniz ki, devlet başkanı olan Halife, bizzat halk tarafından biat suretiyle reis olur, yani seçimleiktidara gelirdi. Bizzat Halifeler seçilmiş devlet başkanı idiler. Bu seçilmiş başkanlar,her hafta, bütün Müslümanları önüne toplıyarak, camide onlara memleket işlerihakkında hesap verirlerdi.O ibret verici hadiselerin bugün bize ne kadar büyük dersler vermesi lazımgeldiğini düşünerek, bir hadiseyi hatırlatmaktan kendimi alamıyacağım... Ordular,hudutlarda zafer zafer üstüne kazandılar; fakat ele geçen ganimetleri Müslümanlararasında kardeşçe paylaşılmak üzere gönderdiler, idi. O zaman başkente, baş şehregönderilen kumaşlar, gene vatandaşlar arasında herkese aynı büyüklükte parçalarverilmek suretiyle paylaşılırdı, taksim edilirdi:... Vatandaşlar, o parça kumaşlardankendilerine elbise dikerek camiye Cumhurbaşkanları olan Halifeyi, Ömer'i dinlemeyegittikleri zaman... Halife söze başlar başlamaz, Müslümanın biri ayağa kalktı. "YaÖmer"dedi, "Sen bir hırsızsın, senin söyliyeceğini Müslümanlar dinliyemez" dedi.Düşünün vatandaşlarım: Demokrasinin o zamanki manzarasını düşünün.Lalettayn, adsız bir vatandaş, lütfen kalkıyor, devlet başkanına, hiç bir izahyapmaksızın: "Sen bir hırsızsın!" diyor. Bunun üzerine devlet başkanı Ömer neyapıyor? Ne yapsa beğenirsiniz? Yani, ondan sonra çeker kılıcını, uçururdu söyliyeninkellesini, değil mi?.. Hayır. Hazreti Ömer: "Bu sözün sebebi var mı? Ben nedenhırsızım? Bilmiyorıım. İzah et. Eğer hırsızsam hakikaten, sözümü keseyim." dedi: Soğukkanılılığa, tahammüle, tenkit karşısındaki insanca tepkiye bakalım.Bundan, bugün için bugünkü devletle vatandaş arasındaki münasebetler için büyükneticeler çıkarmaya çalışalım.O zaman, bu adsız vatandaş; cemaat ortasında kalkıp kendi üstünü gösterdi: "İşte bak" dedi, "Hepimize dağıtılan kumaştan ben de üzerime elbiseyaptım. Ancak küçük bir sağ kol, küçük bir ceket çıktı bana... Halbuki sen,Ey Ömer! boyunca kocaman bir cübbe giymişsin. Bu cübbeyi yapmakla, sen,o kumaştan bütün vatandaşlara düşen paydan iki hisse aldın. Demek,çaldın.. Demek hırsızsın! öyle ise, ben senin hilafetini tanımıyorum, sensus!" dedi. Bunun üzerine Hazreti Ömer ne yaptı? Hiç kızmadan, tehdit etmeden,sükunetle oğluna: "Ya Abdullah! Kalk cevap ver" dedi. Oğlu kalktı. Dedi ki: "Vatandaşlar, görüyorsunuz.:" dedi, "Benim üzerimde sizinki gibi kısa birceket te yok. Ben hissemi babama verdim. Babam da bir cübbe yaptı." bunun üzerine Ömer: "- Ne dersin?"Diye sordu o vatandaşa. Ve vatandaş cevabında: "- Peki. " dedi. "Anladım, hırsız değilmişsin, Ömer. Otur şimdi, söyle,dinliyeceğim." dedi. Vatandaşlar!... İnsanlık tarihinde, bizim yakından tanıdığımız halkçı idare üçdört günde icat edilmiş bir şey değildir. Bizim, en müstebit sultanların zulüm yaptığıŞark memleketlerimizde dahi, öyle büyük geleneği olan bir demokrasi 1400 yıl evvelkurulmuştur. Biz hala bugün, o kadar kuvvetli demokrasinin vücudunu hayranlıkla:"- Acaba var mıymış? Nasılmış? Ah! Ben de öğrenebilsem.." diye arıyoruz.Hepimizin, şu mübarek tanrı evinde, beş vakitte dualarla andığımız hayat,özlediğimiz şey: O büyük insan demokrasisi değil mi?Lakin ondan sonra ne oldu, vatandaşlarım? Daha Muaviye denilen zat Suriyevalisi iken, o büyük demokrat Hülefâyi Raşidiyn'in memleketteki izlerini silmeyeçalıştı. Muaviye kimdi, bilir misiniz? Muaviye, Kureyş'in para ile Müslüman