SON DAKİKA

#Türkçülük

HABER DEĞER - Türkçülük haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Türkçülük haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

“Türkçülüğün Babası” Olarak Anılan Ziya Gökalp Kimdir? Haber

“Türkçülüğün Babası” Olarak Anılan Ziya Gökalp Kimdir?

Ziya Gökalp, 23 Mart 1876’da Diyarbakır’da dünyaya geldi. Osmanlı’nın çözülme döneminde yetişen, Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar fikirleriyle yön veren bir mütefekkir olarak, yalnızca edebiyat ve sosyoloji alanında değil; siyaset, kültür ve ideoloji sahasında da iz bıraktı. “Türkçülüğün Esasları” adlı eseri, Türk milliyetçiliğinin temel metinlerinden biri olarak kabul edildi. Gökalp’in hayatı, bir yandan kişisel dramlarla ve sürgünlerle, diğer yandan modernleşme ve uluslaşma sürecine damgasını vuran fikirlerle örülüydü. Çocukluk Ve İlk Eğitim Yılları Gökalp, Diyarbakır’ın köklü ailelerinden birinde dünyaya geldi. Babası Mehmet Tevfik Efendi, annesi Zeliha Hanım’dı. Babasının etkisiyle erken yaşta eğitim hayatına başlayan Ziya, Mekteb-i Rüştiye-i Askeriye ve ardından İdadi’de öğrenim gördü. Arapça ve Farsçayı küçük yaşlarda öğrenmiş, aynı zamanda Fransızca dersleriyle Batı düşüncesine de aşina olmaya başlamıştı. Genç yaşta babasını kaybetmesi ve amcasının gözetiminde yetişmesi, onun hem entelektüel hem de manevi dünyasını şekillendirdi. Ancak bu dönemde yaşadığı içsel bunalımlar, Dr. Abdullah Cevdet gibi dönemin radikal fikir insanlarının etkisiyle intihara teşebbüs etmesine dahi yol açtı. İstanbul Yılları Ve İTtihat Ve TErakki İle Tanışma İstanbul’a gidişi, hayatında bir dönüm noktası oldu. Baytar Mektebi’ne (Veterinerlik Okulu) kaydoldu, fakat asıl ilgisini çeken İttihat ve Terakki Cemiyeti oldu. Bu dönemde siyasî yazılar kaleme almaya başladı. 1895’te yayımladığı “İhtilal Şarkısı” ile dikkat çekti. Ancak yazıları nedeniyle defalarca tutuklandı. Diyarbakır’a dönerek burada gizli İttihat ve Terakki örgütlenmesini kurdu. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte siyasi faaliyetlerini daha açık yürütmeye başladı. Selanik Ve “gökalp” İsminin Doğuşu Selanik yılları, Gökalp’in fikir dünyasında olgunluk dönemidir. Genç Kalemler dergisi etrafında gelişen Yeni Lisan hareketi ile Türkçe’nin sadeleşmesi mücadelesine katıldı. Aynı zamanda sosyoloji dersleri verdi ve “Gökalp” mahlasını ilk kez bu yıllarda kullanmaya başladı. İttihat ve Terakki içinde yükselen Gökalp, Merkez-i Umumi üyesi oldu. “Altun Destan” ve “Turan” gibi şiirlerinde Pan-Türkist fikirlerini dile getirdi. Malta Sürgünü Ve Diyarbakır Günleri I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı yenilince, Gökalp de birçok İttihatçı ile birlikte Malta’ya sürüldü. Limni ve Malta’da geçirdiği bu yıllarda okumaya, yazmaya ve mektuplar kaleme almaya devam etti. “Limni ve Malta Mektupları” bu dönemin ürünüdür. 1921’de Türkiye’ye döndüğünde Diyarbakır’da Küçük Mecmua adlı dergiyi çıkararak fikirlerini geniş kitlelere ulaştırmaya çalıştı. Bu dergide folklor araştırmalarına da yer verdi. Cumhuriyet Yılları: Milletvekilliği Ve Türkçülüğün Esasları 1923’te Ankara’ya gelen Gökalp, Telif ve Tercüme Heyeti’nde çalıştı, ardından milletvekili seçildi. Cumhuriyet’in ideolojik temellerinin atıldığı bu yıllarda “Türkçülüğün Esasları” adlı eseri yayımlandı. Burada Türkçülüğü, sadece etnik bir kimlik değil, kültürel ve sosyolojik bir program olarak ele aldı. Aynı dönemde “Türk Töresi” ve “Altın Işık” gibi eserlerini yayımladı. Folklor, töre, dil ve milliyetçilik üzerine görüşleri Cumhuriyet’in kültürel politikalarına yön verdi. Son Yılları Ve Ölümü Sağlığı giderek bozulan Gökalp, 1924 yılında İstanbul’da Fransız Pasteur Hastanesi’ne yatırıldı. 25 Ekim 1924’te hayata gözlerini yumdu. Sultan Mahmut Türbesi’ne defnedilen cenazesi büyük bir kalabalığın katılımıyla kaldırıldı. Görüşleri Gökalp, Osmanlıcılık ve İslamcılığın imparatorluğu ayakta tutmak için yeterli olmayacağını savundu. Ona göre, Türk milletinin varlığını sürdürebilmesi için milliyetçilik tek çıkış yoluydu. Ancak bu milliyetçilik, ırkçılıktan ziyade kültürel ve sosyolojik bir Türkçülük anlayışına dayanıyordu. “Türkçülüğün Esasları”nda özetlediği gibi, halk ile aydın arasındaki mesafenin kapanması gerektiğini, Batı’dan alınacak unsurların ise kültürle yoğrulması gerektiğini savundu. Eserleri Şaki İbrahim Destanı (1908) İlm-i İçtima Dersleri (1913) Kızıl Elma (1914) Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (1918) Yeni Hayat (1918) Türk Töresi (1923) Türkçülüğün Esasları (1923) Altın Işık (1923) Türk Medeniyet Tarihi (1925, ölümünden sonra)

