Ve Devlet Bahçeli, 2024 yılının Ekim ayında başlattığı devrimi ileri taşımaya devam ediyor. Bahçeli, Türkiye’yi daimi devrim momentine yükselttiği için yeni hedefler koymaya ve bu hedefler için stratejiler üretmeye devam edecek. Konulan hedef: Kudüs.
Peki, bu hedefe varmak için ne gerekli? Öncelikle bir restorasyon gerekli. Başka bir deyişle, Türkiye’nin gerek içerideki meşruiyetini gerek dışarıdaki etki gücünü bu hedef uğruna yeniden kurması. Evet, yeniden kurmak: Olduğu yerde donup kalmış Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Bahçeli’nin devrimci türküsüne uygun ritimlerle dansa kalkmalı.
Birbirini Tamamlayan Aktörler: Erdoğan, Bahçeli ve Fidan
Daha net ifade edelim: Stratejinin (yani, eylem çerçevesinin) sorumluluğu Bahçeli’nin, taktiksel adımların (yani, eylemlerin) sorumluluğu ise Recep Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan’a aittir. Birbirini tamam eden bu iki hat, uygun adımda birleştiğinde Türkiye büyüyecektir. Zira bu iki hattın istikameti, Büyük Türkiye’dir. Hem fiziksel hem etki etme gücü anlamında sembolik bir büyümeden bahsediyorum.
Neden stratejiyi (karar ve eylem çerçevesini) Bahçeli kuruyor ve işaret fişeğini hep önce o atıyor? Bu öncülük ve devrimcilik, tarihin ruhu gereğidir: Tarihin Sağcı Ruhu… Dünya ölçeğinde 1993 yılından sonra sağ geriletilmişti ve 2025 yılı itibariyle sağın artık engellenemez yükselişi gerçekleşti. Bu gerileme ve yeniden yükselme, ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin iktidarda olma ve muktedir kalma serüveniyle yakından ilişkilidir.
Zamanımızın pratik sorunu şudur: Trump özelinde Cumhuriyetçilerin muktedir kalma iradesi ve İsrail’e itiraz etme kapasitesi ile doğrudan bağlantılı olan bu sağ yükseliş (diğer bir deyişle, şimdiki zamanın ruhu) hangi bedenlerde tecessüm edecek?
Bahçeli’nin danışmanları (yani, yakın çevresi) 90’lardan beri sağ siyasetin içinde olan üst düzey devlet memurlarından ve politikacı elitlerden oluşuyor. Bu anlamda, 90’larda geriletilen sağın bütün ceremesini çeken ve 2010’ların sonlarında yükselen sağın bütün aşamalarına önceden hazırlık yapabilen bir danışman kadrosuna ve tarihsel hafızaya sahiptir Bahçeli. Demem o ki, Bahçeli’nin politik bedeni (corpus politicum), Erdoğan ve Fidan’ın politik pratikleri için gereken tecrübeyi haizdir. Bu sebeple, revelüasyon/devrim Bahçeli’nin; restorasyon/yeniden-kurma Erdoğan’ın ve Fidan’ın uhdesine geçmiştir.
Bunlar, adı geçen üç karakterin tarihsel eylem alanlarıdır. Birinin diğerine hiyerarşik bir üstünlüğü yoktur. Bu kişiler, birbirini tamamlayan ve Türkiye’yi ileri doğru götüren üç tarihsel karakterdir.
“Kudüs Paktı” Önerisi
Şimdi en başa dönelim ve Bahçeli’nin ilkin Kudüs çıkışını, ikincileyin Türkiye-Rusya-Çin İttifakı önerisini az önce tasvir ettiğimiz düzenek ölçüsünde analiz edelim.