olmuşbüyük bezirganlarından Ebü Süfyan'ın oğlu idi... İşte, bizim Şark memleketlerimizdevatandaşla devlet arasında ilk zehiri koyanlar.. Bu, 1400 sene evvel para ileMüslüman olmuş bulunanlara "Müellifetül-kulub" mü diyeceksiniz?.. O Müellifetül-kulub, hatta, Kur'an i Kerim'in bile içinde, tahsisat alma haklarınıkazanmışlardı... İşte bu adamlar, memlekette kendi bezirgan kârlarını, kendibezirgan ruhlu çocuklarını ilerletmek için, vatandaşlara karşı suikast hazırlarken.. ilk işleri, o demokrat devlet başkanlarını, Hülafayi Raşidiyn'i ortadan kaldırmakolmuştu. Ve derebeğilik ondan sonra başladı.1400 sene, mütemadiyen derebeğilerin ardarda gelişi ile, insanlar adeta hakaramaktan korkar hale geldiler, ve siyaset demekten korkar hale geldiler. Bugün vatanımızdaki fakir fukaranın "siyaset"in sözünden korkmalarının baş sebebi, obüyük geleneği silmiş olan Şark derebeyliğidir. (Osmanlıca'da siyaset sözünün lugatkarşılığı bile "adam asmak" anlamına geliyordu!). Bugün, Osmanlıİmparatorluğundan, maalesef bize hala o kötü terbiye: Siyasetten kaçmak, hakkınıaramamak gerektiği gibi kötü adetler.. hâla intikal etmiş bulunuyor. Ve biz hâlamemleketin idaresini yalnız birkaç büyük bezirganın yapabileceğini zannediyoruz.Halbuki, büyük bezirganların yaptıkları nedir? İşte bugünkü PAHALILIK'tır,vatandaşlarım.Bir parti çıkarırlar: "Demokrat Parti" derler. Bu Demokrat Parti:" - Halk idaresini; halk hürriyetini ortaya koyacağım" der.Fakat en büyük vaadettiği şey malüm. Halka:" - Sana ucuzluk getireceğim."der, vatandaşlarım. Bir de bakarsınız, 7 yıl sonra ne olmuştur? İşler, tepesitaklak gelmiştir..O zamana kadar görülmedik bir pahalılık başlamıştır. Ondan sonrada Sayın Menderes.. Bakın, geçen gün gazeteye verdiği beyanatta, bakın ne diyor:" - Göstersinler bir çare... Çare yoktur, pahalılığın çaresi yoktur!" buyuruyor: Vatandaşlarım, ben. size, herhangi bir hastalık karşısında kaldık mı, nasılhareket ettiğimizi hatırlatacağım. Evvela hastılığın mikrobu nedir. Hastalığın sebebinedir? Onu buluruz... Değil mi, vatandaşlarım? Sonra, o sebebe karşı ilaç ararız, ilaçbuluruz. .. Bizim memleketimizdeki pahalılığın sebebi nedir acaba?Eğer bugünkü iktidara bakarsak, memlekette her yer güllük gülistanlık..Pahalılık denilen şey de yoktur.... Öyle mi, vatandaşlarım?Evet, pahalılık bazı kimseler için yoktur. Günde 2 bin lira kazanan bir insaniçin, fasulye 1 lira da olsa, 4 lira da olsa, hiç farketmez. O kimse belki de sadecepirzola yiyecektir... Onun için pahalılığın manası mı olur?.. Ama günde 4 lira ücretalan bir işçi vatandaş için fasulyenin 1 liradan 4 liraya çıkması, çoluk çocuğunun ogün ekmeksiz kalması demektir. Rakamlara istinad ediliyor. Geçen gün Sayın Celal Bayar hazretleri diyor ki:"Milli gelirimiz, biz (yani Demokratlar) iktidara gelmezden önce 400 lira idi (Senede480 veya 380 imiş. Ben size rakamları basitleştirerek 400 veriyorum). Biz iktidarageldik, bugün, ilmi şekilde her vatandaş başına düşen para 800 lirayı geçmiştir"diyor. Ve bununla, bu rakamla ispat etmek istiyor ki, vatandaşların kazancıDemokrat Parti sayesinde iki misli olmuş, artmıştır. Doğru mu acaba,vatandaşlarım?Rakamlar doğru. Ama bu rakamların arkasındaki hakikat nedir? Vatandaşınkazancı hakikatte fazla artmış mıdır?Artmıştır, ama artan şey sadece kağıt paradır.Hepimiz pek iyi biliyoruz: Kağıt paranın kendine