Ayhan Bilgen: Amerika Suriye’de kaosu değil, SDG’yi uzlaşmaya zorlayan bir dengeyi arıyor
Ayhan Bilgen: Amerika Suriye’de kaosu değil, SDG’yi uzlaşmaya zorlayan bir dengeyi arıyor
Haber Global’de yayınlanan Hilal Özdemir ile Mesele programında konuşan eski milletvekili Ayhan Bilgen, DEAŞ’ın ortaya çıkışını “sosyolojisi olmayan, dışarıdan kurgulanmış bir yapı” olarak yorumladı; ABD’nin Suriye’den çekilme arzusunun “şapkasını alıp gitmek” gibi olmayacağını savundu. Bilgen’e göre Washington’un önümüzdeki dönemde hedefi, SDG’yi Şam’la sürdürülebilir bir zemine itmek ve kontrollü bir istikrar hattı kurmak; bu tablo da “Türkiye için tarihi bir fırsat” yaratıyor.
Haber Giriş Tarihi: 16.12.2025 14:32
Haber Güncellenme Tarihi: 16.12.2025 15:37
Kaynak:
Haber Merkezi
https://haberdeger.com/
Eski milletvekili Ayhan Bilgen, 15 Aralık 2025 Pazartesi akşamı Haber Global’de ekrana gelen Hilal Özdemir ile Mesele programında, “Trump Suriye’ye ne zaman saldıracak?” başlığının da içinde olduğu bölgesel gerilimleri değerlendirdi. Bilgen, DEAŞ’ın kuruluş dinamiklerinden ABD’nin bölgeden çekilme planlarına, SDG-Şam hattından İsrail-Netanyahu siyasetine kadar uzanan geniş bir çerçevede, “kısa vadeli operasyonel hamlelerle uzun vadeli stratejiyi” birbirinden ayırarak okunması gerektiğini vurguladı.
“DEAŞ sosyolojisi yoksa, ‘dışarıdan kurgulanmış’ ihtimalini ciddiye almak gerekir”
Bilgen, DEAŞ’ın Irak ve Suriye’de kendiliğinden doğmuş bir “toplumsal taban” üzerine oturmadığını söyleyerek, “Bu kadar büyük silahlı örgütü doğuracak bir sosyoloji yok. Sosyoloji yoksa dışarıdan gelmiş, taşınmış, kurgulanmış, planlanmış bir ilişki biçimi üzerine odaklanmak lazım” dedi. Bu noktada “ilk kurgulayanlar” ile sonradan “faydalananları” ayırarak analiz yapılması gerektiğini belirtti. Bilgen’in çerçevesinde İran’ın bazı alanlarda DEAŞ varlığından “denge unsuru” olarak yarar devşirebilse bile, “o coğrafyada DEAŞ gibi bir yapının olmasını isteyen öznelerin daha çok bölge dışı özneler” olduğu vurgusu öne çıktı.
Bilgen ayrıca, El-Hol kampı gibi alanlarda yaşanan insani krizi hatırlatarak, DEAŞ’ın hem “İslam’a fatura edilerek İslamofobiyi besleyen kullanışlı bir aparat” haline getirildiğini hem de on binlerce kadın ve çocuğun yıllardır kamplarda yaşadığı “büyük bir insanlık dramı” yarattığını ifade etti.
Bilgen’e göre ABD’nin Ortadoğu’daki ağırlık merkezini eskisi gibi tutma eğilimi zayıflıyor; ancak çekilme, “ne gününüz varsa görün” diyerek gerçekleşecek bir kopuş değil. “Çıkmak dediğiniz şey şapkasını alıp arkasına bakmadan… diyebileceği bir yer değil” sözleriyle Washington’un, çıkarlarını koruyacak bir “geçiş ve süreç yönetimi” arayacağını savundu. Bu süreçte bölgedeki müttefikliklerin ve “kullanışlı aparat” ilişkilerinin çok hızlı değiştiğini; İsrail’in pozisyonundan Körfez başlıklarına kadar birçok dosyada ABD’nin “yan aparatlar” ile “asıl stratejiyi” ayırarak ilerlediğini söyledi.