Önce başlıktaki “ustura” metaforunu kısaca açıklamak icab eder. Tanıyanlar bilir, lisans eğitimime felsefe tahsil ederek başladım. O yüzden felsefe tarihinden bir örnek vereceğim: Ockham’ın Usturası. 14. yüzyılda yaşamış ve modern felsefenin kuruluşunda oldukça etkili olmuş büyük mantıkçı-filozof Ockhamlı William'ın yöntemsel bir ilkesinden ismini alır bu metafor. Problem çözmek için üretilen bu ilke, basitlik ilkesi olarak da bilinir. Bir olgunun izah edilmesi için, daha doğrusu mantıksal bir problemin çözülmesi için, “zorunlu olmadıkça varsayımları ve olasılıkları çoğaltmamak gereklidir” ilkesine dayanır. En az varsayıma sahip olan çözüm yöntemi, doğru yöntemdir. Amaç doğruyu bulmaktır; ve gereksiz ayrıntılar elenirse (kesilip atılırsa), doğru yaklaşım açığa çıkar.
Bahçeli, o keskin devletlû usturasıyla gereksiz bütün ayrıntıları (korku ve endişeleri) elimine edip rasyonel bir yöntem ortaya koyuyor: Gazze üzerinden Kudüs’ü işaret ediyor. Kudüs’ü işaret ederek, lüzumsuz varsayımları o kadar azaltıyor ki işaret ettiği hedefin “Gazze üzerinden” geçtiğini bizzat bu metnin yazarı izah etmek durumunda kalıyor.
Aslında Bahçeli ilk defa Kudüs’e işaret etmiyor. Stratejik bir hedef olarak Kudüs’ü işaret ettiği ilk tarih: 5 Ağustos 2024. Bu tarihte bölge ülkeleriyle birlikte Kudüs Paktı’nın kurulması gerektiğini önermişti. Trump “Gazze’yi imara açacağız” diye bir açıklama yapınca Bahçeli bir kere daha müdahale etti: 13 Şubat 2025 tarihinde daha önce önerdiği “Kudüs Paktı” teklifini yeniden gündeme getirdi.
Ve şimdi üçüncü vurgu geldi, Kudüs oldukça net ifadelerle işaret edildi: “Kudüs vatan[dır]… Kudüs düşerse Ankara kaybeder, İstanbul kavrulur.”
Peki neden şimdi? Çünkü şimdi koşullar uygun. Devrimci planın restorasyoncu adımları için bütün koşullar uygun. “Kudüs düşerse Ankara kaybeder” ifadelerinin geçtiği metinde Bahçeli, ‘şimdi’nin bağrında beliriveren fırsata dikkat çekiyor: “Gelecek hafta yapılacak Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısı bu hususta mühim bir fırsat olarak ele alınmalı, İsrail küresel yalnızlığa hapsedilmelidir. Sayın Cumhurbaşkanımızın Genel Kurul’da yapacağı konuşmasının mazlum ve mağdurların ortak seslenişi, zalimleri titreten ve alayının gözünün içine baka baka hakkı haykıran bir içerikte olması samimi dilek ve beklentimizdir.”
Filistin’in devlet olarak tanıyan İngiltere, Kanada ve Avustralya başta olmak üzere birçok devletin varlığı, şimdi koşulların uygun olduğuna delildir.
İtalyan Dışişleri Bakanı Antonio Tajani’nin geçtiğimiz günlerde yaptığı “Filistin Devletini inşa etmek için yeni bir BM askerî misyonuna İtalyan ordusunu göndermeye hazırız” açıklaması, şimdi koşulların uygun olduğuna delildir.
Müstakbel Gazze Tezkeresi
Türkiye 2020 yılında Libya’ya nasıl müdahale ettiyse, aynı hazırlık örüntüsünü Gazze için planladığını söylemek yanlış olmaz. Bahçeli’nin işaret ettiği Kudüs hedefinin ilk durağı Gazze’dir. Diplomatik girişimlerle uygun zemini oluşturma ve iç siyaset konsolidasyonu (Terörsüz Türkiye ve Türkiye Yüzyılı vizyonları) tamamlanmak üzere. Sırada uluslararası meşruiyet tedariki var.
