SON DAKİKA

#Sosyalizm

HABER DEĞER - Sosyalizm haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Sosyalizm haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Dünya Madenciler Günü’nde emek sermayeye soruyor Haber

Dünya Madenciler Günü’nde emek sermayeye soruyor

Dünya genelinde her yıl binlerce madenci, iş cinayetlerinde yaşamını yitirirken; 4 Aralık Dünya Madenciler Günü, nerede, nasıl ve neden bu ölümlerin yaşandığını sorgulayan küresel bir vicdan gününe dönüşüyor. Türkiye’de ve dünyada maden kazaları, yalnızca “kaza” değil, siyasal tercihler ve ekonomik sistemin ürettiği bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Yeraltında emek, yeryüzünde kâr: Bu düzen kime çalışıyor? Madencilik, insanlık tarihinin en ağır emek biçimlerinden biri olmayı sürdürüyor. Yeraltından çıkarılan her taş, her mineral, her ton kömür; görünmeyen bir emeğin, çoğu zaman da geri dönmeyen hayatların bedeliyle yeryüzüne ulaşıyor. Buna karşın yaratılan zenginlik, alın terinin sahiplerine değil; çoğunlukla büyük sermaye gruplarına ve şirketlere akıyor. Bu tablo, emek-sermaye çelişkisinin en çıplak ve en sert yaşandığı alanlardan birinin madencilik olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. “Kader değil, politik tercih”: Maden faciaları neden bitmiyor? Maden kazalarının ardından sıkça tekrar edilen “kader” veya “fıtrat” söylemi, sorumluluğu görünmez kılmanın bir yolu olarak kullanılıyor. Oysa uzman raporları, sendikal veriler ve uluslararası çalışma standartları gösteriyor ki; facialar teknik yetersizlikten çok, denetimsizlikten, özelleştirme politikalarından ve iş güvenliği maliyetinin “yük” görülmesinden kaynaklanıyor. Kamu denetiminin zayıflatıldığı, taşeronlaşmanın yaygınlaştığı ve üretimin insan yaşamının önüne geçtiği her yerde felaket kaçınılmaz hale geliyor. İşçi sınıfı tarihi yeraltında yazıldı Madenciler yalnızca üretimin değil, direnişin de simgesi oldu. Dünyanın dört bir yanında işçi sınıfı mücadelesinin en önemli dönemeçleri çoğu zaman maden ocaklarında filizlendi. Sosyalist düşüncenin kurucu metinlerinde de madencilerin yeri sıradan değildir. Karl Marx, emek ve sermaye arasındaki ilişkiyi açıklarken, üretim sürecinde işçinin nasıl yabancılaştığını şöyle anlatır: “İşçi ne kadar çok üretirse, o kadar az şeye sahip olur.” Friedrich Engels ise İngiltere’deki işçi sınıfını anlatırken madencilerin durumunu şu sözlerle özetler: “İşçilerin yaşam koşulları, bir toplumun uygarlık düzeyinin aynasıdır.” Bu sözler, bugün hâlâ geçerliliğini koruyor. Maden ocaklarındaki koşullar, bir ülkenin demokratikleşme ve adalet karnesini okumak için en yalın göstergelerden biri olmaya devam ediyor. Sorun denetim eksikliği değil, sistem Sosyalist yaklaşım, maden facialarını münferit ihmallerle değil, yapısal bir sömürü düzeniyle açıklar. Emek, metalaştırılır; insan, maliyet kalemine dönüştürülür; yaşam, üretim bandının sıradan bir parçası haline getirilir. Bu nedenle sosyalizm, madenlerin ve doğal kaynakların toplumun ortak varlığı olduğunu savunur. Rosa Luxemburg bu düzeni şöyle tarif eder: “Kapitalizm, ya insanlığı barbarlığa sürükleyecek ya da sosyalizmle aşılacaktır.” Madencilerin yaşadığı güvencesizlik, yalnızca iş güvenliği probleminden ibaret değil; mülkiyet ilişkilerinin, üretim biçimlerinin ve siyasal iktidarın emek karşısındaki konumunun bir sonucudur. Yurttaşın kömürü, kimin serveti? Türkiye’de madenler, Türkiye toplumunun ortak malıdır. Ancak bu kaynaklardan elde edilen kazanç, Türkiye halkına eşit şekilde yansımıyor. Bir yanda yeraltında can veren emekçiler, diğer yanda milyarlık kâr tabloları… Bu eşitsizlik, yalnızca ekonomik değil; aynı zamanda ahlaki ve toplumsal bir yarılmadır. Dünya Madenciler Günü: Anma değil, hesap sorma günü 4 Aralık, yalnızca madencileri anma günü değildir. Bu tarih, sorulması gereken büyük soruların da günüdür: Neden hâlâ insanlar çalışırken ölüyor? Neden üretim, yaşamın önüne geçiyor? Neden zenginlik tabana değil, azınlığa akıyor? Bu sorular yanıt bulmadıkça, her maden ocağı potansiyel bir mezara; her vardiya, riske dönüşmeye devam edecek. Madenci meselesi, demokrasi meselesidir Madencilerin yaşadığı sorunlar, bir ülkenin demokrasi düzeyiyle doğrudan ilişkilidir. Sendikasızlaştırma, ifade özgürlüğünün baskılanması ve sosyal hakların törpülenmesi; yerin altında yaşanan sömürüyü daha da derinleştirir. Emekçi konuşamazsa, güvenlik de talep edemez. Hak yoksa, yaşam da güvencesizleşir. Bu nedenle Dünya Madenciler Günü, yalnızca emekçilerin değil; eşitlik, adalet ve sosyal hak talep eden tüm yurttaşların günüdür.