has bir kıymeti yoktur. Kağıtpara bir kıymetin ifadesidïr. Ve mecburi olduğu... onu elden ele geçirmeğe mecburolduğumuz için, tedavülü mecburi olan bir nesne olduğu için kıymetli gibi görünürbize. Hakikatte o kağıt para: Mecburi elden ele geçecek diye bir devlet zoruolmasa... onu sokağa atsanız kimse dönüp bakmaz bile, pis bir kağıttır. Üzerinemikrop bulaşmıştır. Hatta ele alınır kağıt değildir. Kullanılmış kağıt parçasını kimeğilir de yerden alır? Ne çare ki, mecburiyet hepimizi bu kağıdı almaya sevkeder:Sahici paranın kıymeti onun üzerine harcanmış emekle ölçülür. İnsan emeği nekadarsa paranın üstünde, o kadar değeri yüksek olur. Nitekim altın böyle, üzerinefazla insan emeği harcanmış büyük değerde bir nesnedir. Ve kıymetli para altındır,vatandaşlarım.Halbuki, Celal Bayar'ın.. İşte söylediği para, kağıt paradır: zati kıymetibulunmıyan, ancak Merkez Bankası'ndaki kasalara karşılığı altın olarak konulmuş senesinde bu memlekette 350 bin memur vardı. Bugün sayısını Allah bilir. Layuudvela yuhsa, dedikleri eskilerin.Pekiy, vatandaşlarım, bu memurlar çoğalmakla acaba kendileri bahtiyaroluyorlar mı? Hayır. Memurlar çoğalmakla bu memleket refah görüyor mu?Tamamen tersine. Bakın izah edeyim.Hepiniz de biliyorsunuz. Herhangi bir daireye gittiğiniz zaman, uğradığınızmüşkülatı bilmiyor musunuz? Sebebi nedir? Düşün. Ben size iki kelime ile izahedeyim: Memur çokluğu!.. emin olun, baş sebep buradan çıkıyor. Evet, iktidar da:Gelen vatandaşı, git bugün, yarın gel, örselemeye başlıyor.Ötede kaşaneler kurulur, sırça saraylarda sefa sürülürken; memur bir kaç yüzlira maaşla akşama kadar o karanlık odada otursun.. o da insan ya, dayanamıyor:Masa başında: Hırsından vatandaşı tersliyor. İş oraya kadar iniyor. Fakat asıl milleteolan oluyor. Bir kere muameleler uzuyor, zorlaşıyor. Ondan sonra da.Maaşlara bakalım. Rakamlar meydanda. Sayın Menderes mütemadiyen rakamveriyoruz, diyor. Biz de sana rakam verelim, Sayın Menderes. İşte rakam: Başvekalet Umum Müdürlüğünün neşrettiği rakamlar.. Kimse uydurmuyor. MilliMücadele zamanında Türkiye'de devlet memurlarının maaşı bütçemizin % 4 ü idi.Yani bizden toplanan yüz liralık verginın memurlara maaş diye verilen kısmı 4 liraidi. 926 senesinde memurların bütçeden aldığı maaş % 8 e çıktı: İki misli oldu. Yineçok artmamış: İkinci Cihan Harbi başlarken, memurlara verilen maaş % 16 ya çıktı:Bir iki misli daha.. yine azmış, vatandaşlarım: Bir bakıyoruz ki, 1948 senesindemaaşlar bütçenin % 40 ına çıkmış. Milletten toplanan 100 liralık verginin 40 lirasımemur beslemeğe tahsis edilmiştir.Arada Demokrat Parti geldi. Bundan 6 ay evvel Bütçe münakaşaları oldu,Vatandaşlarım. O münakaşaları takib ettiyseniz, hatırlarsınız. Bir "Personel masrafi"diye laf geçti. Frenkçe bir laf ediyorlar. Personel masrafi dediği: Memurların aldığımaaş! Türkçesini söylesene be Müslüman! Memurların aldığı maaş.. Hayır, PersonelMasrafi diye sokuşturuyor.Bu Personel Masrafı: İktidara bakarsanız... Dahiliye vekilli çıktı: % 49 ile 45arası diyor. Yani; 100 lira alınan verginin 45-49 (50 ye yakın lirası: Resmen,iktidarın da kabul ettiği gibi personel masrafı.. Fakat muhalefet başka bir hesapyapmış: % 60 dır diyor. Yani, memlekette 100 lira toplanan verginin 60 lirasınımemurlara veriyorsun, diyorlar.Hayır mı görüyor bu memurlar? Onlara da yazık oluyor. Fakat millete de