Bu tedarik, önümüzdeki hafta BM Genel Kurul toplantısında sağlanacak gibi duruyor. 19 Ocak 2020 günü düzenlenen Libya konulu Berlin Zirvesi’nin sonuç bildirgesinin en önemli maddesi şuydu: "BM himayesinde Berlin zirvesi sonrasında koordinasyonu sürdürmek için bir Uluslararası İzleme Komitesi oluşturuyoruz"
O zirvede Erdoğan yaptığı konuşmada mealen şunu söylemişti: Eğer siz Libya’yı korumaya gidemiyorsanız, biz hazırız. Türkiye gerçekten de hazırdı; çünkü, 27 Kasım 2019’da Türkiye ve Libya arasında "deniz yetki alanlarının sınırlandırılması" ve "askeri güvenlik işbirliği" mutabakat muhtıraları imzalandı. Türkiye gerçekten de hazırdı; çünkü, 2 Ocak 2020’de Libya’ya asker gönderilmesine ilişkin tezkere TBMM’de onaylanmıştı.
Bana göre, Bahçeli’nin usturasının mantıkî işleyişi gereği, benzer bir yol haritası ve 2025 koşullarına göre güncellenmiş bir eylem çerçevesi Gazze için hayata geçirilecek. Detayları yaşayarak göreceğiz.
Bunun için sadece BM meşruiyeti yetmez, aynı zamanda Trump’ın ikna edilmesi ve Trump’a, İsrail’e karşı koyma cesareti kazandırmak gerekiyor. Peki, bu nasıl yapılacak? ABD’de İsrail’e karşı geliştirilen 32 yıllık Cumhuriyetçi korkaklık (1993-2025) nasıl azalma eğilimine geçecek?
İşte Bahçeli’nin usturası burada devreye giriyor: Türkiye-Rusya-Çin (TRÇ) İttifakı önerisiyle. Bir korkuyu elimine etmenin en kestirme yolu, başka ve daha büyük bir korkudur.
TRÇ İttifakı’nın Muhatapları Kimlerdir?
Trump’ın Çin’i çevreleme ve Çin’in yükselişini tersine çevirme stratejisinin bir istikbali olması için, müttefik sayısını artırması gerekir. Kendisi bütün dikkat dağınıklığına rağmen bu gerçeğin farkında. Her ne kadar Hindistan’a yönelik birtakım tarifeler uygulasa da Trump, yapılan hataların sonucunda Rusya ve Hindistan’ın Çin’le yakınlaştığını gayet iyi biliyor. Zaten 5 Eylül’de şöyle bir açıklama yapmıştı: “Hindistan ve Rusya’yı en derin, en karanlık Çin’e kaptırdık gibi görünüyor.”
Hindistan ve Rusya’yı Çin yolundan döndürmenin bir yolunu bulabilir mi Trump? Bir ihtimal var ki Trump “gibi görünüyor” şerhi düşmüş. Ama bu, bir bahs-i diğerdir.
Şimdiki konumuz şu: Ya Türkiye’yi de, Trump’ın tabiriyle, Çin’e ‘kaptırırsa’ ne olacak? İşte o zaman Trump ABD’sinin hiçbir küresel iddiası kalmaz. Ve Trump, tarihe, o her Allah’ın günü küfürler ettiği Biden’ın şeytan ikizi olarak geçer. Ortadoğu’da İsrail’in peşine takılmaya devam ederse, Trump, İkinci Joe Biden olacaktır. Bahçeli’nin usturası, kestirmeden ve doğrudan doğruya bu korkuyu ajite edecek.
Bu anlamda, Bahçeli’nin usturasınınbirinci muhatabı Trump’tır. 25 Eylül’deki Erdoğan-Trump görüşmesi için yapılabilecek en kestirme müdahale budur.
Hâlihazırda ABD’nin Orta Doğu politikası İsrail’in saldırganlığı tarafından şekillendiriliyor ve bu Amerika’ya zarar veriyor. ABD bunu durdurma gücüne sahip ama bunu yapacak siyasî irade yok. Esasında Trump, onlarca yıldır herhangi bir ABD başkanından çok daha fazla Netanyahu’yu dizginleyebilecek bir konumdaydı; ama bunun yerine Netanyahu’nun peşine takılıp durdu. Trump yönetiminin dış politika üzerinde otoritesini yeniden kazanmak için kararlı ve dikkatli adımlar atması artık bir zorunluluk haline geldi. Zira İsrail, hem Trump’ın sırtındaki kambur hem de tepesinde sallanan kılıçtır.