Türkiye Sosyalizminin 'MDD Teorisyeni' Mihri Belli Kimdir? Haber

Türkiye Sosyalizminin 'MDD Teorisyeni' Mihri Belli Kimdir?

Çocukluk ve Aile Kökeni 1916’da Silivri’de dünyaya gelen Mihri Belli, Kurtuluş Savaşı yıllarında Trakya Direnişi’ni yönetenlerden Urfalı Mahmut Hayrettin Bey’in oğluydu. Bu kök, onun hayatında direniş ve mücadeleyle iç içe bir çizgi oluşturacaktı. Amerika’da Marksizmle Tanışma 1936’da iktisat okumak üzere Amerika’ya giden Belli, burada Marksizmle tanıştı. Gençlik ve işçi hareketlerine katıldı; Mississippi’de zenci yarıcılar arasında faaliyet gösterdi. Bu yıllar, onun devrimci düşünceye yönelişinin dönüm noktası oldu. Türkiye’ye Dönüş ve TKP 1940’ta yurda dönen Belli, kısa sürede illegal TKP ile bağ kurdu. 1942’de Merkez Komite üyeliğine seçildi. Aynı dönemde İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde Fritz Neumark’ın asistanlığını yaptı, İleri Gençler Birliği’nin kuruluşunda rol aldı. Ancak 1944’te “İlerici Gençler Birliği Davası”nda tutuklandı ve iki yıl hapis cezası aldı. Yunan İç Savaşı ve Gerilla Yılları 1946’da yurt dışına çıkan Belli, Yunan İç Savaşı’na gerilla olarak katıldı. Demokratik Ordu saflarında tabur komutanlığına yükseldi, çatışmalarda yaralandı. Bulgaristan ve Sovyetler’de tedavi gördü. Bu deneyim, onun hem kişisel hem de politik hayatında kalıcı izler bıraktı. Tefkifatlar, Hapishane ve Sürgünler 1950’de pasaportsuz Türkiye’ye giriş yaptığı için tutuklandı. 1951 TKP tevkifatı ile 7 yıl hapis ve sürgün cezasına çarptırıldı. 1960’lardan itibaren kendi adıyla yazıp konuşmaya başladı; Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergi çevresinde faaliyet yürüttü. Bu dönemde ünlü Milli Demokratik Devrim (MDD) tezlerini geliştirdi. 68 Kuşağı ile Buluşma Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan gibi genç liderlerle ilişki kurarak MDD tezini yaygınlaştırdı. Bu, Türkiye’de 68 kuşağının devrimci ve Marksist bir nitelik kazanmasında belirleyici oldu. Ancak 12 Mart 1971 darbesiyle birlikte yeniden yurtdışına çıktı, Filistin Kurtuluş Örgütü ve Avrupa’daki çevrelerle temas kurdu. Türkiye Emekçi Partisi ve Parti Mücadelesi 1975’te Türkiye Emekçi Partisi’ni (TEP) kurdu. Parti, Kürt sorununa eşitlikçi yaklaşımı nedeniyle yargılandı ve sonunda kapatıldı. Belli, bu süreçte defalarca hapis yattı. Suikast Girişimi ve 12 Eylül 1979’da uğradığı suikastte ağır yaralandı. 1980 darbesinden sonra yeniden yurtdışına çıktı, Ortadoğu ve İsveç’te bulundu. “Faşizme Karşı Birleşik Cephe” çalışmalarına katıldı. Geri Dönüş, Kürt Sorunu ve Yeni Partiler 1992’de Türkiye’ye döndü. 1997’de Abdullah Öcalan ile görüşerek Kürt sorununun çözümü konusunda diyalog arayışına girdi. 1996’da ÖDP, 2002’de SDP’nin kurucuları arasında yer aldı. 2002 seçimlerinde DEHAP listelerinden aday oldu. Sanatçı Yönü ve Mirası Belli, devrimci kimliğinin yanı sıra sanatçı yönüyle de biliniyordu. Hapishanede çizdiği portreler 2005’te “Hapishaneden Çizgiler” adıyla sergilendi. Hayatının toplam 11 yılı hapiste, 18 yılı sürgünde geçti. Eserleri Eine Analyse der türkischen Linken (Almanca) Türk Solu – Dün, Bugün Türkiye: Yapı, Ulusal Sorun (Türkçe-İngilizce) İnsanlar Tanıdım (1997) Gurbetten Notlar (1998) Rigas’ın Dediği – Yunan İç Savaşı’ndan Gerilla Anıları (2000) Asıl Mesele O Kiraz Ağaçları (2002)

Türkiye Sosyalizminin “Kurucu Lideri” Mustafa Suphi Kimdir? Haber

Türkiye Sosyalizminin “Kurucu Lideri” Mustafa Suphi Kimdir?