Türkçülüğün Manifestocusu Yusuf Akçura Kimdir? Haber

Türkçülüğün Manifestocusu Yusuf Akçura Kimdir?

1876 yılında Rusya İmparatorluğu’nun Simbir (bugünkü Ulyanovsk) kentinde dünyaya gelen Yusuf Akçura, kısa süre içinde Türkçülük akımının en önemli kurucu isimlerinden biri haline geldi. Genç yaşta babasını kaybetti, annesiyle birlikte İstanbul’a göç etti. Kuleli Askeri Lisesi ve Harp Okulu’nda eğitim gördü. Ancak burada başlayan Türkçülük fikri, hayatının geri kalanını belirleyecek sürgünler, mücadeleler ve akademik çalışmalarla bütünleşti. Fizan Sürgünü Harbiye’de öğrenciyken Türkçülük faaliyetlerine katıldığı gerekçesiyle yargılandı ve Fizan’a sürgün cezası aldı. 1899’da Trablusgarp’a gönderildi, fakat yol masrafları bulunmadığından burada hapsedildi. Bir süre sonra şehir içinde serbest bırakıldı. Bu dönem onun siyasal bilincini daha da keskinleştirdi. Kısa süre içinde Ahmet Ferit (Tek) ile birlikte Fransa’ya kaçtı. Paris Yılları Fransa’da Paris Siyasal Bilgiler Okulu’na kaydoldu. Burada Albert Sorel gibi isimlerden dersler aldı, ulusçuluk fikirleri derinleşti. Eski Jön Türklerden Şerafettin Mağmumi ile tanıştı. 1903’te okuldan üçüncülükle mezun oldu. Tezi, Osmanlı Devleti kurumları üzerineydi ve milliyetçilik fikrini akademik bir çerçeveye oturtuyordu. Kazan Yılları 1903’te İstanbul’a dönmesi yasak olduğu için Kazan’a gitti. Burada öğretmenlik yaptı, çeşitli gazetelerde yazılar kaleme aldı. 1904’te Kahire’de yayımlanan “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesi onun en bilinen eseri oldu. Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülüğü tartıştığı bu metin, Türkçülüğün manifestosu olarak kabul edildi. Ayrıca “Kazan Muhbiri” gazetesini çıkardı, Rusya Müslümanları İttifakı’nın kuruluşunda yer aldı. İstanbul’da Siyasi Faaliyetleri 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla İstanbul’a geldi. Darülfünun ve Mülkiye’de hocalık yaptı. Türk Derneği, Türk Yurdu ve Türk Ocağı’nın kuruluşlarında etkin rol aldı. Türk Yurdu dergisini 17 yıl boyunca yönetti. Bu süreçte Türkçülük düşüncesi Osmanlı aydınları arasında örgütlü bir zemine kavuştu. Millî Mücadele Yılları I. Dünya Savaşı ve sonrasında Avrupa’da konferanslar verdi, Rusya’daki Türklerin haklarını savundu. 1919’da İstanbul’a döndüğünde İngilizler tarafından tutuklandı. Serbest kaldıktan sonra Anadolu’ya geçti. Millî Mücadele’ye katılarak Hariciye Vekâleti’nde görev aldı. 1923’te İstanbul milletvekili seçildi. Cumhuriyet’in kuruluşunda Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakın isimlerinden biri oldu. Tarih Çalışmaları 1925’te Ankara Hukuk Mektebi’nde siyasi tarih dersleri verdi. 1931’de Atatürk’ün davetiyle Türk Tarih Kurumu’nun kurucuları arasında yer aldı ve ertesi yıl kurumun başkanı oldu. Birinci Türk Tarih Kongresi’ni yönetti. 1933 Üniversite Reformu’yla İstanbul Üniversitesi’nde profesör oldu. 11 Mart 1935’te Kars milletvekili olarak görev yaparken kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Edirnekapı Şehitliği’ne defnedildi. Görüşleri Akçura’nın en önemli eseri olan “Üç Tarz-ı Siyaset”, Osmanlı İmparatorluğu’nun geleceği için üç yol önerir: Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük. Ona göre Osmanlıcılık artık uygulanamazdı; İslamcılık güçlü bir teşkilat ruhu taşısa da imparatorluğu kurtarmaya yetmezdi. En gerçekçi yol Türk milliyetçiliğiydi. Ziya Gökalp’ın devletçi milliyetçiliğinden farklı olarak Akçura, daha toplumsal içerikli, “burjuva” tipi bir milliyetçilik tasarladı. Tarihi bir “mücerret ilim” değil, milletlerin varlığını korumak için bir araç olarak gördü. Bu yönüyle Cumhuriyet dönemi tarih ve kültür politikalarının temelinde etkili oldu. Yapıtları Üç Tarz-ı Siyaset (1904) – Türkçülük manifestosu Mevkufiyet Hatıraları (1904) – Sürgün yıllarının anıları Türk Yurdu Dergisi Yazıları (1911-1928) Muasır Avrupa’da Siyasi ve İçtimai Fikirler (1923) Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri (1940, ölümünden sonra yayımlandı) Tarih-i Siyasi Dersleri (1927-1935, 6 cilt) Ulûm ve Tarih (1906) Ta Kendim yahut Defter-i Âmâlim (1944, ölümünden sonra)