Bahçeli’nin usturasınınikinci muhatabı ise, içeridedir:Bizzat devlet içindeki Avrasyacı kadrolardır. Bu kadrolar, devletin dış politika repertuvarı üzerinde etkili olan tecrübeli isimlerdir. Bahçeli’nin Kudüs çıkışı, devleti Avrasyacı bir rotaya sokmadı; bilâkis harika bir şeyin yolunu döşedi: Avrasyacı birikimi ve siyasal kadroları “Kudüsçü” yaptı. Başka bir deyişle, Türkiye’deki bütün Avrasyacıların artık “Kudüs Meselesi” diye meselesi oldu.
Daha keskin ve somut bir şekilde ifade etmek gerekir: Bahçeli’nin bu müdahalesi ile, an itibariyle, Türkiye’de Avrasyacılığın ilk koşulu, Gazze Tezkeresi için şartları olgunlaştırmaktan ve Kudüs’ten geçer hale geldi.
TRÇ İttifakı çıkışının dış muhatabı Trump ve onun politika yapıcı ekibidir, Rusya ve Çin değil. TRÇ İttifakı çıkışı, Çin’e ve Rusya’ya bir yakınlaşma olarak yorumlanamaz. Çünkü Rusya ve Çin, Türkiye’nin zaten ikinci doğal seçeneği idi. Ama ikinci… Yani bıçak kemiğe dayandığında veya sabırlar taştığında beliriveren söylemsel bir seçenek. Pratik bir seçenek değil.
Ayrıca, Rusya ve Çin Gazze meselesinde ve İsrail’e karşı vaziyet alışlarında Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu yerde değiller. Sadece şu iki şeyi hatırlamak kâfi: (i) Zamanında Rusya’nın Suriye’de İsrail’e açtığı alanın genişliği; (ii) Çin’in İsrail’le hâlihazırdaki ekonomik ilişkilerin üst düzeyde oluşu.
Bu yazı sınırları çok zorladı ve yeterince uzun oldu. TRÇ İttifakı’nın dış ve iç muhataplarını yarınki ve öbür günkü yazılarda detaylıca tartışacağız.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mehmet Sabri Akgönül
BAHÇELİ’NİN USTURASI
Ve Devlet Bahçeli, 2024 yılının Ekim ayında başlattığı devrimi ileri taşımaya devam ediyor. Bahçeli, Türkiye’yi daimi devrim momentine yükselttiği için yeni hedefler koymaya ve bu hedefler için stratejiler üretmeye devam edecek. Konulan hedef: Kudüs.
Peki, bu hedefe varmak için ne gerekli? Öncelikle bir restorasyon gerekli. Başka bir deyişle, Türkiye’nin gerek içerideki meşruiyetini gerek dışarıdaki etki gücünü bu hedef uğruna yeniden kurması. Evet, yeniden kurmak: Olduğu yerde donup kalmış Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Bahçeli’nin devrimci türküsüne uygun ritimlerle dansa kalkmalı.
Birbirini Tamamlayan Aktörler: Erdoğan, Bahçeli ve Fidan
Daha net ifade edelim: Stratejinin (yani, eylem çerçevesinin) sorumluluğu Bahçeli’nin, taktiksel adımların (yani, eylemlerin) sorumluluğu ise Recep Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan’a aittir. Birbirini tamam eden bu iki hat, uygun adımda birleştiğinde Türkiye büyüyecektir. Zira bu iki hattın istikameti, Büyük Türkiye’dir. Hem fiziksel hem etki etme gücü anlamında sembolik bir büyümeden bahsediyorum.
Neden stratejiyi (karar ve eylem çerçevesini) Bahçeli kuruyor ve işaret fişeğini hep önce o atıyor? Bu öncülük ve devrimcilik, tarihin ruhu gereğidir: Tarihin Sağcı Ruhu… Dünya ölçeğinde 1993 yılından sonra sağ geriletilmişti ve 2025 yılı itibariyle sağın artık engellenemez yükselişi gerçekleşti. Bu gerileme ve yeniden yükselme, ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin iktidarda olma ve muktedir kalma serüveniyle yakından ilişkilidir.