Çocukluk ve İlk Yıllar Mustafa Suphi, 9 Temmuz 1882’de Giresun’da dünyaya geldi. Babası Mevlevizade Ali Rıza Efendi, Osmanlı’da üst düzey bir memurdu; görevi gereği Anadolu’nun farklı kentlerinde bulundu. Bu nedenle Suphi’nin çocukluğu Giresun, Samsun, Kudüs, Şam ve Erzurum gibi farklı coğrafyalarda geçti. Annesi Memnune Hanım ise Samsun eşrafından Belediye Reisi Halil Hilmi Efendi’nin kızıydı. Eğitim hayatı boyunca sürekli yer değiştirmek zorunda kalan Suphi, Erzurum’daki lise eğitiminin ardından İstanbul’a geldi. Önce Mekteb-i Sultani’yi (bugünkü Galatasaray Lisesi) bitirdi, ardından Mekteb-i Hukuk-i Şahane’de hukuk okudu. Buradan mezun olduktan sonra Paris’e giderek ünlü Siyasal Bilimler Okulu’nda (L'École Libre des Sciences Politiques) eğitimini tamamladı. Paris yılları, onun yalnızca akademik değil, düşünsel ve politik yönelimlerini de belirledi. Gazeteciliğe adım attığı bu dönemde Tanin ve Servet-i Fünun için yazılar yazdı, Osmanlı’daki siyasal dönüşümleri Avrupa’dan gözlemledi. Hazırladığı tez, “Memalik-i Osmaniyede İtibar-i Ziraî Teşkilâtının Hâl ve İstikbâli”, Osmanlı’da tarımsal kredilerin köylülere sağlanması üzerineydi. Bu tema, onun ilerideki siyasi mücadelesinde de merkezî bir yer tutacaktı. 1908 Devrimi ve Siyasete Giriş 1908 Meşrutiyeti’nin ilanı, Suphi’nin düşünsel dönüşümünde kritik bir eşikti. 1910’da yurda döndüğünde hem gazetecilik hem de öğretmenlik yapmaya başladı. Tanin, Servet-i Fünun ve Hak gazetelerine yazılar yazarken; Ticaret Mekteb-i Âlisi, Darülmuallimin-i Âli ve Mekteb-i Sultani’de dersler verdi. Başlangıçta İttihat ve Terakki’nin yayın organlarında yazılar kaleme alsa da, kısa sürede İttihatçılarla yolları ayrıldı. 1912’de kurulan Millî Meşrutiyet Fırkası’na katıldı. Bu parti Türkçü-milliyetçi çizgisine rağmen, liberal ekonomi ile toplumsal refah arasında denge arayan, köylüyü ve küçük üreticiyi destekleyen, eğitimin parasız ve zorunlu olmasını savunan özgürlükçü bir yapıdaydı. Suphi, partinin yayın organları İfham ve Vazife gazetelerinin yönetimini üstlendi, programın ekonomi bölümünü kaleme aldı. Aynı dönemde Fransız sosyolog Celestin Bougle’nin “Sosyoloji Nedir?” adlı kitabını Osmanlıcaya çevirdi. Önsözünde Osmanlı’nın etnik sorununa değinerek federatif bir sistem önerdi. Bu, onun ileride savunacağı “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” fikrinin ilk işaretlerinden biriydi. İktisatçı ve Yurtsever Bir Aydın Suphi, Osmanlı aydınlarının çoğundan farklı olarak iktisada büyük ilgi duyuyordu. Yazılarında devlet bütçesi, tarım politikaları, köylülerin durumu, sömürgecilik, eğitim, meşrutiyet ve halkın beklentileri gibi geniş bir yelpazede konular işledi. 1912’de Trablusgarp’ın işgaline tepki olarak kaleme aldığı “Vazife-i Temdin” broşürü, Batı kapitalizminin sömürgeci politikalarını eleştiriyordu. Henüz sosyalist değilken bile anti-emperyalist bir duyarlılık geliştirmişti. Bu dönemde yazılarında kendisini sosyalist değil “liberal” olarak tanımlıyordu. Ancak Paris’te edindiği sosyalist fikirler, Fransız lider Jean Jaurès’in etkisi ve Osmanlı’daki gelişmeler, onun düşünce dünyasını yavaş yavaş sosyalizme yaklaştırıyordu. 1913 Darbesi ve Sürgün Yılları 18 Haziran 1913’te Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya düzenlenen suikast, Suphi’nin hayatında yeni bir dönem başlattı. İttihatçılar bu olayı muhalefeti susturmak için kullandı. Suphi, birçok muhalifle birlikte tutuklanarak Sinop’a sürüldü. Burada yaklaşık bir yıl kaldıktan sonra Karadeniz üzerinden Sivastopol’e kaçtı. Kırım, Bakü ve Moskova yılları onun sosyalist kimliğinin şekillendiği dönem oldu. Bakü’de Yeni Dünya gazetesini çıkararak örgütlenme faaliyetlerine başladı. 1919’da Komintern’in 1. Kongresi’ne katılarak Doğu halklarının kurtuluşu için sosyalist devrimin önemini vurguladı. Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu 10 Eylül 1920’de Bakü’de Türkiye Komünist Fırkası (TKF) kuruldu. Suphi, partinin genel başkanlığına seçildi. TKF, federatif bir “Şuralar Cumhuriyeti”ni savunuyor, ulusların eşitliğini ve ayrılma hakkını tanıyordu. Emekçilerin kendi kaderlerini belirleme hakkı, laiklik ve vicdan özgürlüğü programın temel taşlarıydı. Kongre sonrası Suphi ve yoldaşları, partiyi Anadolu’ya taşımak için dönüş hazırlıklarına girişti. Ancak Ankara hükümeti giderek daha fazla otoriterleşiyor, sol hareketi tasfiye etme eğilimi gösteriyordu. Karadeniz’de Son 1921 Ocak ayında Suphi ve 14 yoldaşı, Anadolu’ya geçmek üzere yola çıktı. Ancak Erzurum’dan Trabzon’a kadar süren yolculuk boyunca baskı ve tehditlerle karşılaştılar. 28 Ocak gecesi Trabzon’da bindirildikleri teknede saldırıya uğradılar. Suphi ve arkadaşları süngülenerek öldürüldü, cesetleri Karadeniz’in sularına bırakıldı. Tarihe “15’ler” olarak geçen bu katliam, Türkiye sosyalist hareketinin hafızasında silinmez bir iz bıraktı. Suphi’nin eşi Maria da Trabzon’da vahşice katledildi. Katliam, Sovyetler ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin gölgesinde sessizce kapatıldı. Ne Ankara hükümeti ne de Moskova, olayın üzerine gitti. Mirası Mustafa Suphi, Osmanlı aydını kimliğini geride bırakıp sosyalist bir öndere dönüşmüş nadir figürlerden biriydi. Hem Doğu’nun İslamî kültürünü hem de Batı’nın sosyalist düşüncesini harmanladı. Onun “ulusların eşitliği ve gönüllü birliği” vurgusu, bugün hâlâ tartışılan demokratik çözüm arayışlarının erken bir ifadesi olarak değerlendiriliyor. 15’lerin Karadeniz’de katledilmesi, yalnızca bir liderin değil, Türkiye’de emekçilerin kendi kaderini belirleme hayalinin de kanla bastırılmasının simgesi oldu. Kaynakça Ahmet Kardam, Mustafa Suphi: Karanlıktan Aydınlığa, İletişim Yayınları, İstanbul, 2020. Alexandre A. Benningsen – S. Enders, Sultangaliyev ve Sovyetler Birliğinde Millî Komünizm, Anahtar Yayınları, İstanbul, 1995. E. H. Carr, Bolşevik Devrimi 1, Metis Yayınları, İstanbul, 1989. Fethi Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1967. Hamit Erdem, Emek Tarihi Yazıları, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2020. Hamit Erdem, Mustafa Suphi, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2010. Haziran-Eylül 1920 Türkiye İştirakiyun Teşkilâtı, Derleyen: Banu İşlet – Cemile Moralıoğlu Kesim, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, 2008. Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar-1 (1908-1925), BDS Yayınları, İstanbul, 1991. Mustafa Suphi, İlk Yazılar 1908-1913, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, 2021. Mustafa Suphiler (Şahsi Dosyası-Değerlendirmeler-Anmalar), Derleyen: Banu İşlet – Cemile Moralıoğlu Kesim, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, 2021. TKP MK 1920-1921 Dönüş Belgeleri 1-2, Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı, İstanbul, 2004. Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, TTK Yayınları, Ankara, 1997.