yazıkolmuyor mu? Bu pahalı devlet nedir, vatanadaşlarım? Bu fukara millete, bu lüksdevlet yaraşır mı, vatandaşlarım?Hepiniz görüyorsunuz: sokaklarımızda canavarlar gibi gezen İskaniavabisotobüslerini. Hepiniz biliyorsunuz, değil mi? Dağ gibi nesneler. Bunları bize satanİsveç'tir. Yani biz daha araba yapamıyoruz: O, İskaniavabisi yapıyor. O memlekette,bizim şu hür basından birisi gitmişti de, nasıl olmuştu da, nasılsa yanlışlıkla şöyle birfikra anlatmıştı. Okuyan vatandaşlarım da belki okumuşlardır. Ben size hatırlatayım.Diyor ki: İsveç in başvekili tramvayda ölmüş! İbret alın, vatandaşlarım. Bizden onkere zengin olan bir memleketin Başvekili, makamına tramvayla gidiyormuş ta, hemölecek hale gelen Başvekil yine tramvayla gidiyormuş ta, tramvayda ölmüş,vatandaşlarım. Aynı adam, o İsveç'in Harbiye Nazırının, muazzam ordularını güdenadamın, her sabah evinden bisiklete binerek Harbiye Nezaretine gittiğini yazıyor.Karısı da çalışıyor. Evde tek hizmetçisi de yok. Dikkat buyurun, vatandaşlarım.Bizden on kerre zengin Harbiye Nazırının evinde tek hizmetçisi yok. Karısıöğretmenlik yapıyor; akşam gelip yemeğini de pişiriyor; haftada çamaşırını dayıkıyor; ev hizmetini de görüyor.Bize böyle devlet lazım, böyle hükümet lazım, vatandaşlarım! Biz hepimiz kankusan bir milletiz, on para kazanmak için. Ne oluyor? Nerede ise mahalle bekçisininaltına kadillak verecekler. (alkışlar). Bu para bizim kesemizden çıkıyor ve bu parabizim çoluk çocuğumuzun rızkından çıkıyor. İşte görüyoruz, çocuklarımız meydanda: Hepsinin boynu çöp gibi kalmış;hepsinin ayağında ayakkabı yok; kimisi yalınayak, kimi nalınla, kimisi yırtık lastiklegeziyor. Böyle memlekette kadillak ne demektir? Vali kız gibi kadillaka biniptorniston ediyor. İsveç başvekili gibi, bu da resmen İsveç başvekili gibi tramvayabinsin. İstanbullu yağma mı var? Ondan sonra Taşlıtarla'ya giden vatandaşlarüstüste hınca hınç gaz tenekesinden arabaya binsinler. Üstüste gidebilene aşkolsun.Yahu, ne oluyor? O kadillaklara verilen para ile bu milletin seyrü seferine yarar iki üçtane daha geniş otomobil, kamyon ve ilh. Otobüs, alınamaz mı? Doğru mu buvatandaşlar?Diğer partili arkadaşlarım. Bize ağır sanayi lazım, dediler, vatandaşlarım. Ağırsanayi, yani memleketimiz, demin de arzettiğim: 77.5 milletin panayırı halindedir.Gidin Beyoğlu'na: yerli malı yok. Bütün ne varsa, donumuzun yamasını dikmek içiniğne bile Avrupa'dan geliyor. Bu ne faciadır, kardeşlerim? Bu millet bundan beş yüzsene evvel dünyada görülmemiş topları kullanmış. Bütün surları yıkmış. Şu dünyanınpayitahtını zaptetmiş.. Teknik kuvvetle, o zamanın hiçbir memleketinde görülmeyentopu yapmakla zaptetmiştir. Ne olduk ta, bugün kara arabamızı da yapamıyoruz?Neden bizim otomobillerimiz kendi fabrikalarımızdan çıkmasın? Bir otomobilimemlekete yüz bin liraya sokup ta ateş pahası yapalım? Vatandaşın rızkınımahvedelim? Zorlamak iyi midir?Birtakım yağlı, yavan kendine iktisatçı süsü veren dolandırıcılar: Türkiye'deağır sanayi olmaz, Türkiye'nin pazarı küçüktür, diyorlar. Utanmıyorlar,arlanmıyorlar.25 milyon nüfus ne kadar küçük? Şu İsrail, o çölün içinde şu Yahudimemleketi.. Şu da, Osmanlı Devletinin dün küçücük bir çöl vilayeti idi. Bugün bizekamyon yapıp ta satıyor. Biz 25 milyon nüfus daha bir kamyon yapamıyoruz. Birmilyon nüfuslu İsrail: Penisilin bile yapıyor, en lüzumlu ilacını da yapıyor, radyosunuda yapıyor, her şeyini de yapıyor, otomobilini de yapıyor. Biz 77,5 mïllete verelimparamızı, canımızı, ırzımızı, ruhumuzu.. Gelsin bozuk düzen arabalar, 77,5 çeşitmakinalar.. kırılsın. Ondan sonra paramparça. Bu yedek parça ki, tamir edilsin de,ondan bir rızık çıkarasın.Bizim de bir motor fabrikamız; onun yanında bir traktör, bir otomobil fabrikasıolmaz mıydı? Milyonlarca altınımız gitti. Bunların 30 milyon, 40 milyona birisiçıkabilir. 