Zamanımızın pratik sorunu şudur: Trump özelinde Cumhuriyetçilerin muktedir kalma iradesi ve İsrail’e itiraz etme kapasitesi ile doğrudan bağlantılı olan bu sağ yükseliş (diğer bir deyişle, şimdiki zamanın ruhu) hangi bedenlerde tecessüm edecek?
Bahçeli’nin danışmanları (yani, yakın çevresi) 90’lardan beri sağ siyasetin içinde olan üst düzey devlet memurlarından ve politikacı elitlerden oluşuyor. Bu anlamda, 90’larda geriletilen sağın bütün ceremesini çeken ve 2010’ların sonlarında yükselen sağın bütün aşamalarına önceden hazırlık yapabilen bir danışman kadrosuna ve tarihsel hafızaya sahiptir Bahçeli. Demem o ki, Bahçeli’nin politik bedeni (corpus politicum), Erdoğan ve Fidan’ın politik pratikleri için gereken tecrübeyi haizdir. Bu sebeple, revelüasyon/devrim Bahçeli’nin; restorasyon/yeniden-kurma Erdoğan’ın ve Fidan’ın uhdesine geçmiştir.
Bunlar, adı geçen üç karakterin tarihsel eylem alanlarıdır. Birinin diğerine hiyerarşik bir üstünlüğü yoktur. Bu kişiler, birbirini tamamlayan ve Türkiye’yi ileri doğru götüren üç tarihsel karakterdir.
“Kudüs Paktı” Önerisi
Şimdi en başa dönelim ve Bahçeli’nin ilkin Kudüs çıkışını, ikincileyin Türkiye-Rusya-Çin İttifakı önerisini az önce tasvir ettiğimiz düzenek ölçüsünde analiz edelim.
Önce başlıktaki “ustura” metaforunu kısaca açıklamak icab eder. Tanıyanlar bilir, lisans eğitimime felsefe tahsil ederek başladım. O yüzden felsefe tarihinden bir örnek vereceğim: Ockham’ın Usturası. 14. yüzyılda yaşamış ve modern felsefenin kuruluşunda oldukça etkili olmuş büyük mantıkçı-filozof Ockhamlı William'ın yöntemsel bir ilkesinden ismini alır bu metafor. Problem çözmek için üretilen bu ilke, basitlik ilkesi olarak da bilinir. Bir olgunun izah edilmesi için, daha doğrusu mantıksal bir problemin çözülmesi için, “zorunlu olmadıkça varsayımları ve olasılıkları çoğaltmamak gereklidir” ilkesine dayanır. En az varsayıma sahip olan çözüm yöntemi, doğru yöntemdir. Amaç doğruyu bulmaktır; ve gereksiz ayrıntılar elenirse (kesilip atılırsa), doğru yaklaşım açığa çıkar.
Bahçeli, o keskin devletlû usturasıyla gereksiz bütün ayrıntıları (korku ve endişeleri) elimine edip rasyonel bir yöntem ortaya koyuyor: Gazze üzerinden Kudüs’ü işaret ediyor. Kudüs’ü işaret ederek, lüzumsuz varsayımları o kadar azaltıyor ki işaret ettiği hedefin “Gazze üzerinden” geçtiğini bizzat bu metnin yazarı izah etmek durumunda kalıyor.
Aslında Bahçeli ilk defa Kudüs’e işaret etmiyor. Stratejik bir hedef olarak Kudüs’ü işaret ettiği ilk tarih: 5 Ağustos 2024. Bu tarihte bölge ülkeleriyle birlikte Kudüs Paktı’nın kurulması gerektiğini önermişti. Trump “Gazze’yi imara açacağız” diye bir açıklama yapınca Bahçeli bir kere daha müdahale etti: 13 Şubat 2025 tarihinde daha önce önerdiği “Kudüs Paktı” teklifini yeniden gündeme getirdi.
Ve şimdi üçüncü vurgu geldi, Kudüs oldukça net ifadelerle işaret edildi: “Kudüs vatan[dır]… Kudüs düşerse Ankara kaybeder, İstanbul kavrulur.”