Ulusal Komünizmin Fikir Babası Sultan Galiyev Kimdir? Haber

Ulusal Komünizmin Fikir Babası Sultan Galiyev Kimdir?

13 Temmuz 1892’de Başkurdistan’da Doğdu Mirsaid Sultangaliyev, öğretmen olan Mir Said Haydargaliyev’in 12 çocuğundan biri olarak Başkurdistan’ın Sterlitamak şehrine bağlı Elimbetova köyünde dünyaya geldi. İlk eğitimini köyünde aldı, 1907’den itibaren Kazan’daki Tatar Pedagoji Enstitüsü’nde öğrenim gördü. 1912 yazında Moskova’daki yaz kurslarına katıldı. Tatar köylerinde öğretmenlik yaptı, ardından Ufa belediye kütüphanesinde çalıştı. Daha sonra Ufa, Kazan ve Bakü’de gazetecilik yaptı. Bakü’de Mehmet Emin Resulzade’nin çıkardığı Açık Söz gazetesinde ve Menşeviklerin Bakü gazetesinde çalıştı. Burada “Müslüman dünyasından haberler” köşesini hazırladı. Şubat 1917 Devrimi sırasında Bakü’deydi, aynı dönemde yabancı eserleri Tatarcaya çevirdi ve edebi çalışmalarını gazetelerde yayımladı. Şubat Devrimi Sonrası Müslüman Kongrelerinde Öne Çıktı 1 Mayıs 1917’de düzenlenen Bütün Rusya Müslümanları Kongresi’ne çağrıldı. Kongre sonrası Müslüman Kongresi Yürütme Komitesi Sekreterliği görevini üstlendi. Kazan’da Mollanur Vahidov’un önderliğindeki Müslüman Sosyalistler Komitesi’ne (MÜSKOM) katıldı. Böylece Menşeviklerden kopup Bolşeviklere geçti. MÜSKOM’un programında Tatar feodalizmiyle mücadele, Müslüman Türk halklarının Rus egemenliğinden kurtuluşu ve sosyalizmin Doğu halkları arasında zaferi yer alıyordu. 1917’de Rusya Müslümanları Kongreleri, asker ve din adamları kurultayları Geçici Hükümet tarafından yasaklansa da Sultan Galiyev kongreleri örgütleyen isimlerden biri oldu. Kazan Sesi gazetesi için haberler yaptı. Bu süreçte Tatar sosyalistlerinin önderliği Bolşeviklere geçti. Ekim Devrimi İle Birlikte Bolşevik Yönetimde Yer Aldı 26 Ekim 1917’de Bolşevikler Kazan’da iktidarı ele geçirdi. 11 üyeli Halk Komiserleri Konseyi’nde Sultan Galiyev Eğitim Halk Komiseri oldu. 22 Şubat 1918’de Ural Sovyetleri 3. Kongresi’nde, Tatar ve Başkurtların da kendi kaderini tayin hakkına sahip olması gerektiğini savundu. İlk kez “Müslüman halklar proleter halklardır” diyerek köylü halkların da oy hakkını savundu. Aynı yıl Stalin’in başında bulunduğu NARKOMNATS bünyesinde kurulan MÜSKOM’un Kazan temsilcisi oldu. MÜSKOM, Müslümanları Bolşeviklere kazandırmayı hedefliyordu. Müslüman Kızıl Ordu’yu Kurdu Ve Kazan’ı Beyaz Ordu’dan Aldı 8 Mart 1918’de Moskova’da düzenlenen konferansta Müslüman Sosyalist-Komünist Partisi kurulmasına karar verildi. Aynı zamanda Müslüman Kızıl Ordu oluşturuldu. 50 bin kişilik güce ulaşan bu ordu, Urallar’da Beyaz Ordu’ya karşı savaştı. 1918’de Beyaz Ordu Kazan’ı ele geçirince Sultan Galiyev karşı saldırı düzenledi ve 10 Eylül’de şehri geri aldı. Frunze, “Türkler ihtilalin en güvenilir askerleri olduğunu ispat etti” diyerek bu zaferi övdü. İç Savaş Sonrası Stalin İle Yolları Ayrıldı İç Savaş’ın ardından Müslümanların lideri konumuna gelen Sultan Galiyev, özerk örgütlenmeleri savundu. Ancak Stalin’in baskısıyla Müslüman Komünist Partisi ve MÜSKOM dağıtıldı. Sultan Galiyev gizli örgütlenmelere yöneldi. Milletlerin Hayatı dergisinde yayımladığı “Sosyal Devrim ve Doğu” makalesiyle devrimin Batı’dan değil Doğu’dan yayılması gerektiğini savundu. Bu görüşleri nedeniyle Bolşevikler arasında “milliyetçi” olmakla suçlandı. 1920’de Bakü Kurultayı’na katılması engellendi, Müslüman Kızıl Ordu da lağvedildi. Ulusal Haklar İçin Mücadele Etti Ancak Stalin’e Karşı Kaybetti 1921’de Kırım’ın özerkliğini ve Tatarca’nın resmi dil olmasını sağladı. 