Sosyalizmden Türkçülüğe evrilmenin hikayesi Haber

Sosyalizmden Türkçülüğe evrilmenin hikayesi

Ataol Behramoğlu: Sosyalizmden Türkçülüğe evrilmenin hikayesi Türk edebiyatının tanınmış isimlerinden Ataol Behramoğlu, yıllardır solcu kimliğiyle anılan bir şair, yazar ve akademisyen. Ancak son dönemde sosyal medya paylaşımları ve geçmiş çeviri tartışmaları, onu "sosyalizmden Türk milliyetçiliğine evrilen" bir figür olarak gündeme getirdi. Eleştirmenler, Behramoğlu'nun 1982 Anayasası'nın tartışmalı vatandaşlık maddesini savunmasını ve Kürt kimliğini yok sayan tutumunu "faşist" ve "ırkçı" olarak nitelendirirken, destekçileri bunu "ulusal bütünlük" vurgusu olarak görüyor. Bu haber, Behramoğlu'nun hayat hikayesini, siyasi dönüşüm iddialarını ve son tartışmaları mercek altına alıyor. Sosyalist kökenler: TİP'ten sürgüne uzanan yol Ataol Behramoğlu, 13 Nisan 1942'de İstanbul'un Çatalca ilçesinde Azerbaycan kökenli bir ailede doğdu. Eğitimini Çankırı'da tamamlayan Behramoğlu, 1966'da Ankara Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Siyasi hayatı, 1962'de Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) katılmasıyla başladı. Toplumcu gerçekçi şiir anlayışıyla öne çıkan Behramoğlu, 1960'lar ve 1970'lerde sol hareketin önemli figürlerinden biriydi. Şiir kitapları gibi "Bir Ermeni General" (1965) ve "Bir Gün Mutlaka" (1970) isimli kitapları sosyalist idealleri yansıtan eserler olarak kabul edildi. 1970-1972 yılları arasında siyasi nedenlerle Londra ve Paris'te sürgünde yaşadı; burada Louis Aragon ve Pablo Neruda gibi solcu edebiyatçılarla tanıştı. 1972'de Sovyet Yazarlar Birliği'nin davetiyle Moskova'ya giderek iki yıl kaldı. Dönüşünde İstanbul Şehir Tiyatroları'nda dramaturg olarak çalıştı, 1979'da Türkiye Yazarlar Sendikası genel sekreteri oldu. 1980 askeri darbesinden sonra Barış Derneği kurucusu olarak tutuklandı ve 10 ay hapis yattı. 1984'te Fransa'ya giderek Sorbonne'da lisansüstü çalışmalar yaptı, 1989'da Türkiye'ye döndü. Akademik kariyerinde İstanbul Üniversitesi'nde doçent ve profesör unvanları aldı, halen İstanbul Aydın Üniversitesi'nde öğretim üyesi. Behramoğlu'nun erken dönemi, sosyalist mücadeleyle özdeşleşti. Şiirlerinde emek, eşitlik ve anti-emperyalizm temaları hakimdi. Örneğin, "Mustafa Suphi Destanı" (1979) gibi eserleri, komünist önder Mustafa Suphi'yi anlatarak sol ideolojiyi yüceltiyordu. Eleştirmenler, onun şiirini "toplumcu bilinç" ile ilişkilendiriyordu. Dönüşüm