Peki neden şimdi? Çünkü şimdi koşullar uygun. Devrimci planın restorasyoncu adımları için bütün koşullar uygun. “Kudüs düşerse Ankara kaybeder” ifadelerinin geçtiği metinde Bahçeli, ‘şimdi’nin bağrında beliriveren fırsata dikkat çekiyor: “Gelecek hafta yapılacak Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısı bu hususta mühim bir fırsat olarak ele alınmalı, İsrail küresel yalnızlığa hapsedilmelidir. Sayın Cumhurbaşkanımızın Genel Kurul’da yapacağı konuşmasının mazlum ve mağdurların ortak seslenişi, zalimleri titreten ve alayının gözünün içine baka baka hakkı haykıran bir içerikte olması samimi dilek ve beklentimizdir.”
Filistin’in devlet olarak tanıyan İngiltere, Kanada ve Avustralya başta olmak üzere birçok devletin varlığı, şimdi koşulların uygun olduğuna delildir.
İtalyan Dışişleri Bakanı Antonio Tajani’nin geçtiğimiz günlerde yaptığı “Filistin Devletini inşa etmek için yeni bir BM askerî misyonuna İtalyan ordusunu göndermeye hazırız” açıklaması, şimdi koşulların uygun olduğuna delildir.
Müstakbel Gazze Tezkeresi
Türkiye 2020 yılında Libya’ya nasıl müdahale ettiyse, aynı hazırlık örüntüsünü Gazze için planladığını söylemek yanlış olmaz. Bahçeli’nin işaret ettiği Kudüs hedefinin ilk durağı Gazze’dir. Diplomatik girişimlerle uygun zemini oluşturma ve iç siyaset konsolidasyonu (Terörsüz Türkiye ve Türkiye Yüzyılı vizyonları) tamamlanmak üzere. Sırada uluslararası meşruiyet tedariki var.
Bu tedarik, önümüzdeki hafta BM Genel Kurul toplantısında sağlanacak gibi duruyor. 19 Ocak 2020 günü düzenlenen Libya konulu Berlin Zirvesi’nin sonuç bildirgesinin en önemli maddesi şuydu: "BM himayesinde Berlin zirvesi sonrasında koordinasyonu sürdürmek için bir Uluslararası İzleme Komitesi oluşturuyoruz"
O zirvede Erdoğan yaptığı konuşmada mealen şunu söylemişti: Eğer siz Libya’yı korumaya gidemiyorsanız, biz hazırız. Türkiye gerçekten de hazırdı; çünkü, 27 Kasım 2019’da Türkiye ve Libya arasında "deniz yetki alanlarının sınırlandırılması" ve "askeri güvenlik işbirliği" mutabakat muhtıraları imzalandı. Türkiye gerçekten de hazırdı; çünkü, 2 Ocak 2020’de Libya’ya asker gönderilmesine ilişkin tezkere TBMM’de onaylanmıştı.
Bana göre, Bahçeli’nin usturasının mantıkî işleyişi gereği, benzer bir yol haritası ve 2025 koşullarına göre güncellenmiş bir eylem çerçevesi Gazze için hayata geçirilecek. Detayları yaşayarak göreceğiz.
Bunun için sadece BM meşruiyeti yetmez, aynı zamanda Trump’ın ikna edilmesi ve Trump’a, İsrail’e karşı koyma cesareti kazandırmak gerekiyor. Peki, bu nasıl yapılacak? ABD’de İsrail’e karşı geliştirilen 32 yıllık Cumhuriyetçi korkaklık (1993-2025) nasıl azalma eğilimine geçecek?
İşte Bahçeli’nin usturası burada devreye giriyor: Türkiye-Rusya-Çin (TRÇ) İttifakı önerisiyle. Bir korkuyu elimine etmenin en kestirme yolu, başka ve daha büyük bir korkudur.
TRÇ İttifakı’nın Muhatapları Kimlerdir?
Trump’ın Çin’i çevreleme ve Çin’in yükselişini tersine çevirme stratejisinin bir istikbali olması için, müttefik sayısını artırması gerekir. Kendisi bütün dikkat dağınıklığına rağmen bu gerçeğin farkında. Her ne kadar Hindistan’a yönelik birtakım tarifeler uygulasa da Trump, yapılan hataların sonucunda Rusya ve Hindistan’ın Çin’le yakınlaştığını gayet iyi biliyor. Zaten 5 Eylül’de şöyle bir açıklama yapmıştı: “Hindistan ve Rusya’yı en derin, en karanlık Çin’e kaptırdık gibi görünüyor.”