1922’de SSCB’nin kuruluşunda Tataristan, Başkurdistan ve Türkistan’ın kurucu devlet olmasını istedi, reddedildi. Kongrede Stalin’e “eşitsizlik” eleştirisi yöneltti. Ardından bütün görevlerinden alındı. 1923’te sert eleştirilerini sürdürünce tutuklandı. 45 gün hücrede kaldı, parti üyeliğinden çıkarıldı. Tasfiye Edildi Ve Tekrar Tutuklandı Görevlerinden alınan Sultan Galiyev işsiz kaldı, demiryollarında hamallık yaptı. 1924’te “Asya ve Avrupa Halklarının Sosyo-Politik Ekonomik ve Kültürel Gelişme Temelleri Üzerine Tezler” makalesini yazdı. 1928’de ikinci kez tutuklandı. 1931’de Solovki hapishanesine gönderildi, 1933’te sürgüne yollandı. 1937’de üçüncü kez tutuklandı. 8 Aralık 1939’da ölüm cezasına çarptırıldı. 28 Ocak 1940’ta Moskova’daki Lefortovo Hapishanesi’nde kurşuna dizildi. Ölümünden Sonra İade-i İtibar Kararı Çıktı SBKP(B), 30 Nisan 1990’da Sultan Galiyev’e iade-i itibar verdi. Ancak onun “Sultangaliyevciliği” Stalin döneminde ideolojik tehdit sayıldı. Neriman Nerimanov ve Turar Rıskulov gibi birçok Türk komünisti onun çizgisine yakınlıkları nedeniyle tasfiye edildi. Hakkında Yazılmış Eserler Doğu Halkları’nın hakkı teslim edilmeyen lideri: Sultan Galiyev – Sebîlürreşad Dergisi, Ocak 2017 Sosyalist Turan ve Doğu Birliği – Hasan Basri Gürses Destansı Kuramcı Sultangaliyev – Halit Kakınç Sultangaliyev ve Millî Komünizm – Halit Kakınç Bütün Eserleri – İleri Yayınları Sultan Galiyev ve Sömürgeler Enternasyonali – Erol Kaymak Sovyetler Birliği’nde Millî Komünizm – Alexandre Benningsen & S. Enders Wimbush Sultan Galiyev ve Sovyet Müslümanları – Benningsen & Chantal Lemercier Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası – Benningsen & Chantal Lemercier Doğu-Batı Meselesi ve Sultan Galiyev – Oğuz Şaban Duman Sultan Galiyef: Avrasya’da Dolaşan Hayalet – Attila İlhan Sırat Köprüsü – Sultan Galiyev – Renad Muhammedi SSCB ve Sultan Galiyev – Aclan Sayılgan Sultan Galiyev, İslam Dünyası ve Rusya – Masayuki Yamauchi Kaynakça: Sultan-Galiev, İzbrannıy Trudi, Kazan 1998. Aclan Sayılgan, SSCB ve Sultan Galiyev, Ankara 1965. A. Bennigsen – S. E. Wimbush, Muslim National Communism in the Soviet Union; A Revolutionary Strategy for the Colonial World, Chicago 1979. Azade-Ayşe Rorlich, The Volga Tatars: A Profile in National Resilience, Stanford 1986. a.mlf., “Mirsaid Sultan Galiyev ve Millî Komünizm” (trc. Bülent Keneş), Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, XVIII, 837-842. Renad Muhammedi, Sırat Köprüsü: Sultan Galiyev (trc. Mustafa Öner), İstanbul 1993. Erol Kaymak, Sultan Galiyev ve Sömürgeler Enternasyonali, İstanbul 1993. A. Bennigsen – Ch. Lemercier-Quelquejay, Sultan Galiyev ve Üçüncü Dünya Devriminin Babası (trc. T. Ahmet Şensılay – Erden Akbulut), İstanbul 1995. M. Yamauchi, Sultan Galiyev: İslam Dünyası ve Rusya (trc. H. Matsutani), İstanbul 1998. Mehmet Bedri Gültekin, Sultan Galiyev Eleştirisi, İstanbul 1999. Oğuz Şaban Duman, Doğu-Batı Meselesi ve Sultan Galiyev, İstanbul 1999. a.mlf., “Sultan Galiyev’de Medeniyet Tartışmaları, Milliyetçilik, Sosyalizm ve Din”, İslâmiyât, V/2, Ankara 2002, s. 101-116. Rafael Muhammetdinov, “Bolşevizm, Milli Komünizm ve M. Sultan Galiyev Fenomeni”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, XVIII, 843-847. Halit Kakınç, Sultan Galiyev ve Milli Komünizm, İstanbul 2003. a.mlf., Destansı Kuramcı Sultangaliyev, İstanbul 2004. Necdet Ekinci, “Türkçü-Turancı Bir Komünist; Sultan Galiyev”, Yeni Türkiye, sy. 46, İstanbul 2002, s. 423-435. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Vakfı (TÜDEV)