30-40 milyon nedir ki, bugünkü para ile?.. Yüzlerce milyonumuz havayagidiyor da, şu memleketin cancağızına faide edecek işler yapılmıyor.Yaptın şeker fabrikası: Yapmaz olaydın, diyeceğim geliyor. Evet; yapılsın şekerfabrikası amma, bu memleketin köylüsü asırlarca tatlısını kendi pekmezindenyemedi mi, vatandaşlar? Bu memlekette ilk şeker fabrikası kurulduğu zaman,reklam olsun diye, Halk partisi köylülere şeker getirmişti. Yani şeker satılsın diye!Şeker lazım diyelim, her zaman, amma birinci ihtiyacımız değildir. Biz pekmezimizlede idare ederdik. Ne oldu üzümlerimiz? Bağlarımızı verelim inhisar'a: Çıksınalabildiğine tonlarca rakı, yığsın milletin başına ispirto.. zehirlesin halkımızı. Sonraşeker fabrikası kursun. Alkışlıyalım!... Bu mu? Bu memlekete şeker fabrikasındanevvel, makina yapan fabrika lazım, vatandaşlarım. Ondan sonra, bir makinayapmağa başladık mı, iki sene içinde: Şeker fabrikasını da kurarız, çimentofabrikasını da kurarız, yollarımızı da kurarız, her şeyimizi yapana. Hem harice onparamız gitmez. Ve o kurulan fabrikalarda benim vatandaşım, benim milletim,benim işçim ekmek bulur.Bugün ne oluyor? Yabancı memleketin işçileri şunları yapıp geçiniyorlar. Bizbuna harç vererek, oradan mal getıriyoruz. O da ne demektir? Onu ödemek içinecnebi bizim kağıt paramıza metelik vermiyor. Ecnebi altın istiyor, vatandaşlarım.Zaten bütün mesele bundan çıkıyor: Senin kağıt para yalnız sana geçer. Yeter altınıödedi mi; bugünkü hale gelir paramız işte. Ondan sonra da düşer de düşer.Bunun çaresi yok mu? Gayet açık var. Amma memlekette iktisat dediğimizgeçim işlerinin bütün zemberekleri, maalesef, Vatan Partisi'nin her zaman söylediği gibi, bezirganların elindedir. Bezirgan nedir? Buna tüccar diyorlar. Tüccar değil,vatandaşlarım. Tüccar, kendi memleketinin fabrikasından çıkan malı ecnebiyesatmak için uğraşan adamdır. (Alkışlar). Bizim tüccar dediklerimiz, ecnebi mallarınınbinbir çeşidini Türkiye'ye sokup, Türk'ün kanını kurutan insandır. Demin arzettiğımgibi, oturduğu yerde bir işçinin bin senede kazanamıyacağı milyonları, bir haftada,bir kalemde, oradan oraya aktarmakla cebine atan insanlardır.Buna karşı nasıl tedbir bulunmaz? Kaç kişidir bunlar? Bu memlekette gene Başvekalet istatikleri gayet açık sayıyor. Yalnız İşçi sigortalarına yazılı olan işçilerimiz500 küsur bini geçmiştir. İşçi Sigortalarına yazılı işçilerimiz, diyorum. Yayazılmayanlar? Ya işçiden sayılmayan fakir fukara? Buna mukabil işveren kaç kişidir,biliyor musunuz, vatandaşlarım? Resmen 16 bin kişidir. Bunun da 4-5 bini devlettir.Devlet işveren gibi görünüyor. O halde, 10-11 bin kişi, bu memleketin bütünkazancını, milyonların hayatı pahasına kendi kasasına indirirse, fukaralık kalkar mı?Fakat iş yalnız fukarılıkla bitse, gene bir derece razıyım. Daha feci tarafı: Bubezirganlar bu memlekette yerli sanayiin kurulmasına da düşmandırlar. Nedendüşman? Çünkü bütün bezirganlar (gidip Ticaret odası'na: okuyun, listelere bakın,dosyalara bakın.. ) hepsi falan filan kefere memleketin buradaki acentesidir. Bütünecnebi malların Türkiye'deki mümessilleri bezirganlar, o ecnebi malının kârınıyapmak için, Türkiye'de ona benzer malın yapılmamasını isterler. Menfaatleri budur.Bu böyle bir lanet zümredir ki, memleketimize de, maalesef sanayiimize dahikasteder.