Hindistan ve Rusya’yı Çin yolundan döndürmenin bir yolunu bulabilir mi Trump? Bir ihtimal var ki Trump “gibi görünüyor” şerhi düşmüş. Ama bu, bir bahs-i diğerdir.
Şimdiki konumuz şu: Ya Türkiye’yi de, Trump’ın tabiriyle, Çin’e ‘kaptırırsa’ ne olacak? İşte o zaman Trump ABD’sinin hiçbir küresel iddiası kalmaz. Ve Trump, tarihe, o her Allah’ın günü küfürler ettiği Biden’ın şeytan ikizi olarak geçer. Ortadoğu’da İsrail’in peşine takılmaya devam ederse, Trump, İkinci Joe Biden olacaktır. Bahçeli’nin usturası, kestirmeden ve doğrudan doğruya bu korkuyu ajite edecek.
Bu anlamda, Bahçeli’nin usturasının birinci muhatabı Trump’tır. 25 Eylül’deki Erdoğan-Trump görüşmesi için yapılabilecek en kestirme müdahale budur.
Hâlihazırda ABD’nin Orta Doğu politikası İsrail’in saldırganlığı tarafından şekillendiriliyor ve bu Amerika’ya zarar veriyor. ABD bunu durdurma gücüne sahip ama bunu yapacak siyasî irade yok. Esasında Trump, onlarca yıldır herhangi bir ABD başkanından çok daha fazla Netanyahu’yu dizginleyebilecek bir konumdaydı; ama bunun yerine Netanyahu’nun peşine takılıp durdu. Trump yönetiminin dış politika üzerinde otoritesini yeniden kazanmak için kararlı ve dikkatli adımlar atması artık bir zorunluluk haline geldi. Zira İsrail, hem Trump’ın sırtındaki kambur hem de tepesinde sallanan kılıçtır.
Bahçeli’nin usturasının ikinci muhatabı ise, içeridedir: Bizzat devlet içindeki Avrasyacı kadrolardır. Bu kadrolar, devletin dış politika repertuvarı üzerinde etkili olan tecrübeli isimlerdir. Bahçeli’nin Kudüs çıkışı, devleti Avrasyacı bir rotaya sokmadı; bilâkis harika bir şeyin yolunu döşedi: Avrasyacı birikimi ve siyasal kadroları “Kudüsçü” yaptı. Başka bir deyişle, Türkiye’deki bütün Avrasyacıların artık “Kudüs Meselesi” diye meselesi oldu.
Daha keskin ve somut bir şekilde ifade etmek gerekir: Bahçeli’nin bu müdahalesi ile, an itibariyle, Türkiye’de Avrasyacılığın ilk koşulu, Gazze Tezkeresi için şartları olgunlaştırmaktan ve Kudüs’ten geçer hale geldi.
TRÇ İttifakı çıkışının dış muhatabı Trump ve onun politika yapıcı ekibidir, Rusya ve Çin değil. TRÇ İttifakı çıkışı, Çin’e ve Rusya’ya bir yakınlaşma olarak yorumlanamaz. Çünkü Rusya ve Çin, Türkiye’nin zaten ikinci doğal seçeneği idi. Ama ikinci… Yani bıçak kemiğe dayandığında veya sabırlar taştığında beliriveren söylemsel bir seçenek. Pratik bir seçenek değil.
Ayrıca, Rusya ve Çin Gazze meselesinde ve İsrail’e karşı vaziyet alışlarında Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu yerde değiller. Sadece şu iki şeyi hatırlamak kâfi: (i) Zamanında Rusya’nın Suriye’de İsrail’e açtığı alanın genişliği; (ii) Çin’in İsrail’le hâlihazırdaki ekonomik ilişkilerin üst düzeyde oluşu.
Bu yazı sınırları çok zorladı ve yeterince uzun oldu. TRÇ İttifakı’nın dış ve iç muhataplarını yarınki ve öbür günkü yazılarda detaylıca tartışacağız.