Türkiye Sosyalist Hareketinin “Doktor”u Hikmet Kıvılcımlı Kimdir? Haber

Türkiye Sosyalist Hareketinin “Doktor”u Hikmet Kıvılcımlı Kimdir?

1902 yılında, o dönem Osmanlı toprağı olan, bugün ise Kosova sınırları içinde yer alan Priştine’de dünyaya gelen Hikmet Kıvılcımlı, doğum kaydında “Hüseyin Hikmet” olarak geçse de, “Hüseyin” adını kullanmadı. Aile içinde ise “Hüseyin Ali” olarak anıldı. Babası Hüseyin Bey, Priştine Posta ve Telgraf Müdürü; annesi Münire Hanım ise ev hanımıydı. Çocukluk yılları, İkinci Meşrutiyet coşkusu ve Balkan Savaşları felaketinin yarattığı sarsıntıların gölgesinde geçti. Savaş sonrası ailesiyle Anadolu’ya göç etti; Kuşadası’nda jandarma subayı dayısının yanında eğitimini sürdürdü. Lise öğrenimine Muğla İdadisi’nde başladı, ancak Mütareke koşulları onu yarıda bıraktı. Millî Mücadele Yılları: Kuva-yı Milliye’den İlk Yazılara İzmir’in işgali ve teyzesinin öldürülmesi üzerine okulu bırakıp Batı Anadolu’da Yörük Ali Efe’nin kuvvetlerine katıldı. Dayısının ölümüyle ailesi bölgeden ayrılınca, Köyceğiz Kuva-yı Milliye Askeri Komutanlığı görevini üstlendiğini aktardı. Aynı dönemde Muğla’da Menteşe gazetesinde millî direniş yanlısı makaleler kaleme aldı; bu yazılar, onun ileride sürecek yayıncılık serüveninin ilk adımı oldu. İstanbul Günleri ve Tıbbiyede Dönüşüm Yerel direnişten umut kesince İstanbul’a gidip Vefa Lisesi’ne kaydoldu. Kuva-yı Milliye kıyafetiyle okul müdürünün karşısına çıkması anekdotlaşan bir detaydı. Lise diplomasının ardından Mekteb-i Tıbbiye’ye ilk başvurusu yaş engeline takıldı; ikinci denemesinde girdiği okulda başlarda milliyetçi-muhafazakâr bir kimliğe sahipti. İkinci sınıfta Fransız Komünist Partisi yayınları ve Dr. Şefik Hüsnü ile Burhan Asaf’ın etkisiyle komünizmi benimsedi. 1921’de Türkiye Komünist Partisi’ne (TKP) katıldığı kabul edilen Kıvılcımlı, 1925’te tıp eğitimini tamamlayarak psikiyatri uzmanı oldu. Aynı yıl TKP Gençlik Kolları Başkanlığı’na ve ardından Merkez Komitesi’ne seçildi. Hapishane Yılları ve “Kızıl Profesör”lük 1925’te yazılarından ötürü Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanarak 10 yıl kürek cezasına çarptırıldı; yeni Türk Ceza Kanunu’yla 1 yıl sonra tahliye edildi. 1927 ve 1929’da yeniden tutuklandı; 1933 affıyla çıktı. Hapiste Marksist eserler çevirdi, Zindan adlı el gazetesiyle mahkûmlara komünizm anlattı. 1934’te tekrar tutuklandı; işkence gördüğünü iddia etti. Toplam 22 yılı bulan cezaevi hayatı boyunca TKP’yi yumuşak siyaset izlemekle suçladı; hizipçilikle Merkez Komite’den ihraç edildi. 1935’te Marksizm Bibliyoteği yayınevini kurdu; çeviriler ve kendi eserleri sansüre uğradı. Henri Bergson’a karşı Bergsonizm, TKP içi polemiklerde ise Marksizm Kalpazanları gibi sert metinler yazdı; Nazım Hikmet ve Kerim Sadi ile kalem kavgaları yürüttü. Yol Serisi ve Emekçi Kütüphanesi projeleri sansür ve yarım kalan çevirilerle sekteye uğradı. Donanma Davası ve Uzun Tutukluluk 1938’de Nazım Hikmet ve Kemal Tahir’le birlikte Donanma Davası’nda yargılandı; 15 yıl hapse mahkûm oldu. Sağlık izni sonrası Suriye ve Lübnan’a kaçtı; destek bulamayınca Türkiye’ye dönüp yeniden tutuklandı. Çankırı, Amasya, Kırşehir cezaevlerinde kalan Kıvılcımlı, doktorluk yaptı; Osman Bölükbaşı ve Erol Güngör gibi isimlerle tanıştı. Demokrat Parti’nin genel affıyla serbest kaldı. Siyasette Yeni Denemeler DP iktidarını faşizmle suçlayan Kıvılcımlı, 1954’te Vatan Partisi’ni kurdu. 