Bilgen’in bu bölümdeki temel iddiası şuydu: ABD, Suriye’de ne “tam hegemon/egemen” bir Şam yönetimi ister ne de sınırsız bir istikrarsızlığa yatırım yapar. “Kontrollü kaos”un kısa vadede operasyonel işlere yarayabileceğini kabul etmekle birlikte, orta-uzun vadede kaotik bir yapının ABD için “verimli bir siyaset zemini” oluşturmayacağını belirtti.
“Washington’un yeni hattı SDG’yi uzlaşmaya zorlamak; bu da Türkiye için ‘tarihi bir fırsat’ yaratıyor”
Bilgen, önümüzdeki günlerde provokatif eylemler olsa bile ABD’nin tercihinin, SDG’yi uzlaşmaya zorlayıp Şam yönetimini “sürdürülebilir bir stabil duruma” yönelten bir çerçeve olacağını söyledi. Bu noktada “Bu da Türkiye için tarihi bir fırsattır” ifadesini kullandı ve Türkiye’nin, ABD’nin çekilme arzusunda “en güçlü rol üstlenebilecek aktör” olduğunu savundu. Bilgen, bunun “menfaatler mutlak örtüşüyor” anlamına gelmediğini özellikle not etti; ancak İran-Körfez gerilimi, bölgesel rekabet ve sahadaki kapasite kıyasları nedeniyle Türkiye’nin elindeki kozların daha etkili olabileceğini belirtti.
“SDG, ‘reel gücün nüfus olduğunu’ görerek Esadlı geçiş dönemi illüzyonundan çıkmalı”
Bilgen, “Esad’la geçiş dönemi” diye tarif ettiği süreçte bazı aktörlerin geçici kazanımları “kalıcı sanma” riskine dikkat çekti. SDG açısından temel kırılma olarak, Suriye’de çoğunluğun Sünni Araplar olduğunu ve bunun merkezi yönetim denklemine yansıyacağını vurguladı. “Reel güç nüfustur” diyerek, demokratik bir uzlaşı hedefleniyorsa hak ve özgürlüklerin güvenceye alınmasının demografik gerçeklikle uyumlu bir siyasal mimari gerektirdiğini savundu.
Bu çerçevede Bilgen, Türkiye’nin “Suriye Kürtlerini peşinen tehdit/düşman görmediğini”, tersine “merkezi yönetimle entegre bir pozisyon” istediğini söyledi; fakat Türkiye’nin Astana sürecinde şekillenen çıtayı “daha aşağıya indirme ihtimali olmadığını” da ekledi. Bilgen’in okumasında, SDG’nin şartları “zorlama” stratejisi bölge ülkelerinde ters bir ittifak doğurabilir; bu da Kürt yurttaşların (ve diğer dezavantajlı grupların) kazanımlarını daha kırılgan hale getirebilir.
“Antisemitizm reddedilmeli; ama siyonizmle de hesaplaşılmadan bölgede barış dili kurulamaz”
Programın ilerleyen dakikalarında Bilgen, İsrail siyasetinin bölgedeki gerilimi derinleştiren başlıklarına değinerek, yaklaşımın “asla Yahudi karşıtlığına” sürüklenmemesi gerektiğini açık bir dille söyledi. “Sivil insanlar var” vurgusuyla, Netanyahu’nun politikalarının bedelinin dünyanın hiçbir yerinde Yahudi yurttaşlara ödetilmemesi gerektiğini belirtti. Ancak aynı anda, “dünya antisemitik her türlü yaklaşımla yüzleşmeli ama siyonizmle de hesaplaşmalı” diyerek, önleyici müdahale iddiasıyla başka ülkelerin egemenlik haklarını hedef alan siyasetin normalleştirilemeyeceğini savundu.
