Asimilasyon ve milliyetçilik çoğu zaman birbirinin karşıtı gibi görünse de aslında birbirini besleyerek varlıklarını sürdüren iki olgudur. Yüz yıllık Cumhuriyet tarihimize baktığımızda, kronikleşmiş sorunların temelinde farklılıkların asimilasyon politikalarıyla yok edilerek “tek tip yurttaş” yaratma çabasının yattığını görüyoruz. Ne var ki bu yaklaşım, çözüm olmaktan çok uzak kalmış; tam tersine, özellikle Ortadoğu’daki gelişmelere baktığımızda sorunun merkezinde yer almıştır.
Bugün yeni bir yüzyıla girerken artık sadece Türk milliyetçiliğinin değil; asimilasyona direnen, kendi kimliğiyle var olmaya çalışan ve bu süreçte milliyetçiliğe evrilen bir Kürt milliyetçiliğinin de güçlendiğine tanıklık ediyoruz. Geçmişte yaşanan hadiseler, asimilasyon ve milliyetçilik tartışmalarının toplumu nasıl ayrıştırdığı gerçeğini ortaya koymuştur.
Asimilasyon ve milliyetçilik kavgasından çıkmanın yolu, ulusların birliğidir. Her ulusun devleti olmadığı gibi, her devletin de ulus-devlet olması gerekmez. Çünkü ulus bir hayal, devlet ise bir gerçektir. Devleti, tek bir ulusun baskılamasına izin verilmemelidir. Aksi hâlde devlet, gerçeklikten uzaklaşarak yapay bir yapıya dönüşür. Türkiye, farklılıkların her anlamda vücut bulduğu bir ülkedir. Bir devleti tek bir ulusun ideolojisine mahkûm etmek iç kavga, kargaşa ve kutuplaşmayı sürekli kılar. Ekonomik, sosyal ve kültürel olarak yatay sosyolojik geçişleri yaşayan halklar artık bitişik toplumdan birlik toplumuna geçiş yapmalı, entegrasyon oluşturulmalıdır.
Sığ, ezber tartışmalar yerine; ulus-devlet ilişkisinden ziyade devlet-yurttaş ilişkisi ele alınmalı, bireyin değeri ve onuru ön plana çıkarılmalıdır. Birlik devlet olgusunun hâkim kılınması, yeni birleştirici ve bütünleştirici bir anlayışla “ulusların kardeşliği” ve “eşit yurttaşlık” tanımını esas alan bir anayasa ihtiyacımızı göstermektedir. Mevcut anayasa ve onun bakış açısı toplumsal dirliği sağlayamıyorsa değiştirilmesinde bir sakınca yoktur.
Dış politikada yaşanan gelişmeler bu gerçeği daha da görünür kılmaktadır. Suriye’de Kürtlerin elde ettiği kazanımlar, Türkiye’de güvenlik bürokrasisi tarafından yakından izlenmektedir. Bu kazanımların Türkiye’ye yansımasının iç barışı tehdit edebileceği düşüncesi, siyasi otoriteye “masanın kurulması zorunluluğunu” güçlü bir mesaj olarak iletmiş durumdadır. Artık mesele sadece Türkler ve Kürtler arasındaki bir tartışma olmaktan çıkmış; egemen devletlerin ve özellikle İsrail’in de dâhil olduğu daha karmaşık bir tabloya dönüşmüştür. Bu nedenle devletin demokratikleşme yönünde attığı anayasa çalışmaları adımı, toplumun tüm kesimlerine derin bir nefes aldırmıştır.
Peki, yeni anayasa neyi çözmeli, neyi başarmalı?
1. Her inkâr kadere dönüşür gerçeği unutulmamalı; bütüncül bir yurttaşlık tanımı yapılmalıdır.
2. Bu yaklaşım ancak ulusların birlikteliği vurgusuyla güçlenebilir. Kürdün, Alevinin, gayrimüslimin de devletin eşit yurttaşı olduğu anayasal güvence altına alınmalı; özgür ve demokratik bir devlet ruhu oluşturulmalıdır.
3. Toplumsal barışın tesisi siyasetin asli görevidir. Otoriteler, oy hesabına veya particiliğe kapılmadan; kısır döngülere düşmeden, güvenilir yasal reformlarla süreci ilerletmelidir.
Çünkü bu coğrafyada etnik, mezhepsel ve dini kavgalardan beslenen çatışmaların açtığı derin yaraları artık hepimiz görüyoruz. Birbirimizi yok ederek zayıflayan ve başkalarının güdümüne giren bir devlet olmak yerine; ulusların birlikteliğiyle birbirimizi var eden, medeniyetlerin ve uygarlıkların beşiği olma iddiamızı yeniden ortaya koymalıyız.