1956’da anayasa teklifi hazırladı; 1957 seçimleri öncesinde mitinglerde Kur’an’dan alıntı yaptığı için yargılandı ve beraat etti. Seçim sonrası tutuklandı; 1959’da serbest kaldı. 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrası sol hareketlerin (Yön, MDD, TİP) dışında kaldı; “İkinci Kuva-yı Milliye” çizgisini benimsedi. 1965’te Tarihsel Maddecilik Yayınları’nı, 1967’de Sosyalist gazetesini kurdu. Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi, Tarih-Devrim-Sosyalizm gibi eserlerini bastı. 1968’de İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği’ni oluşturdu. 12 Mart ve Sürgün Günleri 1969’da prostat kanseri teşhisi kondu. 12 Mart 1971 Muhtırası’na başta tarafsız kaldı; sol üzerindeki baskılar artınca tavır aldı. Hakkında arama kararı çıkınca Alanya üzerinden Kıbrıs’a, oradan Lübnan’a geçti. Lübnan’dan sınır dışı edilince Suriye, ardından Paris’e gitti; SSCB’ye iltica talebi reddedildi. Bulgaristan’a girmesi TKP’nin olumsuz referansıyla engellendi. TKP’den atıldı; Tito’ya yazdığı mektupla Yugoslavya’ya özel izinle girdi ve Belgrad’da tedavi gördü. Son Günler ve Miras 11 Ekim 1971’de Belgrad’da yaşamını yitirdi. Arkasında yaklaşık 50 bin sayfa eser bıraktı; takma adlar ve kaybolan metinler nedeniyle tam sayısı bilinmiyor. En önemli mirası, Türkiye koşullarına uyarlanmış Marksist bir tarih anlayışı olan “Tarih Tezi”dir. Yazısız ve yazılı tarihi ayırmış; medeniyetleri bitkisel ve hayvansal olarak sınıflandırmış; barbarlık kavramını olumlayan özgün bir yaklaşım geliştirmiştir. Marx, Engels, İbn Haldun, Rousseau ve Toynbee gibi isimlerden beslenmiş; tarihin üretim temelli, determinist bir süreç olduğunu savunmuştur. Hikmet Kıvılcımlı, hem teorik üretimi hem de siyasi mücadelesiyle Türkiye solunun en tartışmalı ve üretken figürlerinden biri olarak hafızalarda yerini aldı. Kaynakça: ALKAN, Mehmet Öznur, 150. Yılında Das Kapital: Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’deki Serencâmı, İletişim Yay., İstanbul 2017. ASLAN, Zehra, “Türk-Rus İlişkileri Ekseninde Türkiye’de İktidarların ‘Sol’ Algısı”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, S 51, 2016, s. 171-190. BORA, Tanıl, Cereyanlar: Türkiye’de Siyasî İdeolojiler, İletişim Yay., İstanbul 2017. ÇARIK, Şenol, Doktor Hikmet Kıvılcımlı: Adanmış Bir Hayat, Asi Kitap, İstanbul 2017. ELİAÇIK, Canan Özcan, Barbarın Tarihi-Ezilenin Dini: Hikmet Kıvılcımlı’da Tarih ve Din, İletişim Yay., İstanbul 2021. KALE, Ahmet, Hikmet Kıvılcımlı Kitabı, Dipnot Yay., Ankara 2017. KALE, Ahmet, Kıvılcımlı Külliyatı: Ayrıntılı Bibliyografya, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, İstanbul 2014. KARACA, Emin, İnadın ve Direncin Adı: Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Destek Yay., İstanbul 2011. KIVILCIMLI, Hikmet, çeşitli eserler. TUFAN, Tarkan, Hikmet Kıvılcımlı: Hayatı ve Eserleri, Nokta Kitap, İstanbul 2012. ÜLKEN, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İstanbul 2017. YÜKSEL, Erol, Millî Mücadele’den 27 Mayıs’a Bir Siyasetçi: Refik Koraltan, AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 2018.