Bilgen ayrıca, Kürtlerin İsrail’le kurulacak bir ilişkinin “aktörü” haline gelmemesi gerektiğini; aksi halde bölge halklarının öfkesinin Kürt yurttaşlara da yönelebileceğini söyledi ve “Netanyahu’ya karşı tavır koyma konusunda netleşme” çağrısı yaptı.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayhan Bilgen: Amerika Suriye’de kaosu değil, SDG’yi uzlaşmaya zorlayan bir dengeyi arıyor
Haber Global’de yayınlanan Hilal Özdemir ile Mesele programında konuşan eski milletvekili Ayhan Bilgen, DEAŞ’ın ortaya çıkışını “sosyolojisi olmayan, dışarıdan kurgulanmış bir yapı” olarak yorumladı; ABD’nin Suriye’den çekilme arzusunun “şapkasını alıp gitmek” gibi olmayacağını savundu. Bilgen’e göre Washington’un önümüzdeki dönemde hedefi, SDG’yi Şam’la sürdürülebilir bir zemine itmek ve kontrollü bir istikrar hattı kurmak; bu tablo da “Türkiye için tarihi bir fırsat” yaratıyor.
Eski milletvekili Ayhan Bilgen, 15 Aralık 2025 Pazartesi akşamı Haber Global’de ekrana gelen Hilal Özdemir ile Mesele programında, “Trump Suriye’ye ne zaman saldıracak?” başlığının da içinde olduğu bölgesel gerilimleri değerlendirdi. Bilgen, DEAŞ’ın kuruluş dinamiklerinden ABD’nin bölgeden çekilme planlarına, SDG-Şam hattından İsrail-Netanyahu siyasetine kadar uzanan geniş bir çerçevede, “kısa vadeli operasyonel hamlelerle uzun vadeli stratejiyi” birbirinden ayırarak okunması gerektiğini vurguladı.
“DEAŞ sosyolojisi yoksa, ‘dışarıdan kurgulanmış’ ihtimalini ciddiye almak gerekir”
Bilgen, DEAŞ’ın Irak ve Suriye’de kendiliğinden doğmuş bir “toplumsal taban” üzerine oturmadığını söyleyerek, “Bu kadar büyük silahlı örgütü doğuracak bir sosyoloji yok. Sosyoloji yoksa dışarıdan gelmiş, taşınmış, kurgulanmış, planlanmış bir ilişki biçimi üzerine odaklanmak lazım” dedi. Bu noktada “ilk kurgulayanlar” ile sonradan “faydalananları” ayırarak analiz yapılması gerektiğini belirtti. Bilgen’in çerçevesinde İran’ın bazı alanlarda DEAŞ varlığından “denge unsuru” olarak yarar devşirebilse bile, “o coğrafyada DEAŞ gibi bir yapının olmasını isteyen öznelerin daha çok bölge dışı özneler” olduğu vurgusu öne çıktı.
Bilgen ayrıca, El-Hol kampı gibi alanlarda yaşanan insani krizi hatırlatarak, DEAŞ’ın hem “İslam’a fatura edilerek İslamofobiyi besleyen kullanışlı bir aparat” haline getirildiğini hem de on binlerce kadın ve çocuğun yıllardır kamplarda yaşadığı “büyük bir insanlık dramı” yarattığını ifade etti.
“ABD’nin çekilmesi ‘arkasına bakmadan gitmek’ değildir; Ortadoğu’da süreç yönetimiyle olur”
Bilgen’e göre ABD’nin Ortadoğu’daki ağırlık merkezini eskisi gibi tutma eğilimi zayıflıyor; ancak çekilme, “ne gününüz varsa görün” diyerek gerçekleşecek bir kopuş değil. “Çıkmak dediğiniz şey şapkasını alıp arkasına bakmadan… diyebileceği bir yer değil” sözleriyle Washington’un, çıkarlarını koruyacak bir “geçiş ve süreç yönetimi” arayacağını savundu. Bu süreçte bölgedeki müttefikliklerin ve “kullanışlı aparat” ilişkilerinin çok hızlı değiştiğini; İsrail’in pozisyonundan Körfez başlıklarına kadar birçok dosyada ABD’nin “yan aparatlar” ile “asıl stratejiyi” ayırarak ilerlediğini söyledi.