İşte bu zarurete karşı biz... Bunlar da, mamafih, insan olarak böyle görmüşler,böyle gidiyorlar. Belki onlara bizler, siyasetiyle, dürüstlüğü ile: Bu kaabil işleribırakın; sermayenizi bu memlekete, vatandaşlara iş, ekmek temin edecekfabrikalara yatırın.. diye söylersek, o zaman onlar da daha hayırlı iş görürler belki.Fakat bugünkü şartlar içinde, iş onların elinde kaldıkça, şu meşhur davulu dövülenbezirgan Partiler memleketin kaderine hakim oldukça, bu işin sonu gelmez. Bubezirganlar bu memlekette sanayiye de yer vermezler. Sadece iki üç fabrikakurarlar. Bu kurdukları da, yalnız, gene bir keferenin, bir Amerikalı Tornburg ismindeakıl hocalarının onlara tavsiye ettiği sanayi olur. Yani, o adam: Siz Türkler hafif sanayi kurun, der.. Şeker fabrikası, çimento fabrikası, tamirhane.. Ben size makinayollıyacağım, siz bunları tamir edecek yer açın... Bunu söylüyor, ve biz de onuyapıyoruz.Bu felakettir, vatandaşlarım. Bu memleket kendi makinasını kendi yapmazsa,demin bir kardeşimizin söylediği gibi, daima ecnebiye haraçgüzar oluruz, daimaişsizlik bu memleketten en büyük afet olur.Neden yüzlerimiz daima solgun? İşsizlikten. Neden herşey ateş pahası? Geneişsizlikten, vatandaşlarım. Bu meseleler o kadar at ve deve, müşkül meseleler değil.Eğer bizim fakir fukara halkımız, şu önümde gördüğüm, beni dinlemek zahmetinekatılan sevgili vatandaşlarım oylarını kendi menfaatleri için hakkı ile kullanabilseler,oraya kendi içlerinden kasketli çarıklıları gönderebilseler, emin olun ki çarçabukdüzelir. Bu kadar basit.. Karışık iş değil.Söylediğim gibi: 4 milyar bütçe!... O 4 milyar bütçenin % 60 ını verinmemurlar yesin. Peki, bu memurlar yiyor da rahat mı ediyorlar? Onlar da etmiyor,çünkü hayat boyuna pahalılaşıyor. O halde memurumuza da iş çıkacak fabrikakurarsak iyi olur. O memur masa başında otura otura... Gidin kendisine sorun:Kimisinin midesi bozuktur, kimisi romatizma olmuştur.. kimisi baş ağrısındankurtulamaz. Böyledir vatandaşlarım. Masa başında oturmak zannettiğimiz kadarsıhhat verici bir şey değildir. Ínsanı kahreder. Yani, memur vatandaşımız da hayatlatemasa geçmiş olursa, sanayimiz kurulursa, o da yaratıcı insan olur. Hemmemleketin geçimi yükselir, hem o vatandaşları o sahada iş bulunur. Daha dolgunpara bulurlar. Hem de memleketimiz bu açlıktan ve yoksuzluktan kurtulur.İşte Vatan Partisi bütün bunlara kendi programında gayet açık, vazıh, birçoban kardeşimizin dahi anlıyacağı kadar besbelli hal çerelerini teklif etmiştir. Vatandaşlarım!.. Dertlerimiz o kadar çok ki, bunları, sabaha kadar devametmekle bitiremeyiz. Fakat, vakit bitmiş. Onun için daha fazla başınızıağrıtmıyacağım.Tekrar rica edeceğim: Oylarınızı verirken, Allah rızası için kendiniz gibiinsanlara verin. Vermeyin kapıkullarına.Sözümü bitirirken: Her kahrına seve seve katlandığımız güzel vatanımız vebüyük milletimiz yaşasın! Her kahra katlanan işçi, köylü, fakir fukaravatandaşlarımız yaşasın! Ve fakir fukara partisi olan Vatan Partimiz yaşasın! (Hercümleden sonra: Alkışlar) MAHKEMECE VERİLEN SURETTİR