Sosyalizmden Türkçülüğe evrilmenin hikayesi Haber

Sosyalizmden Türkçülüğe evrilmenin hikayesi

Ataol Behramoğlu: Sosyalizmden Türkçülüğe evrilmenin hikayesi Türk edebiyatının tanınmış isimlerinden Ataol Behramoğlu, yıllardır solcu kimliğiyle anılan bir şair, yazar ve akademisyen. Ancak son dönemde sosyal medya paylaşımları ve geçmiş çeviri tartışmaları, onu "sosyalizmden Türk milliyetçiliğine evrilen" bir figür olarak gündeme getirdi. Eleştirmenler, Behramoğlu'nun 1982 Anayasası'nın tartışmalı vatandaşlık maddesini savunmasını ve Kürt kimliğini yok sayan tutumunu "faşist" ve "ırkçı" olarak nitelendirirken, destekçileri bunu "ulusal bütünlük" vurgusu olarak görüyor. Bu haber, Behramoğlu'nun hayat hikayesini, siyasi dönüşüm iddialarını ve son tartışmaları mercek altına alıyor. Sosyalist kökenler: TİP'ten sürgüne uzanan yol Ataol Behramoğlu, 13 Nisan 1942'de İstanbul'un Çatalca ilçesinde Azerbaycan kökenli bir ailede doğdu. Eğitimini Çankırı'da tamamlayan Behramoğlu, 1966'da Ankara Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Siyasi hayatı, 1962'de Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) katılmasıyla başladı. Toplumcu gerçekçi şiir anlayışıyla öne çıkan Behramoğlu, 1960'lar ve 1970'lerde sol hareketin önemli figürlerinden biriydi. Şiir kitapları gibi "Bir Ermeni General" (1965) ve "Bir Gün Mutlaka" (1970) isimli kitapları sosyalist idealleri yansıtan eserler olarak kabul edildi. 1970-1972 yılları arasında siyasi nedenlerle Londra ve Paris'te sürgünde yaşadı; burada Louis Aragon ve Pablo Neruda gibi solcu edebiyatçılarla tanıştı. 1972'de Sovyet Yazarlar Birliği'nin davetiyle Moskova'ya giderek iki yıl kaldı. Dönüşünde İstanbul Şehir Tiyatroları'nda dramaturg olarak çalıştı, 1979'da Türkiye Yazarlar Sendikası genel sekreteri oldu. 1980 askeri darbesinden sonra Barış Derneği kurucusu olarak tutuklandı ve 10 ay hapis yattı. 1984'te Fransa'ya giderek Sorbonne'da lisansüstü çalışmalar yaptı, 1989'da Türkiye'ye döndü. Akademik kariyerinde İstanbul Üniversitesi'nde doçent ve profesör unvanları aldı, halen İstanbul Aydın Üniversitesi'nde öğretim üyesi. Behramoğlu'nun erken dönemi, sosyalist mücadeleyle özdeşleşti. Şiirlerinde emek, eşitlik ve anti-emperyalizm temaları hakimdi. Örneğin, "Mustafa Suphi Destanı" (1979) gibi eserleri, komünist önder Mustafa Suphi'yi anlatarak sol ideolojiyi yüceltiyordu. Eleştirmenler, onun şiirini "toplumcu bilinç" ile ilişkilendiriyordu. Dönüşüm iddiaları: Milliyetçilik suçlamaları ve tartışmalı paylaşımlar Son yıllarda Behramoğlu, solcu geçmişine rağmen milliyetçilikle suçlanıyor. Eleştirmenler, bunu "sosyalizmden Türkçülüğe evrilme" olarak tanımlıyor. Bu iddiaların kökeni, 1960'ların sosyalist solunda milliyetçi eğilimlerin varlığına dayanıyor. En büyük tartışma, Temmuz 2025'te X platformunda paylaştığı anayasa maddeleriyle patlak verdi. Behramoğlu, Osmanlı'dan 1982 Anayasası'na kadar "Türk vatandaşlığı" tanımlarını sıralayarak, "Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür" maddesini (1982 Anayasası Madde 66) savundu. Eleştirmenler, bunu Kürt kimliğini inkar ve asimilasyon politikalarını desteklemek olarak gördü. Bir X kullanıcısı, "Solculuk maskesine sığınan ırkçı faşist" diyerek tepki gösterdi ve Behramoğlu'nu Türk milliyetçiliğini mutlaklaştırmakla suçladı. Başka bir suçlama, 1970'lerde çevirdiği Puşkin'in "Erzurum Yolculuğu" eserinde "Kürt kargısı" ifadesini sansürlediği iddiası. Eleştirmenler, bunu Kürt kimliğini silme girişimi olarak nitelendiriyor. Behramoğlu bunu reddetse de, tartışma sosyal medyada alevlendi. Behramoğlu'nun hayvan hakları paylaşımları da hipokrizi suçlamalarına yol açtı. Behramoğlu, hayvanlara kötülüğe ağır ceza isterken, Kurban Bayramı öncesi "Canlıları keserek bayram olmaz" demiş, ancak barbekü partisinde görülmesi İslam karşıtlığı ve milliyetçilik eleştirilerini tetikledi. Kürtçe eğitim talebine karşı çıkması da milliyetçilik suçlamalarını güçlendirdi. Behramoğlu, eleştirilere "ırkçı faşistlere yanıt" vereceğini belirterek, Cumhuriyet gazetesinde yazı yayınlayacağını duyurdu. Destekçileri, paylaşımlarını "tarihsel karşılaştırma" olarak görüyor ve onu "sol görünümlü milliyetçi" olarak suçlayanları "Kürtçü faşizm"le itham ediyor. Örneğin, bir X kullanıcısı, Behramoğlu'nu Kemalizm'in ulus devlet anlayışıyla uyumlu bulduğunu belirtti. Bir entelektüelin dönüşümü mü, yoksa tutarlılık mı? Behramoğlu'nun hikayesi, Türkiye'deki sol-milliyetçilik gerilimini yansıtıyor. Sosyalist köklerinden milliyetçi suçlamalara uzanan yol, kimilerine göre "evrilme", kimilerine göre "ulusalcı sol"un doğal uzantısı. Eleştirmen Kenan Karahancı, "Güya sosyalisttin, yaşlanmaya bağlı bunaklık mı?" diye sordu. Tartışma, Türkiye'deki kimlik siyasetini yeniden gündeme getirirken, Behramoğlu'nun Cumhuriyet Gazetesi'nde yapacağını duyurduğu açıklama merakla bekleniyor.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.