Bilgen’in bu bölümdeki temel iddiası şuydu: ABD, Suriye’de ne “tam hegemon/egemen” bir Şam yönetimi ister ne de sınırsız bir istikrarsızlığa yatırım yapar. “Kontrollü kaos”un kısa vadede operasyonel işlere yarayabileceğini kabul etmekle birlikte, orta-uzun vadede kaotik bir yapının ABD için “verimli bir siyaset zemini” oluşturmayacağını belirtti.
“Washington’un yeni hattı SDG’yi uzlaşmaya zorlamak; bu da Türkiye için ‘tarihi bir fırsat’ yaratıyor”
Bilgen, önümüzdeki günlerde provokatif eylemler olsa bile ABD’nin tercihinin, SDG’yi uzlaşmaya zorlayıp Şam yönetimini “sürdürülebilir bir stabil duruma” yönelten bir çerçeve olacağını söyledi. Bu noktada “Bu da Türkiye için tarihi bir fırsattır” ifadesini kullandı ve Türkiye’nin, ABD’nin çekilme arzusunda “en güçlü rol üstlenebilecek aktör” olduğunu savundu. Bilgen, bunun “menfaatler mutlak örtüşüyor” anlamına gelmediğini özellikle not etti; ancak İran-Körfez gerilimi, bölgesel rekabet ve sahadaki kapasite kıyasları nedeniyle Türkiye’nin elindeki kozların daha etkili olabileceğini belirtti.
“SDG, ‘reel gücün nüfus olduğunu’ görerek Esadlı geçiş dönemi illüzyonundan çıkmalı”
Bilgen, “Esad’la geçiş dönemi” diye tarif ettiği süreçte bazı aktörlerin geçici kazanımları “kalıcı sanma” riskine dikkat çekti. SDG açısından temel kırılma olarak, Suriye’de çoğunluğun Sünni Araplar olduğunu ve bunun merkezi yönetim denklemine yansıyacağını vurguladı. “Reel güç nüfustur” diyerek, demokratik bir uzlaşı hedefleniyorsa hak ve özgürlüklerin güvenceye alınmasının demografik gerçeklikle uyumlu bir siyasal mimari gerektirdiğini savundu.
Bu çerçevede Bilgen, Türkiye’nin “Suriye Kürtlerini peşinen tehdit/düşman görmediğini”, tersine “merkezi yönetimle entegre bir pozisyon” istediğini söyledi; fakat Türkiye’nin Astana sürecinde şekillenen çıtayı “daha aşağıya indirme ihtimali olmadığını” da ekledi. Bilgen’in okumasında, SDG’nin şartları “zorlama” stratejisi bölge ülkelerinde ters bir ittifak doğurabilir; bu da Kürt yurttaşların (ve diğer dezavantajlı grupların) kazanımlarını daha kırılgan hale getirebilir.
“Antisemitizm reddedilmeli; ama siyonizmle de hesaplaşılmadan bölgede barış dili kurulamaz”
Programın ilerleyen dakikalarında Bilgen, İsrail siyasetinin bölgedeki gerilimi derinleştiren başlıklarına değinerek, yaklaşımın “asla Yahudi karşıtlığına” sürüklenmemesi gerektiğini açık bir dille söyledi. “Sivil insanlar var” vurgusuyla, Netanyahu’nun politikalarının bedelinin dünyanın hiçbir yerinde Yahudi yurttaşlara ödetilmemesi gerektiğini belirtti. Ancak aynı anda, “dünya antisemitik her türlü yaklaşımla yüzleşmeli ama siyonizmle de hesaplaşmalı” diyerek, önleyici müdahale iddiasıyla başka ülkelerin egemenlik haklarını hedef alan siyasetin normalleştirilemeyeceğini savundu.
Bilgen ayrıca, Kürtlerin İsrail’le kurulacak bir ilişkinin “aktörü” haline gelmemesi gerektiğini; aksi halde bölge halklarının öfkesinin Kürt yurttaşlara da yönelebileceğini söyledi ve “Netanyahu’ya karşı tavır koyma konusunda netleşme” çağrısı yaptı.
En Çok Okunan Haberler