Gerçek güç, farklılıkları bastırmakta değil; onları birlikte yaşatma iradesinde saklıdır.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ferhat Özmen
Asimilasyon, Milliyetçilik Kavgasından Ulusların Birliğine
Asimilasyon ve milliyetçilik çoğu zaman birbirinin karşıtı gibi görünse de aslında birbirini besleyerek varlıklarını sürdüren iki olgudur. Yüz yıllık Cumhuriyet tarihimize baktığımızda, kronikleşmiş sorunların temelinde farklılıkların asimilasyon politikalarıyla yok edilerek “tek tip yurttaş” yaratma çabasının yattığını görüyoruz. Ne var ki bu yaklaşım, çözüm olmaktan çok uzak kalmış; tam tersine, özellikle Ortadoğu’daki gelişmelere baktığımızda sorunun merkezinde yer almıştır.
Bugün yeni bir yüzyıla girerken artık sadece Türk milliyetçiliğinin değil; asimilasyona direnen, kendi kimliğiyle var olmaya çalışan ve bu süreçte milliyetçiliğe evrilen bir Kürt milliyetçiliğinin de güçlendiğine tanıklık ediyoruz. Geçmişte yaşanan hadiseler, asimilasyon ve milliyetçilik tartışmalarının toplumu nasıl ayrıştırdığı gerçeğini ortaya koymuştur.
Asimilasyon ve milliyetçilik kavgasından çıkmanın yolu, ulusların birliğidir. Her ulusun devleti olmadığı gibi, her devletin de ulus-devlet olması gerekmez. Çünkü ulus bir hayal, devlet ise bir gerçektir. Devleti, tek bir ulusun baskılamasına izin verilmemelidir. Aksi hâlde devlet, gerçeklikten uzaklaşarak yapay bir yapıya dönüşür. Türkiye, farklılıkların her anlamda vücut bulduğu bir ülkedir. Bir devleti tek bir ulusun ideolojisine mahkûm etmek iç kavga, kargaşa ve kutuplaşmayı sürekli kılar. Ekonomik, sosyal ve kültürel olarak yatay sosyolojik geçişleri yaşayan halklar artık bitişik toplumdan birlik toplumuna geçiş yapmalı, entegrasyon oluşturulmalıdır.
Sığ, ezber tartışmalar yerine; ulus-devlet ilişkisinden ziyade devlet-yurttaş ilişkisi ele alınmalı, bireyin değeri ve onuru ön plana çıkarılmalıdır. Birlik devlet olgusunun hâkim kılınması, yeni birleştirici ve bütünleştirici bir anlayışla “ulusların kardeşliği” ve “eşit yurttaşlık” tanımını esas alan bir anayasa ihtiyacımızı göstermektedir. Mevcut anayasa ve onun bakış açısı toplumsal dirliği sağlayamıyorsa değiştirilmesinde bir sakınca yoktur.
Dış politikada yaşanan gelişmeler bu gerçeği daha da görünür kılmaktadır. Suriye’de Kürtlerin elde ettiği kazanımlar, Türkiye’de güvenlik bürokrasisi tarafından yakından izlenmektedir. Bu kazanımların Türkiye’ye yansımasının iç barışı tehdit edebileceği düşüncesi, siyasi otoriteye “masanın kurulması zorunluluğunu” güçlü bir mesaj olarak iletmiş durumdadır. Artık mesele sadece Türkler ve Kürtler arasındaki bir tartışma olmaktan çıkmış; egemen devletlerin ve özellikle İsrail’in de dâhil olduğu daha karmaşık bir tabloya dönüşmüştür. Bu nedenle devletin demokratikleşme yönünde attığı anayasa çalışmaları adımı, toplumun tüm kesimlerine derin bir nefes aldırmıştır.
Peki, yeni anayasa neyi çözmeli, neyi başarmalı?
1. Her inkâr kadere dönüşür gerçeği unutulmamalı; bütüncül bir yurttaşlık tanımı yapılmalıdır.
2. Bu yaklaşım ancak ulusların birlikteliği vurgusuyla güçlenebilir. Kürdün, Alevinin, gayrimüslimin de devletin eşit yurttaşı olduğu anayasal güvence altına alınmalı; özgür ve demokratik bir devlet ruhu oluşturulmalıdır.
3. Toplumsal barışın tesisi siyasetin asli görevidir. Otoriteler, oy hesabına veya particiliğe kapılmadan; kısır döngülere düşmeden, güvenilir yasal reformlarla süreci ilerletmelidir.
Çünkü bu coğrafyada etnik, mezhepsel ve dini kavgalardan beslenen çatışmaların açtığı derin yaraları artık hepimiz görüyoruz. Birbirimizi yok ederek zayıflayan ve başkalarının güdümüne giren bir devlet olmak yerine; ulusların birlikteliğiyle birbirimizi var eden, medeniyetlerin ve uygarlıkların beşiği olma iddiamızı yeniden ortaya koymalıyız.
Gerçek güç, farklılıkları bastırmakta değil; onları birlikte yaşatma iradesinde saklıdır.