Türkiye Sosyalist Hareketinin “Doktor”u Hikmet Kıvılcımlı Kimdir? Haber

Türkiye Sosyalist Hareketinin “Doktor”u Hikmet Kıvılcımlı Kimdir?

1902 yılında, o dönem Osmanlı toprağı olan, bugün ise Kosova sınırları içinde yer alan Priştine’de dünyaya gelen Hikmet Kıvılcımlı, doğum kaydında “Hüseyin Hikmet” olarak geçse de, “Hüseyin” adını kullanmadı. Aile içinde ise “Hüseyin Ali” olarak anıldı. Babası Hüseyin Bey, Priştine Posta ve Telgraf Müdürü; annesi Münire Hanım ise ev hanımıydı. Çocukluk yılları, İkinci Meşrutiyet coşkusu ve Balkan Savaşları felaketinin yarattığı sarsıntıların gölgesinde geçti. Savaş sonrası ailesiyle Anadolu’ya göç etti; Kuşadası’nda jandarma subayı dayısının yanında eğitimini sürdürdü. Lise öğrenimine Muğla İdadisi’nde başladı, ancak Mütareke koşulları onu yarıda bıraktı. Millî Mücadele Yılları: Kuva-yı Milliye’den İlk Yazılara İzmir’in işgali ve teyzesinin öldürülmesi üzerine okulu bırakıp Batı Anadolu’da Yörük Ali Efe’nin kuvvetlerine katıldı. Dayısının ölümüyle ailesi bölgeden ayrılınca, Köyceğiz Kuva-yı Milliye Askeri Komutanlığı görevini üstlendiğini aktardı. Aynı dönemde Muğla’da Menteşe gazetesinde millî direniş yanlısı makaleler kaleme aldı; bu yazılar, onun ileride sürecek yayıncılık serüveninin ilk adımı oldu. İstanbul Günleri ve Tıbbiyede Dönüşüm Yerel direnişten umut kesince İstanbul’a gidip Vefa Lisesi’ne kaydoldu. Kuva-yı Milliye kıyafetiyle okul müdürünün karşısına çıkması anekdotlaşan bir detaydı. Lise diplomasının ardından Mekteb-i Tıbbiye’ye ilk başvurusu yaş engeline takıldı; ikinci denemesinde girdiği okulda başlarda milliyetçi-muhafazakâr bir kimliğe sahipti. İkinci sınıfta Fransız Komünist Partisi yayınları ve Dr. Şefik Hüsnü ile Burhan Asaf’ın etkisiyle komünizmi benimsedi. 1921’de Türkiye Komünist Partisi’ne (TKP) katıldığı kabul edilen Kıvılcımlı, 1925’te tıp eğitimini tamamlayarak psikiyatri uzmanı oldu. Aynı yıl TKP Gençlik Kolları Başkanlığı’na ve ardından Merkez Komitesi’ne seçildi. Hapishane Yılları ve “Kızıl Profesör”lük 1925’te yazılarından ötürü Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanarak 10 yıl kürek cezasına çarptırıldı; yeni Türk Ceza Kanunu’yla 1 yıl sonra tahliye edildi. 1927 ve 1929’da yeniden tutuklandı; 1933 affıyla çıktı. Hapiste Marksist eserler çevirdi, Zindan adlı el gazetesiyle mahkûmlara komünizm anlattı. 1934’te tekrar tutuklandı; işkence gördüğünü iddia etti. Toplam 22 yılı bulan cezaevi hayatı boyunca TKP’yi yumuşak siyaset izlemekle suçladı; hizipçilikle Merkez Komite’den ihraç edildi. 1935’te Marksizm Bibliyoteği yayınevini kurdu; çeviriler ve kendi eserleri sansüre uğradı. Henri Bergson’a karşı Bergsonizm, TKP içi polemiklerde ise Marksizm Kalpazanları gibi sert metinler yazdı; Nazım Hikmet ve Kerim Sadi ile kalem kavgaları yürüttü. Yol Serisi ve Emekçi Kütüphanesi projeleri sansür ve yarım kalan çevirilerle sekteye uğradı. Donanma Davası ve Uzun Tutukluluk 1938’de Nazım Hikmet ve Kemal Tahir’le birlikte Donanma Davası’nda yargılandı; 15 yıl hapse mahkûm oldu. Sağlık izni sonrası Suriye ve Lübnan’a kaçtı; destek bulamayınca Türkiye’ye dönüp yeniden tutuklandı. Çankırı, Amasya, Kırşehir cezaevlerinde kalan Kıvılcımlı, doktorluk yaptı; Osman Bölükbaşı ve Erol Güngör gibi isimlerle tanıştı. Demokrat Parti’nin genel affıyla serbest kaldı. Siyasette Yeni Denemeler DP iktidarını faşizmle suçlayan Kıvılcımlı, 1954’te Vatan Partisi’ni kurdu. 