iddiaları: Milliyetçilik suçlamaları ve tartışmalı paylaşımlar Son yıllarda Behramoğlu, solcu geçmişine rağmen milliyetçilikle suçlanıyor. Eleştirmenler, bunu "sosyalizmden Türkçülüğe evrilme" olarak tanımlıyor. Bu iddiaların kökeni, 1960'ların sosyalist solunda milliyetçi eğilimlerin varlığına dayanıyor. En büyük tartışma, Temmuz 2025'te X platformunda paylaştığı anayasa maddeleriyle patlak verdi. Behramoğlu, Osmanlı'dan 1982 Anayasası'na kadar "Türk vatandaşlığı" tanımlarını sıralayarak, "Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür" maddesini (1982 Anayasası Madde 66) savundu. Eleştirmenler, bunu Kürt kimliğini inkar ve asimilasyon politikalarını desteklemek olarak gördü. Bir X kullanıcısı, "Solculuk maskesine sığınan ırkçı faşist" diyerek tepki gösterdi ve Behramoğlu'nu Türk milliyetçiliğini mutlaklaştırmakla suçladı. Başka bir suçlama, 1970'lerde çevirdiği Puşkin'in "Erzurum Yolculuğu" eserinde "Kürt kargısı" ifadesini sansürlediği iddiası. Eleştirmenler, bunu Kürt kimliğini silme girişimi olarak nitelendiriyor. Behramoğlu bunu reddetse de, tartışma sosyal medyada alevlendi. Behramoğlu'nun hayvan hakları paylaşımları da hipokrizi suçlamalarına yol açtı. Behramoğlu, hayvanlara kötülüğe ağır ceza isterken, Kurban Bayramı öncesi "Canlıları keserek bayram olmaz" demiş, ancak barbekü partisinde görülmesi İslam karşıtlığı ve milliyetçilik eleştirilerini tetikledi. Kürtçe eğitim talebine karşı çıkması da milliyetçilik suçlamalarını güçlendirdi. Behramoğlu, eleştirilere "ırkçı faşistlere yanıt" vereceğini belirterek, Cumhuriyet gazetesinde yazı yayınlayacağını duyurdu. Destekçileri, paylaşımlarını "tarihsel karşılaştırma" olarak görüyor ve onu "sol görünümlü milliyetçi" olarak suçlayanları "Kürtçü faşizm"le itham ediyor. Örneğin, bir X kullanıcısı, Behramoğlu'nu Kemalizm'in ulus devlet anlayışıyla uyumlu bulduğunu belirtti. Bir entelektüelin dönüşümü mü, yoksa tutarlılık mı? Behramoğlu'nun hikayesi, Türkiye'deki sol-milliyetçilik gerilimini yansıtıyor. Sosyalist köklerinden milliyetçi suçlamalara uzanan yol, kimilerine göre "evrilme", kimilerine göre "ulusalcı sol"un doğal uzantısı. Eleştirmen Kenan Karahancı, "Güya sosyalisttin, yaşlanmaya bağlı bunaklık mı?" diye sordu. Tartışma, Türkiye'deki kimlik siyasetini yeniden gündeme getirirken, Behramoğlu'nun Cumhuriyet Gazetesi'nde yapacağını duyurduğu açıklama merakla bekleniyor.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.