1956’da anayasa teklifi hazırladı; 1957 seçimleri öncesinde mitinglerde Kur’an’dan alıntı yaptığı için yargılandı ve beraat etti. Seçim sonrası tutuklandı; 1959’da serbest kaldı. 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrası sol hareketlerin (Yön, MDD, TİP) dışında kaldı; “İkinci Kuva-yı Milliye” çizgisini benimsedi. 1965’te Tarihsel Maddecilik Yayınları’nı, 1967’de Sosyalist gazetesini kurdu. Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi, Tarih-Devrim-Sosyalizm gibi eserlerini bastı. 1968’de İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği’ni oluşturdu. 12 Mart ve Sürgün Günleri 1969’da prostat kanseri teşhisi kondu. 12 Mart 1971 Muhtırası’na başta tarafsız kaldı; sol üzerindeki baskılar artınca tavır aldı. Hakkında arama kararı çıkınca Alanya üzerinden Kıbrıs’a, oradan Lübnan’a geçti. Lübnan’dan sınır dışı edilince Suriye, ardından Paris’e gitti; SSCB’ye iltica talebi reddedildi. Bulgaristan’a girmesi TKP’nin olumsuz referansıyla engellendi. TKP’den atıldı; Tito’ya yazdığı mektupla Yugoslavya’ya özel izinle girdi ve Belgrad’da tedavi gördü. Son Günler ve Miras 11 Ekim 1971’de Belgrad’da yaşamını yitirdi. Arkasında yaklaşık 50 bin sayfa eser bıraktı; takma adlar ve kaybolan metinler nedeniyle tam sayısı bilinmiyor. En önemli mirası, Türkiye koşullarına uyarlanmış Marksist bir tarih anlayışı olan “Tarih Tezi”dir. Yazısız ve yazılı tarihi ayırmış; medeniyetleri bitkisel ve hayvansal olarak sınıflandırmış; barbarlık kavramını olumlayan özgün bir yaklaşım geliştirmiştir. Marx, Engels, İbn Haldun, Rousseau ve Toynbee gibi isimlerden beslenmiş; tarihin üretim temelli, determinist bir süreç olduğunu savunmuştur. Hikmet Kıvılcımlı, hem teorik üretimi hem de siyasi mücadelesiyle Türkiye solunun en tartışmalı ve üretken figürlerinden biri olarak hafızalarda yerini aldı. Kaynakça: ALKAN, Mehmet Öznur, 150. Yılında Das Kapital: Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’deki Serencâmı, İletişim Yay., İstanbul 2017. ASLAN, Zehra, “Türk-Rus İlişkileri Ekseninde Türkiye’de İktidarların ‘Sol’ Algısı”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, S 51, 2016, s. 171-190. BORA, Tanıl, Cereyanlar: Türkiye’de Siyasî İdeolojiler, İletişim Yay., İstanbul 2017. ÇARIK, Şenol, Doktor Hikmet Kıvılcımlı: Adanmış Bir Hayat, Asi Kitap, İstanbul 2017. ELİAÇIK, Canan Özcan, Barbarın Tarihi-Ezilenin Dini: Hikmet Kıvılcımlı’da Tarih ve Din, İletişim Yay., İstanbul 2021. KALE, Ahmet, Hikmet Kıvılcımlı Kitabı, Dipnot Yay., Ankara 2017. KALE, Ahmet, Kıvılcımlı Külliyatı: Ayrıntılı Bibliyografya, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, İstanbul 2014. KARACA, Emin, İnadın ve Direncin Adı: Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Destek Yay., İstanbul 2011. KIVILCIMLI, Hikmet, çeşitli eserler. TUFAN, Tarkan, Hikmet Kıvılcımlı: Hayatı ve Eserleri, Nokta Kitap, İstanbul 2012. ÜLKEN, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İstanbul 2017. YÜKSEL, Erol, Millî Mücadele’den 27 Mayıs’a Bir Siyasetçi: Refik Koraltan, AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 2018.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.